Sırf, oyunun adı 'demokrasi' olduğu için... mi?
'Demokrasi'nin kelime anlamının ne olduğunu tutup bir de burada yazacak değilim; herkesin bildiğini farzediyorum. Herkesin bildiği doğru da, bunu, herkesin bir diğerinden azıcık farklı anladığını da hepimizin bilip bilmediğine emin değilim. Kendimden örnek vereyim; dolaylı bir örnek: Bütün ömrüm boyunca, alacağım cevabın yarısını (ya da, en azından çeyreğini) önceden bilmediğim herhangi bir soruyu kimseye sorMAmağa gayret ettim. Başka bir deyişle, sorularıma, önce kendim --kitaplar ya da benzeri kaynaklar kullanarak--, bazı ön-cevaplar aradım. Sebebi basit: Soruyu sorduğum kişinin verdiği cevabın mantıklı bir çerçevede ve doğru olup olmadığını başka türlü değerlendirmem mümkün değil. Öyle ya, cevaplayan kişinin dürüst olması, samimi olması, cevaplamak açısından yetkin olması gibi bir sürü ek-kriter var ve bunları hesaba katmak da bana düşüyor. Kısacası, önce ben bilmek, ben anlamak zorundayım. Ama, tabii ki, ben de herkes gibi, herşeyi bilmem, anlamam da mümkün değil. Dolayısı ile, daha az hayatî, daha az kritik olan bazı şeylerin kararını başkalarına devretmek zorundayım. İyi de, bunu nasıl yapacağım? Bırakın 'daha az hayatî, daha az kritik olan bazı şeylerin kararını başkalarına devretmek'i, bazan çok kritik, çok hayati şeylerin kararını da başkalarına devretmek zorunda kalabiliyor insan.. Bu çok daha vahim bir mecburiyet hali.. bunu nasıl yapacağım; yani, kime ve neye dayanarak hayatımı teslim edeceğim? Zor bir soru. Ve, çözümü de, malesef, yukarıdaki prosese benzemek zorunda. Önce, konu hakkında elimden geldiğince bilgi sahibi olmam gerekiyor. Ardından da soracak kişi bulmam gerekiyor. Bunları yaptıkça da, bu yetki devrini kimlere yapabileceğime karar vermem gerekiyor --çünkü, (sözkonusu hayatî konuda çözüm elde edebilmek için) özel yetenek gerekiyor ve o bende yok. Olsaydı aramazdım zaten. İkidebir 'hayatî', 'kritik' kelimelerini kullanıyorum ya; buna en kolay örnek insan sağlığından verilebilir. Diyelim ki, birkaç test, birkaç MR (emar) filan sonucunda, beynimde bir tümör filan olduğu düşünülüyor. Yani, çözülmesi gereken --hayatî olabilecek-- bir sorun var gibi. Önce, ne olduğunu anlamam lazım; ardından da ne yapılması konusunda bir karar vermem lazım. Ameliyat olacaksam da, kime kendimi emanet edebileceğimi belirlemem gerekiyor. Bu zor sorular karşısında paniğe kapılırsam yanlış karar vermek ihtimalim yüksek. Soğukkanlı olmak ve zamanı da iyi kullanarak, 'işinin ehli' olduğuna kanaat getireceğim bir beyin cerrahı bulmam lazım. 'İşinin ehli' bir beyin cerrahı bulursam ve hizmetinin bedelini ödeyebilirsem, yaşarım; bu sorun çözülmüş olur. Bulamazsam, büyük bir ihtimalle, ölürüm ve problem öyle de çözülmüş olur; ama çeke çeke ölürüm. Yani, bedeli çok yüksek olur. Kısacası, başkaları ne derse desin, bütün sorumluluk, nihâi analizde, bende bitiyor... Kişi, ne kadar 'demokratik' olursa olsun, onun böyle bir kararı oylama filânla vermesini bekleyemeyiz. Oy verecek olanların riski ya sıfırdır, ya da çok azdır çünkü... Benzer bir örneği, çok daha az hayatî bir durumdan yola çıkarak başka bir sürü konuda da verebiliriz... İşi gücü başından aşkın, iş yükünün altında neredeyse sürmenaj olmuş birisinin kullandığı bir araca binmek konusunda çok fazla gönüllü olur musunuz? Bütün mahalle, oybirliği ile, bu yönde bir karar almış ise bile? Sizi bilmem, ama --ne denli demokratik olursam olayım-- bu tür konularda başkalarının oyuyla alınan kararlara ben pek de uymazdım... Niçin? Çünkü, 'oy vermek'ler, 'karar almak'lar filan çok güzel şeyler de; benden başka kimse riski paylaşmıyor. Halbuki, her riskin bir bedeli var; ve, risk paylaşılmıyorsa bedeli de paylaşılmıyor demektir. Bedelini benim ödeyeceğim bir konuda başkalarının karar almasını kabul edebilir miyim? Hayır. Anlamlı değil. Dolayısı ile, mümkün değil. Ama, illâ oylama yapılacak diyen olursa, ona da itiraz etmem tabii ki. Etmem de.. bütün dünya nüfusu oy kullanmış olsa bile, başkalarınınki bir yana benim oyum bir yana olmak zorundadır. Yani, şeklen bir oylama yapmış oluruz; ve, tek geçerli oy benimki olur. Örnekleri artırabilirim ama gerek yok: Sizi buradan nereye götüreceğimi anlamış olmanız lazım artık.. Süleyman Demirel'in bir aralar söylediği ve çok da tepki çeken 'sayısal çoğunluk, siyasal çoğunluk' meselesine.. İlginçtir. Bu söze en çok tepki verenler liberallerimiz idiler.. Halbuki, en basit bir değerlendirme sonucunda dahi, bu sözün geçerli ve realist bir söz olduğunu kabul etmeleri gerekiyor. [28 Şubat bağlamında geçerlidir demiyorum; genel anlamda.] Riski (yani, ödeyeceği bedel) daha az olanlar zaten eşit değiller; dolayısı ile onların oylarının diğerleriyle eşit olduğunu varsaymak da gerçekçi değil. Bunu söylerken, ben, 'eşitlik ilkesi'ne aykırı bir şey de demiyorum: Ülkenin geleceği üzerinde/hakkında riski kimin daha fazla ise onun oyu --ister istemez-- daha anlamlı olmak zorunda. Bu böyle de, mesele sadece maddi varlık mukayesesi ile bitmiyor. Bir de, belki de daha önemlisi, verdiği reyin ('oy'un) yol açacağı sonuçların farkında olup olmadığı konusu var. Yani, her oy veren, oylama sonucunda alınacak kararın riskini biliyor ve üstlenecek diyemeyiz. Meseleyi anlamamış, riskini de --dolayısı ile-- kestiremeyenlerin vereceği oylamanın sonucuna uyacak mıyız? Ne kadar uyacağız? Sonuna kadar mı? Oy verenlerin liyâkatini dikkate almadan mı? Niçin? Sırf, oyunun adı 'demokrasi' olduğu için mi? Not: Bu yazı, Tandoğan ve Çağlayan gösterilerinden mülhemdir... Ha.. bu arada, daha önce söylemiş miydim? Bendeniz elististtir.