Ne Adem, ne maymun

Hikmetinden sual olunmaz..

Kiminin başına saksı düşer, hayatı kayar; kimisi de bir kitap okur, hayatı değişir.

Bana ne o ne de öteki oldu --henüz.

Fakat, "eee.. daa ne vaa ne yok?" mahiyetinden bir esneyişli merakla, aradabir baktığım, TED sitesine bakındım yine.

Konuya girmeden kısa bir tanıtım yapayım: 'TED' kısaltması, 'Teknoloji', 'Eğlence' ve 'Dizayn' (Tasarım) kelimelerinin İngilizce karşılığı olan 'Technology', 'Entertainment' ve 'Design' üçlüsünün kısaltması. Kâr amacı gütmeyen, 'yayılmağa değer fikirler'in yaygınlaştırılmasını amaç edinen bir tür dernek...

Neyse.

Kim ne demiş diye bakınırken, normalde her sunumcu ayakta meram anlattığı halde, bir kişinin oturduğu yerden konuştuğunu gösteren bir resim gördüm. Yaşlı bir tonton nineye benziyordu. "Allahalla.. yaw, acaba ne diyo bu?" dedim, ve merak üzerine dinlemek/izlemek için üstüne tıkladım.

Konu, 'aquatic ape hypothesis' imiş..

Yani, 'su' (H2O) kelimesinden hareketle 'susal sucul maymun hipotezi' ya da eski dilden söyleyecek olursak, deniz veya deryaya ait anlamından yola çıkarak 'bahrî maymun hipotezi' diye bir şey. [not: bütün Bahri'lerden özür diliyorum; kasdım onlara maymun demek değil]

Tabii, ne olduğu, neden bahsettiği hakkında zerre kadar fikrim yok --'bahrî maymun hipotezi' denince de hiçbirşey anlaşılmıyor ki..

"İyi de, TED'de hepten deli saçmasını dinlemek için bir sürü zeki/akıllı insan dünyanın parasını verip konferansların olduğu yere gelmiyor; dur şunu biraz izleyeyim" dedim.

İyi ki de izlemişim..

Bakın neler anlattı..

İlk olarak bir soru ile başladı: "Biz neden maymunlardan (şempanzelerden) o kadar farklıyız?"

Genetikçilere kalsa, maymunlarla insan arasında --neredeyse fark yokmuşçasına-- inanılmaz benzerlik olduğuna; DNA yapılarının tıpatıp denecek kadar yakın olduğuna inanmamız gerekecek..

Halbuki, bir maymun ile bir insanı yanyana koyduğunuz zaman, birbirine ne denli benzemedikleri aşikâr değil midir?

Kültür, psikoloji, davranış filan gibi muğlak şeylerden değil; açıkca ölçülebilen, gözle kolayca ayırdedilebilen farklardan bahsediyoruz.

Bir tarafta, kıllı bir kürk içinde ve dört ayak üzerinde yürüyen bir mahlûk; diğer tarafta da anadan üryân ve iki ayak üzerinde duran bir mahlûk..

Bu nasıl olabilir?

İyi bir Darwinci, aynı atadan gelen bu iki yaratık cinsinin bu şekilde farklılaşmasını anlamlı bir şekilde açıklayabilmelidir..

Bizler, yani insanlar, zaman içinde bu kadar değiştiysek, buna yol açan, bunu zorlayan çok ciddi bir sebep olmalı..

İyi de nedir bu sebep?

Elli sene önce bu sorunun cevabı çok kolaydı.. Duyacağınız hikaye şöyle bir şey olurdu:

"Maymunlar ağaçlarda sallanmağa devam ettiler, bizim atalarımız ise ağaçlardan inip orman kenarındaki tropik çayırlıklarda ('savanna'larda) yaşamağa başladılar.. Bu tropik çayırlıklarda bitki örtüsü (çayırlar filan) insan boyuna yakın olduğu için, atalarımız, kendi güvenlikleri ve av bulabilmek amacıyla, etrafı görebilmek için iki ayak üzerinde ayağa kalkmak zorunda kaldılar. O gün bu gündür ayakta yürüyoruz. Ellerimizi, kollarımızı da avlanmak için kullanmak zorundaydık. Onlar da bu nedenle farklılaştılar.."

Peki, ya kürk ne oldu?

Onun da cevabı vardı..

"Tropik çayırlıklarda koşarken ısınıyor ve çok terliyorlardı. O yüzden, kürklerini sırtlarından atmak zorunda kaldılar.."

İyi.. bu hikaye kulağa uygun geliyor.. ta ki, bunu eski bir feminist duyuncaya kadar.. çünkü, bu anlatı erkek-merkezli bir masal.. kadınları gözardı ediyor da ondan..

Bu seksenlik nine (Elaine Morgan), tam da aradığımız türden birisi: Eski bir feminist. Bu yüzden de, yukarıdaki hikayedeki yamuğu kolayca yakalayabiliyor.

Hem de çok basit bir iki soru sorarak:

"Madem ki, ilk insan avcı-toplayıcı idi; yani kadınlar geride (mağaralarda) çocuk bakmak filanla uğraşıyordu; nasıl oldu da kadınlar da hem iki ayak üzerinde yürür oldular ve dahası, onlar da kürklerini attılar? Mağarada ne iki ayakla yürümeği zorunlu kılacak bir ortam, ne de kürkü attıracak kadar sıcak ve nemli bir atmosfer sözkonusu olabilirdi."

Son derece mantıklı..

Fakat, bu soru başka soruları da beraberinde getiriyor; yani, devamı var:

Madem, savanna/çayırlık ortamı bizdeki bu değişikliklere yol açabiliyor; o zaman aynı ortamı paylaşan diğer canlılarda da benzer değişikliklerin olması gerekmiyor mu?

En azından bir kısmı, zaman içinde kürklerinden arınmış, bir kısmı da iki ayak üzerinde yürür hale gelmiş olmalı değil mi? Hiç yoksa, 'babun' maymunu (baboon) filan gibi --ormandan savannaya indiğini bildiğimiz-- türlerde bu tür değişikliklerin bir kısmı gerşekleşmeli değil midir?

Böyle bir örnek yok.

Hava sıcak diye kürksüz kalmış bir memeli de yok. Çöldeki develerde dahi --daha az da olsa-- kıllı bir post var.

Dahası, kürklü bir canlının kürksüze dönüşmesi avantajdan maâda dezavantaj anlamına geliyor: Dişiler yavrularını elleriyle taşımak zorunda kalıyor. Halbuki, kürklü olanların yavruları annelerinin kürklerine tutunabildikleri için, hem daha güvenli bir yolculuk yapılabiliyor, hem de anne iki eliyle ağaçlardan, otlardan beslenebiliyor.

Yani, durduk yerde, sırf hava sıcak diye kürkünü kaldırıp atmanın alemi yok --bunu yapmış tür de yok. Yüzlerce primat (maymun, goril, şempanze vb) cinsi arasında, kılsız kürksüz başka bir örnek mevcut değil.

Çıplak memelileri sadece sulak ya da su ortamlarında görüyoruz: Balinalar, yunuslar gibi suda yaşayanlar; ve gergedanlar (hippopotamus), domuzlar ve tapirler gibi sulak ortamlarda yaşayanlar... Bunun tek istisnası, ömründe hiç toprak üstüne çıkmayan, Somali sıçanıdır.

Öte yandan, genelleyerek şunu söyleyebiliriz: Kara memelileri, iklim değişikliklerine karşı korunmak için, kürk sahibidirler; buna karşılık, su memelileri ısısal izolasyon için yağ tabakası kullanırlar. İnsanlar da, diğer primatlarla kıyaslandığında, 10 defa daha fazla yağlı vücut sahibidirler.

Şimdi de gelelim iki ayakla yürümek konusuna..

Kara canlıları arasında sadece iki tür yaratık, hep ve sürekli iki ayak üzerinde yürür. Bunlardan birisi, bir tür susal sucul/bahrî kuş olan penguenler; diğeri ise insandır. İnsan, memeliler içinde tek örnektir.

İki ayaklı yürüyen türlerin bu kadar nadir olmasının anlaşılır sebepleri vardır: Dört ayakla yürüme ya da koşmaya kıyaslarsak, iki ayaklı olmanın dezavantajı büyüktür. Çok daha yavaştır; denge kurmak çok daha zordur; bu yeteneği mükemmelleştirmek yıllar alır; hassas organları hücuma açık bırakır.. Yani, aklından zoru olmayan, veya şartların mecbur bırakmadığı bir memelinin yapacağı bir tercih değil.

Peki, karada yaşayan başka iki ayaklı memeli var mı?

Evet, hem varmış (Oreopithecus isimli, şimdiki İtalya'nın Tuskanya bölgesinin olduğu yerde o zamanlar var olan bir adada bundan 9 milyon yıl kadar önce yaşamış, 2 milyon sene boyunca kendi bağımsız evrimi sonucunda iki ayak üzerinde yürümeğe başlamış bir bataklık maymunu türü), ve şimdi de var: Bunlardan birisi, Borneo adalarında yaşayan, filin hortumuna benzer bir hortumu da olan, bir bataklık maymunu; diğeri de, bulunduğu ortamı mevsimsel olarak bataklığa çeviren su baskınları yaşayan bir tür cüce şempanze (bonobo).

Kısacası, çıplak ve iki ayaklı yürümek için evrim baskısını sadece ya su içinde yaşayan memelilerde, ya da sulaklarda/bataklıklarda yaşayan memelilerde görüyoruz. Karada, savannalarda, dağlarda, bayırlarda yaşayan memelilerde değil.

Bir başka ilginç nokta daha var: Diğer primat türlerinde değil; sadece yukarıda saydığımız iki ayakla yürüyen maymun türlerinde bir alışkanlık olarak yüzyüze çiftleşme görülmektedir. Bir de, malum, insanlarda.

Fakat, başka önemli bir ayıraç daha var bizimle diğer kara memelileri arasında: Solunum sisteminin bilinçli kontrolü --ihtiyari nefes kontrolü..

Diğer kara memelilerinde, nefes kontrolü --tıpkı nabız gibi yani kalp atışları gibi-- bilinç dışı gerçekleşir. İnsanlarda ve susal sucul/bahrî memelilerde, bu, bilinçle DE kontrol edilebilir. Yani, suya dalacak bir insan (balina, yunus) su altında ne kadar kalacağını dikkate alarak ciğerlerine gerektiği kadar hava doldurur.

Karada yaşayan başka hiçbir memeli bunu yapamaz.

Ve, nefesini kumanda edebilmek yeteneğine sahip olduğu için, insanların konuşmak yeteneği mümkün olabilmiştir. Mesela, maymunların bizim konuşmak dediğimiz işlemi yapmaları sözkonusu değildir --onlar, sadece belli frekanslarda karmaşık fakat nefes açısından kontrol edemedikleri sesler çıkarabilirler.

Başka temel farklılıklarımız daha var..

Kısaca saymak gerekirse, insan cildinde yağ salgılama hücreleri vardır (sivilce haline dönebilen hücrelerden bahsediyoruz); başka kara memelilerinde bunlar ya yoktur, ya da işlevsizdirler. susal sucul/bahrî memelilerde ise sıklıkla görülürler.

Duygusal sebeplerle gözyaşı dökmek --ya da toz-duman kaçması halinde salgılananın dışında sıvı salgılamak-- da sadece susal sucul/bahrî memeliler ve insanlara mahsustur.

Büyük beyin.. İnsan ile şempanzeyi ayırdeden bir başka önemli fark da, insanın daha büyük bir beyin edinmesidir. Büyük beyin, insan için bir avantajdır. İyi de, şempanze için de avantajlı olurdu. Aynı branştan geliyorsak, şempanze neden büyük beyin edinmek yolunda evrim geçirmemiştir?

Bunun bir sebebi olarak, beslenme rejimini öne sürebiliriz: Diğer vücut hücrelerinden farklı olarak, beyin hücreleri için yeterli miktarda Omega-3 yağ asitleri gerekir. Bu, deniz mahsullerinde bol miktarda mevcutken, karadaki gıda zincirinde daha azdır.

Genel bir mukayese tablosu aşağıdaki şekilde olabilir:

ÖzellikİnsanMaymunSavannasusal sucul/Bahrî
İki ayaklı yürümeEvet---
KürksüzlükEvet-fil ve

gergedan
Evet
Deri altı yağ tabakasıEvet--Evet
Yüzyüze çiftleşmeEvetbonobo-Evet
Koku salgı dokusu azalışıEvet--Evet
Bekâret zarıEvet--Evet
Yağ salgı dokusuEvet--Evet
Duygusal gözyaşıEvet--Evet
Duyusal bıyık kılları kaybıEvet--Evet
İhtiyari nefes kontrolüEvet--Evet
Terlemeyle ısıl kontrolEvet--Evet
Geri çekik hançere (larynx)Evet--Evet

Şimdi..

Sizi bilemem, ama ben, hem buraya yazdıklarım kadarıyla, hem de daha fazlasını okuduğum için; insanın doğrudan doğruya maymundan (şempanzeden, gorilden filan) türediğini artık kabul edemiyorum.

Evrim ağacımızda, maymunlarla yollarımız/dallarımız çok daha önce ayrışmış olmalı... Bundan 5 ilâ 7 milyon sene kadar önce insan/maymun ayrışımı olmuş. Fakat, elimizde o döneme ait fosil yok(muş) malesef --yani, bir fosil açığından sözediyoruz.

O yüzden, bu hipoteze göre, klasik evrimcilerin iddia edegeldiklerinin aksine, insanın atası maymun değil de, maymunlardan daha önceki dönemlerden başka bir tür olabileceği ihtimali güçleniyor.

Bu, her ne kadar, deniz kızlarının varlığını teyid etmiyorsa da; insanların atalarının ormanın derinliklerinde daldan dala sallanan maymunlar olmadığı; aksine, su baskını altındaki bölgelerde veya göl, ırmak ya da deniz kenarında yaşayan ve suya adapte olmuş başka (başlangıçta dört ayak üzerine yürüyen ve kürklü) bir türün bağımsız evrimiyle ortaya çıktığı anlamına gelebiliyor.

Yani, atalarımız, maymunlar değil; sulak ortamlarda yaşamış 'hominid' aşiretleri idi..

Belki de, Adem ve Havva'nın göz açtıkları dünya, diz boyunu aşan su ve yeşillikler içindeki cennetsi ve vahşi bir ortamdı..

Kim bilir..

[Not: Yukarıdaki görüntü kirliliği için özür diliyorum. Benden başka herkes, anlaşılan, 'aquatic' kelimesinin karşılığının 'sucul' olduğunda mutabık görünüyor. O yüzden, 'susal'ı 'sucul' ile ikame ettim. 
Ettim de, hala daha içime sinmiyor; çünkü 'sucul' bana 'su ile beslenen'i çağrıştırıyor --'etçil', 'otçul' der gibi. 
Halbuki, 'karasal', 'hayvansal' dediğimizde kasdettiğimiz üzere; 'bir şeye/yere/ortama ait' anlamında, 'susal'ın daha mantıklı olacağını düşünüyorum. 
Ama, neyleyim ki, herkesi düzeltmek elimden gelmiyor ;)]