Saatin ters yönü - 1

Övünmek gibi olmasın, yaratıcılık benim göbek adımdır sanki.. hiç de peşimi bırakmaz nalet.

Biliyorum, bu tür bir şeyi hele de ben söyleyince inanması zor ama öyle.. Size bunun böyle olduğunu teyid edecek düzinelerce insan ve vaka gösterebilirim, ama işime gelmiyor.

Ne kadar işime gelmediğini anlayabilemeniz için bu yazıyı baştan sona okumanız lazım.. ve ancak ondan sonra benim niçin anonim yazdığımı da belki anlayacaksınız..

Kısa bir iki örnek vereyim:

Bindokuzyüzlü seneler.. yani bir önceki asır.. kulunuz bir üniversitede talebe.. diyar-ı küffarda..

Bizimle aynı sınıfta bir Malezyalı ağabeyimiz de var.. bizden yaklaşık 15-20 sene daha yaşlı. Çalıştığı şirkette emrinde birkaç bin kişiyi yönetmiş. Biraz garip bir uygulama ama anlamlı: Malezya'da çalıştığı şirket onu esasen bir tür tatil için göndermiş; adamın bir diplomaya daha ihtiyacı olmadığı ortadaydı. Nitekim okula da son sınıfta filan başladı.

İsmini hem yazmak hem de telaffuz etmek zordu. Rhamapillai Palaspandıras gibi bir şeydi. O da bu zorluğun farkında olduğu için, kısaca Pala dememize izin verdi, sağolsun. Zaten, Malezya'da da Pala derlermiş --aklın yolunun bir olduğunu ispatlarcasına.

Malezya nire, bizim okul nire.. Tabii ki, sömestri tatillerinde memlekete gitmedi. Kütüphaneleri, laboratuarları filan çok sevmişti, oralarda geçirdi bu kıymetli zamanı.

Diğer arkdaşlarla tanıştırmış, aramıza almıştık, ama ailesinin de hasretini duymuyor değildi. Okuldaki en yakın arkadaşı da ben olduğum için (ben de hep benden daha büyüklerle arkadaş olmağı seçtim), karısının ve çocuklarının resimlerini odasının duvarında görür ve onlardan gözleri parlayarak bahsedişini dinlerdim aradabir.

İlginç bulduğum için aklımdan çıkmıyor, karısının adı Selvi idi.. evet, bir Türk ismi; ama karısı Türk filan değildi. Pala da değildi zaten. İkisi de zenci (siyahî) ve ikisi de budist idiler..

Hoş ve son derece iyiniyetli birisiydi --sizden iyi olmasın.

Neyse. Herşey gibi, o sene de sona erdi. Sınavlar filan bitti. Hepimiz evine gitmeğe hazırlanıyoruz. Fakat, bir hafta daha var okulun resmen bitmesine.

Pala da evine, Malezya'ya gidecek ama doğrudan doğruya değil. Önce karısı gelecek, beraber bir dünya turuna çıkacaklar --bir tür ikinci bir balayı gibi-- ondan sonra evlerine gidecekler, çocuklarına kavuşacaklar.

Dedim ya, ben en yakın arkadaşı olarak, Pala ve Selvi'nin her türlü seyahat planını en ince ayrıntısına kadar biliyorum. Bunun sebebi de, her en yakın arkadaş gibi, en sıkıcı şeyleri dahi dinlemek mecburiyetim.

Bu da, karısının, Selvi'nin, saat kaçta, hangi havayoluyla geleceğini de, saat kaçta Pala'nın onu alıp havaalaından döneceğini de biliyorum demekti.

Buraya kadar herşey son derece normal. Normal de, yukarıda dediğim gibi, okul fiilen bitmiş, yapacak bir şey yok; dolayısı ile hepimiz ölesiye cansıkıntısı çekiyoruz. Üzerimizden atmosfer basıncı kalkmış gibi, hem boşluktayız hem de içimiz içimize sığmıyor.

Bu kadar yoğun bir cansıkıntısını gidermek de ancak o derece yaratıcı bir yaklaşım gerektiriyor tabii ki. işte, bu noktada ben sahneye giriyorum. Mecburum; dedim ya, kader beni yaratıcı kılmış..

Hemen aklıma bir senaryo geliyor.

Arkadaşlarımızdan birinin eşi, ismi Clara olsun, kantinde part-time çalışıyordu. Sene başında hamile idi, ve daha yakınlarda çocukları olmuştu. Hem o arkadaşım hem de eşi zenciydi (siyahî) idi. Başka bir deyişle, senaryoya uygun bir 'esas kız' hazırdı.

Hemen diğer arkadaşlara planımı anlattım. önce biraz tereddüt ettiler, ama sonunda ikna oldular. Hep beraber gittik bu arkadaşımızın evine, ona da planı anlattık. Onlar da önce kabul etmek istemediler fakat bunca kişinin ısrarına dayanamayıp kabul ettiler.

Sıra planı uygulamaya koymağa geldi.

Pala'nın havaalanından Selvi'yi alıp döneceği saati oldukça iyi tahmin etmişim ki, köşede çok beklememiz gerekmedi. Karı-koca bir mutluluk tablosu çizerek taksiden indiler ve eve girdiler. Bizi görmediler, saklanmıştık.

Eve girişlerini müteakip 10-15 dakika sonra, plan gereği, Clara --kucağında daha bir aylık bile olmamış bebek ile-- gitti Pala'nın kapısını çaldı. Ev zemin katta olduğu için, biz hem oturma odasını görebiliyorduk, hem de pencereye yakın yerde çit olduğu için açık camdan icerdeki konuşmaları farkedilmeden duyabilecektik...

Neyse. Kapı açıldı, ve Pala göründü. Clara da, 'sevgilim, bugün çocuğumuzu sevmek istemeyecek misin?' türünden bir şeyler diyerek dooru salona girdi, fakat içerde bir başka hanım görünce 'aaa, özür dilerim, yalnız olmadığını bilmiyordum' deyip girdiği gibi hızla dışarı çıktı..

Bir zencinin mosmor oluşunun nasıl bir şey olduğunu bilmem bilir misiniz..

Pala, zaten kapıyı açar açmaz duyduğu laflarla nutku tutulmuş orada öylece kalmıştı. Selvi'nin yüzünü göremedik ama o da afallamış olmalı ki, kimse --beklediğimiz üzere-- Clara'yı durdurmağı akıl edemedi..

Ardından azıcık bir sessuzluk oldu.. ve sonra bir çıngar..

Pala'nın 'ama, sevgilim, bir yanlışık var' filan dediğini duyduk.. karısının da pek inanmadığına dair sözlerini..

Çok sürmedi.. Pala durumu çakmıştı.. ama karısına delilsiz itirafçısız anlatabileceği birşey değidi.. Hışımla kapıya çıktı, etrafa bakındı. Bizi aradığı belliydi.

Evlerimiz nispeten birbirine yakın olduğu için, koşarak önce benim eve gitti. Biz de --farkedileyecek bir mesafeden-- peşindeydik zaten. Hayretlik iş ki, ben evde yoktum.

Başka bir iki arkadaşın da evine gitti. Kimse evde yoktu tabii. Ama, Pala'nın da bizi bulmaktan başka çaresi yoktu. Onu, bizi aramağa bırakıp, biz onun evine döndük.

Kapıyı Selvi açtı. Kendimizi tanıttık. Zaten beni giyaben tanıyormuş --Pala'nın mektuplarında. Hikayeyi (senaryoyu) anlattık. Ardından da Clara ve kocasını çağırdık, bebekle birlikte onlar da ortaya çıktı.

Selvi ablamız da çok kafa bir kadınmış; kahkahayı basarak bizleri tebrik etti.

Ve, hep beraber Pala'nın geri dönmesini bekledik. Pala bir saat sonra filan döndü. Sokaktaki halini görmeliydiniz. Bitkin, yorgun ve perişan..

Eve gireceği zaman bizler mutfağa saklandık tabii ki. Kapının arasından Daltonlar misali bakıyoruz.

Naçar, eve geldi. Kapıda karşılayan Selvi'nin heybetli sesini duymalıydınız. 'Neymiş bildiğim gibi olmayan! Peşinden bir de bebeği okşamak için mi koştun! Kaç saattir ne yapıyordun!' filanlar..

Pala, tamamen çökük.. koltuğa yığıldı.. Selvi, hala daha devam ediyor... 'Şimdi bir ekmek bıçağıyla seni dilim doğrasam kim ne der!' filan gibi bir şeyler diyerek hışımla mutfağa koştu..

Ve biz, Clara (ve sussun diye emziriyor olduğu bebeği) hep beraber ortaya çıktık.

Lambaaa..

Selvi dahil, hepimiz sırıtıyoruz, da, Pala'nın zaten tutulmuş olan nutku tur bindirmiş.. Öööle bakıyor garibim..

Neyin ne olduğunu anlatmak bir saatimizi aldı.. yani, teskin edilmesi uzun sürdü.

Sonra hep beraber bir hayli güldük; kendimizi affettirmek için ikisini de yemeğe davet ettik.

Bu eşek şakasını çok sevmişlerdi ve bizden daha zengin oldukları için yemek paralarını da vermek için ısrar ettiler. Biz de, sonuçta birer çulsuz öğrenciydik, kıramadık tabii..

Daha sonra da onlar seyahate çıktılar, memleketlerine döndüler. Epeyi zaman da mektuplaştık. beni Malezya'ya da davet ettiler; nazik teşekkürler edip gelemeyeceğimi söyledim.

Öyle ya, ya onlar da bana benim tertiplediğim türden bir jest yapacak olurlarsa ben ne yapardım. Tanımadığım bilmediğim bir memlekette üstelik..

Şimdi anladınız sanırım niçin bu satırların yazarı anonim kalmak istiyor.. Korkum, beni sevenlerin beni bulup böyle sevgi dolu jestleri iade etmeleridir..

[*] 'Saatin ters yönü' de civatanın gevşetilmesi için cevirileceği yöndür.

Bu yazıyı da {şimdi durup dururken link verip hiç ihtiyacı olmayan hit almasına yol açmak istemediğim} bir ahbabımım 'Ben de size nacizane biraz gevşeme tavsiyesinde bulunayım.' deyişi üzerine yazdım.

Oh be, insan vicdanını boşaltınca hem rahatlıyor hem de gevşiyor.

Gerçi, böyle anlatıp rahatlamak istediğim başka epeyi hikayem daha var. İlerde devam ederiz inşallah.