"Türkçeye Temelden Giriş" İçin Bir Eleştiri
[Metin beyin, kendisinden istirhamın üzerine, Türkçeye Temelden Giriş başlıklı yazıma hazırladığı eleştiri metnidir]
Öncelikle, geneldeki isabetli ve sağduyulu bakış açınızı paylaştığımı belirtmeliyim.
Takıldığım yerler şunlar oldu (alıntılar, yukarıdaki itirazlarım doğrultusunda düzeltilmiş halleridir):
Türkçe bir eklemeli dildir [MuzAn]
Dakika bir gol bir! Golü yiyen siz değilsiniz tabii; ikimiz, daha doğrusu hepimiziz. Türkçenin talihsizliği daha dilbilgisi terminolojisinde başlar. Yukarıdaki ifadeniz doğrudur, ancak şöyle de denebilirdi: "Türkçe bir BİTİŞKEN dildir." Ya da: "Türkçe bir BAĞLANTILI dildir."
Alın size "agglutinative" terimine üç farklı karşılık… Araştırsak daha da çıkabilir!
(Öteki dil türlerinde de aynı kavram kargaşası sözkonusu. "Isolating" karşılığında "tekheceli" de deniyor, "yalınlayan" da; "inflectional" karşılığında ise "bükümlü" de deniyor, "bükünlü" de…)
Türkçede kelimeler, takılardan oluşur; [MuzAn]
Bu doğru değil. "Dilbilgisi"ni bile "dil bilgisi" şeklinde yazıp zırvalayan AKDTYKTDK'nın sözlüğüne bakarsak "takı"nın dilbilgisel bağlamda iki anlama geldiğini görürüz:
İsmin başka bir kelime ile ilgi kurmak üzere aldığı durum eki: "Türkçede -i, -e, -de, -den, -in ekleri birer takıdır."
Bu anlama DA gelir takı, evet: Durum eki.
Durum eki, bir çekim eki alttürüdür.
Bir yaklaşıma göre de, bütün çekim eklerine takı denmektedir ki, ben de bu yaklaşımı benimsiyorum.
Toparlarsak:
Türkçede kelimelerin yapısı konusu açılınca şu terimler gündeme gelir: "Kök", "gövde", "yapım eki", "çekim eki", "takı", "kök kelime", "türemiş kelime", "bileşik kelime".
Demek ki bütün ekler takı değil, ama bütün takılar ektir.
Cümleler ile kelimeler arasında ilişki kurmaya yarayan kelimeler: "Türkçede ile, göre birer takıdır."
Yeni TDK'nın bu ikinci takı tanımını yanlış, gereksiz ve münasebetsiz buluyorum. "İle", "göre" gibi kelimeler niçin takı oluyormuş!
Sonuç itibariyle şöyle düzeltebiliriz cümlenizi:
"Türkçede kelimeler, 'tam teşekküllü haliyle' (!) KÖK + YAPIM EKİ + ÇEKİM EKİ'nden oluşur. Yapım eki almamış kelimeler KÖK, yapım ekiyle biçimlenmiş (TÜRE[TİL]MİŞ KELİME) ya da bileşme yoluyla türetilmiş (BİLEŞİK KELİME) kelimeler ise GÖVDE'dir."
Çok basit bir örnek için, 'ev-ler' kelimesine bakabiliriz. Burada 'ev' isim köküdür, 'ler' çoğul olduğuna işaret eder.. Köke bitiştirilmiş, eklenmiş, bir adet takıdan bahsediyoruz. [MuzAn]
Haklısınız. Bu, bir çekim eki türü olan çoğul takısıdır.
Bu kuralların çokluğu yüzünden olsa gerek, kimse belki de cesaret edip bunlara el at(a)mamış.. [MuzAn]
El atanların olmadığını sanmıyorum, gelgelelim muhtemel el atıcıların da kayda değer mesafe aldıklarını söyleyemeyiz. Problem, bütün haşmeti ve heybetiyle gözümüzün önünde duruyor.
İsim kökünün gelecek zaman takısı alması mümkün değil. 'ev-di' ya da 'ev-miş' diyebiliyoruz ama 'ev-ecek' diyemeyiz. Başka bir deyişle, hangi takı çeşidinin hangi takı çeşidinden sonra (ya da önce) gelebileceğine dair kurallar var.. [MuzAn]
Bu konuyu açıklığa kavuşturmak gerekecek izninizle.
Kabaca söylersek; cümleler, yüklemine göre iki çeşittir: Yüklemi fiil soyundan olan "fiil cümleleri", yüklemi isim soyundan olan "isim cümleleri".
İsim soyundan kelimelerin cümlede yüklem işlevi görmesini sağlayan fiile "ek-fiil" diyoruz ki, bunun mastarı "imek"tir. Sizin örneğinizdeki "-di" ve "-miş", işte bu "imek" mastarlı ek-fiilin "kip ekleri"dir. Kip ekleri, birer "çekim eki" olduğuna göre, bunlara "takı" dememiz mümkündür.
Ancak, elbette "ev-ecek" diyemeyiz. Çünkü "-ecek", fiil cümlelerinde, yani yüklemi fiil soyundan olan cümlelerde kullanılan bir kip ekidir. Evet, o da bir takıdır, ama bu açıklamaya bakarsanız, "ev" gibi isim soyundan olan bir kelimeye eklenemez. (Dikkat: "İsim soyundan" ile "isim" özdeş değildir; her isim isim soyundandır, ama her isim soyundan kelime isim değildir.)
Türkçenin asıl ilginç olan yanı da, bu temel kurallara uyulduğu sürece, Türkçe konuşanların neredeyse tam anlamıyla anarşist-nihilist bir özgürlüğe sahip olmasıdır.. Çok az bir kısıtlamayla, istedikleri kelimeyi uydurabilirler.. 'Memleketten her ay şu kadar para gelir' dediğimiz zaman 'gel-ir' kelimesi bir geniş zaman takısı almış fiil köküdür de, 'Aylık gelirim şu kadar liradır' dediğimiz zaman 'gel-ir' kelimesi artık bir isim olmuştur... Bu basit bir örnektir. Daha zor bir örneğin verilemezliğinden bahsetmek anlamlı olmaz, çünkü ' verilemezliğinden' kelimesi tam da öyle bir örnektir. [MuzAn]
İtirazım var. Türkçede "gövde"lerin morfolojik (biçimbilimsel) açıdan iki çeşit olduğunu yukarıda belirtmiştim. Ancak bunlar semantik (anlambilimsel), leksikolojik (sözlükbilimsel) ve hatta stilistik (deyişbilimsel) açılardan da ikiye ayrılır: "Kavramsal/terimsel gövdeler", "kavramsallık/terimsellik taşımayan gövdeler" (Bunların başka adları da var da, şu anda hatırlayamadım.)
"Gelir" birincisine örnektir, "verilemezlik" ise –deyim yerindeyse- "som" bir kavramsal gövde sayılmaz. "Kavramsallık taşımayan gövdeler"in sözlük içeriğine girmemesi, işin tabiatına uygundur, "kavramsallık taşıyan gövdeler" birer kavram göstereni olduklarına göre elbette sözlük içeriğine gireceklerdir. Burada bir belirsizlikten sözedilebilirse de, çözülemeyecek, vahim bir sorun değildir bu.
Sıfatlarda, meselâ, işler biraz karışır. Kolay açıklanamayan (yani, ben açıklayamıyorum) şeylerle karşılaşırız: 'kapkara', 'kıpkızıl', 'masmavi', 'yemyeşil', 'güpgüzel', 'besbeter' gibi abartmaların neden öyle olduğu aşikar değildir; dolayısı ile, bunlara ait özel haller ayrı ayrı bilinmek zorundadır. [MuzAn]
Önce günlük dilden bir ifade olan "abartma"nın yerine terimsel bir ifade kullanalım: "Pekiştirme". Dolayısıyla da verdiğiniz örnek kelimelere "pekiştirme sıfatı" denir. Bunlar, öneklerle güçlendirilmiş niteleme sıfatlarıdır. İşler fazla karışık değildir; olup olacağı dört adet harfin (m, p, r, s), niteleme sıfatının ilk ünlüsünün sonrasına kadarki kısmının sonuna gelmesi suretiyle bir önek oluşur ve bu -adı üzerinde!- önek de sıfatın başına gelir.
Böylece olur size pekiştirme sıfatı. Burada karışıklık olarak gördüğünüz şey hangi kelimede hangi harfin kullanılacağıdır ki, bu da biraz "dil sağduyusu", çokça da Türk dilinin (organ olarak "dil"den bahsediyorum) dönmeye yatkın olduğu "diftong"lar meselesidir.
Bir başka sorunlu nokta da, fiillerin geniş zaman takılarıdır.. Çoğunlukla tutarlıdır, fakat, bazı fiil kökleri sözkonusu olduğunda iş karışır. Örnek vermek gerekirse, 'sil' ve 'bil' köklerine bakabiliriz. Bunların geniş zaman halleri 'sil-er' ve 'bil-ir' olur...
Başka örnekler de vardır. Niçin bunun böyle olduğunu açıklamak kolay değildir. Bu yüzden de, fiil köklerinin geniş zaman halleri ayrı ayrı bilinmek zorundadır. Bazen de, her iki şekliyle görüldükleri olur. Meselâ, 'san-mak' böyledir; hem 'san-ar' ('san-ar-ak') hem de 'san-ır' olarak görülür ('san-ır-ım')... [MuzAn]
Geniş zaman kip eki "-[e/i]r"dir. (Burada e harfi, geniş düz ünlüleri yani e ve a'yı; i harfi ise, dar ünlüleri yani i, ı, u ve ü'yü temsil eder. Ünlülerle biten fiil tabanlarında e ya da i kullanılmadan yalnızca r harfi ek olarak kullanılır.) Peki ne zaman e, ne zaman i kullanılır? İşte burada bir kural yoktur; "uyarına göre" deyip geçiveriyoruz –yani haklısınız.
Ancak bir düzeltme yapayım: "Bazen de her iki şekliyle görüldükleri olur" ifadeniz yanlıştır. "San-ar" olmaz; çünkü verdiğiniz örnek yanlıştır: "san-ar-ak" değildir verdiğiniz örneğin açılımı; "san-arak"tır. Dolayısıyla "-ar" olmuş değildir. "Buradaki "-arak" bir "durum ulacı" olan "-[y]erek"in ta kendisidir!
{Not: Metin bey haklıydı. Orjinal yazıda 'san-a-rak' örneği kullanılmıştı ve yanlıştı. Daha sonra yayınlanan yazıda bunu 'san-a-rız' olarak değiştirdim.}
Sırf kelime oluşturma kurallarını bilmek, yani birkaç bin adet mekanik kuralı bilmek yeterli değil; kelime bazında da bilgi sahibi olmak gerekiyor... Bunca kural ve istisnayı topladığınız zaman, Türkçe bir hayli zor bir dil haline geliyor. [MuzAn]
Doğruya doğru!
Bu noktada, şuna da değinmek isterim: Arada bir, ya da sık sık, Türkçenin matematik bir dil olduğunu, matematik olarak temsil edilmeğe çok yatkın olduğunu, matematik bir ahenk içerdiğini ya da benzer sözleri –herkes gibi– ben de çok duydum. Matematiği de çok severim –yani, matematik dendiğinde fellik fellik kaçanlardan değilim– ama bu iddiaları artık ciddiye alamıyorum. Bence, bir modern hurafedir bu iddialar...
Matematiğin güzel tarafı, kuralların kısıtlı sayıda olması, zor şeyleri kolaylaştıracak şekilde sembolize edebilmesidir. Türkçede, başka bütün dillerde olduğunu söyleyebileceğimiz şekilde, zor şeyleri kolaylaştıracak şekilde sembolize edebilmek sözkonusudur ama kural sayısı az değildir ve istisna sayısı da hatırı sayılır derecede çoktur. Bu da, Türkçeyi matematik metotlarla, sembollerle temsil etmeği pratik olarak imkânsız kılar.
Bu modern hurafe sadece yanlış olmakla kalsa bence pek mahzuru yoktur, ama, iki ana başlık altında zararlı oluyor. Birincisi, matematikten korkanları Türkçeden de soğutuyor. İkinci mahzuru da, bu iddiaya inanıp yola çıkanları çok kısa zamanda yaya bırakıyor. Gereksiz hayal kırıklıkları ve mağlubiyetlere yol açıyor. Bu iddiadan, bu modern hurafeden bence vazgeçmeliyiz. [MuzAn]
Türkçede istisnai durumların hatırı sayılır derecede çok olduğu görüşünüze -özür dileyerek- katılamıyorum. Almancayı falan gözönüne getirin bir bakalım, ya da İngilizceyi; pek mi matahlar bu konuda?!
Hiç öyle düşünmüyorum. Türkçenin matematiksel bir güzelliğe sahip olduğu görüşüne kızarken, işin kural-eğilimlilik kısmına bakılarak ve bu hususta Türkçe takdir edilerek kızmaktan vazgeçilmelidir! Dediğim gibi, istisnalar başka birçok dile oranla gerçekten de istisnaidir! (İstisnanın istisnai olması gibi tuhaf bir ifadeyi özellikle kullandığımı belirtmem gerekir mi?)
İngilizcede kök kelime sayısı Türkçeden daha fazladır –bunu biliyoruz– ama sonsuz değildir. Bunların önemli bir kısmını belleğimizde tutabiliriz, geriye kalanını sözlüklerden bakıp çıkarabiliriz.
Türkçede kök kelime sayısı çok daha azdır –İngilizcenin onda biri belki–, fakat, Türkçede üretilebilecek kelime sayısı pratik açıdan sonsuzdur. Tekrar edeyim: Türkçede üretilebilecek kelime sayısı pratik açıdan sonsuzdur.
Bu sonsuzluğun bedeli de, söylenen her kelimeyi tek tek bir zihin prosesinden geçirmektir.
Her kelimeyi, köke indirgeyinceye kadar takılarından tek tek sıyırmak ve arada elde ettiğimiz parçalara anlam vermeğe çalışmak prosesinden bahsediyorum..
Bu proses hayli meşakkatli bir zihin yükü olsa gerek.. [MuzAn]
Bu zihin yükü, esas itibariyle, Türkçe öğrenmek gafletine düşmüş yabancılar için geçerlidir desem?! Biz bu süreçten öyle mekanik bir tarzda geçmeyiz.
Az önceki 'karşılaştırılabilirmişçesine' kelimesinin kendisine has bir anlamı olduğunu gördük. İyi de, siz hangi Türkçe sözlükte 'karşılaştırılabilirmişçesine' diye bir kelime bulabilirsiniz?
Benim baktığım hiçbir sözlükte yoktu. Bütün bulabileceğiniz 'karşı' isim kökü ve bunun türevi olan birkaç başka kelime daha. O kadar.
Tabii ki, 'karşı' kökü ile 'karşılaştırılabilirmişçesine' arasında bir ilişki vardır; vardır, ama o kadar uzaktır ki, ilişkiyi kurabilmek için dili biliyor olmak lazımdır. O zaman da, sözlüğe filan pek gerek yoktur...
Bu örnekler de bizi Türkçede sözlük yazmanın ne derece zor hatta anlamsız bir çaba olduğuna götürür..
Uydurulabilenlerin sayısı sonsuz olunca, eksiksiz bir sözlük yazmak da imkânsız oluyor..
Üstelik, bu imkânsızlık, sadece bildiğimiz anlamda sözlük yazımında değil, ayrıca eşanlamlı-zıtanlamlı (synonyms-antonyms) kelimelerin bir arada toparlanabileceği, thesaurus cinsinden bir şeyi yapmağı pratik açıdan imkânsız –bazen de gereksiz– kılar..
Öyle ya, 'mukayese' kelimesinin eşanlamlısı 'karşılaştırma'dır da, 'karşılaştırma'nın zıtanlamlısı pek de kolayca 'karşılaştırMAma' olur...
Pek de anlamlı olmasa bile, herkesin uydurma ruhsatı olduğu için kimsenin itiraz hakkı da olamıyor. Thesaurus gerekli bulunmadığı için kullanmak alışkanlığı olmuyor, kullanmayınca da dilin zenginliği giderek azalıyor.. [MuzAn]
Yukarıda bir yerde "kavramsal gövdeler" ile "kavramsallık taşımayan gövdeler"den sözetmiştim. Aslında tam da burada bunu biraz açabiliriz. Denebilir ki, bu iki kategori arasında kademeli bir geçişme sözkonusudur.
Örneğimizden gidersek, "karşı" ile "karşılaştırılabilirmişçesine" arasında "karşıla[/n]ma[/k]" vardır ve bu, "karşılaş[/ıl]ma[/k]", "karşılaştır[/ıl]ma[/k]", bir de bunların bir "özel + kurallı + bileşik fiil" çeşidi olan ve anlamsal bağlamına göre "yeterlik fiili" veya "olasılık fiili" denen "-ebilmek" (olumsuzu "-ememek") fiiliyle türetilen "karşıla(y)[/n]abilme[/k]", "karşılaş[/ıl]abilme[/k]", "karşılaştır[/ıl]abilme[/k]", "karşılaştırılabilir", "karşılaştırılabilirlik" türevleriyle, kademeli olarak uzar gider.
Bakınız bu kademelerdekilerin handiyse tümü kavramsal gövdelerdir; lakin –bazı ara kademeleri atlayarak gidelim şimdi- verdiğiniz örnek, yani "karşılaştırılabilirmişçesine" kelimesi çok zorlanmadıkça kavramsal gövde sayılamaz artık –dolayısıyla da sözlüğe girmesine gerek yoktur. Biraz karışık bir husus ama didiklenirse o karışıklık bir nebze azalıyor.
Bu eksikliği gidermenin tek makul yolu, akıllı sözlükler yapmak olacak. Yani, verilen kelimenin yapısal analizi yaptıktan sonra anlamını gösteren bir sözlük...
Bu da bizi, tekrar morfolojiye geri döndürür. Morfolojiyi halletmeden, böyle bir sözlük yapamazsınız.
Fakat, sadece sözlük için gerekli değil morfoloji, başka bir sürü şey için gerekli..
Türkçe, yukarıda saydığım kurallar çerçevesinde, altyapısı hayli mekanik olan bir dil. Bu da, onun çok kolayca bilgisayarlar tarafından analiz ve sentezini kolaylaştırıyor. Tek yapılması gereken şey, biraz sabır gösterip, o kuralları oluşturmak. Bu da, Türkçeyle alakalı herşeyde olduğu üzere, zor değil ama emek, zaman ve sabır istiyor. [MuzAn]
Evet, "emek, zaman, sabır" gerekiyor. Fakat ben buna önemli bir ekleme –daha doğrusu bir önkoşul- getireyim: Önce karşılıksız, saf, fedakârane bir "dil sevgisi" gerekiyor.
{Bu, son derece isabetli eleştiri üzerine, genel çerçevenin daha iyi anlaşılması için, bir yazışmamız oldu Metin beyle. O yazışmanın da ilgili kısımlarını yayınlamak izni aldım. Aşağıdaki bölümde bunu görebilirsiniz. Burada köşeli parantezler içindeki kısaltmalar o paragrafı kimin söylediğini temsil ediyor. Çok estetik olmadığının farkındayım, ama mevcut teknoloji daha iyisine imkan vermiyor maalesef}
"Boyle baktiginiz zaman, 'ev-ecek' nicin olmaz sorusunu morfolojinin icinde cevaplamak zorunlulugu cikiyor. 'Abi'lerden --ust katmanlardan yardim almadan." [MuzAn]
Hem katılıyor, hem katılmıyorum. Neden katıldığım açık, ama neden katılmadığımı söyleyeyim: Çünkü bu durumda işin içinden çıkamayız. Amaç sorun çözmek ise, sorunu nerede çözebiliyorsak orada çözmeli ve mantık dairesinde bu çözümü teşmil edebilmeliyiz. [MtP]
Bu tip seylerde hep oldugu uzere, hem haklisiniz hem de degilsiniz.
Haklisiniz, cunku lisan sadece bir katmandan filan olusmuyor. Tamami bir entegre butun olan bir sistem. Sirf ben istedim diye, meseleyi morfolojiye hapsetmenin alemi yok. Lexical, semantic, semiotic {ve daha bilmem ne bela (!)} ismiyle bir suru katman bir arada calisip bir lisani, bir anlasma ortamini sagliyor.
Buraya kadar size tabii ki katiliyorum.
Fakat, sorun surada: O ust katmanlar (bilgisayarlasma veya sistematizasyon acisindan) hazir degil. Dolayisi ile, ust katmanlardan yardim alamiyoruz. Alabilsek cok iyi olur, ama, alamiyoruz.
Boyle bir durumda, cozumu ust katmanlarin yardimina havale etmek, cozumu hic beklememek oluyor.
O yuzden benim onerim su: Morfoloji, yaptigi analiz icinde, ortaya cikan yapninin ne olabilecegine dair kac alternatif varsa onlarin tamamini bir teklif olarak hazirlasin. Bunu yapmasi aslinda hic de zor degil. Ardindan da, ust katmanlar hazir oldukca, bu teklifleri elemeye tabi tutarlar. Daha sonra, ust katmanlari temsil eden sistemler yeterince olgunlastiginda, morfolojik analiz bunlarla entegre calisir, ve, onca teklifi hazirlamak yerine, ara-kademelerde elemeleri yapacagi icin daha az alternatif ortaya cikar. Bunu soyledigim zaman kolay anlasilir olamadigimi tahmin ediyorum, cunku ben bu prosese bir bilgisayar prosesi gozuyle bakiyorum.
Alternatiflerin hazirlanmasi da hic sorun degil. Fakat (bilgisayarda) mevcut olmayan (henuz yazilmamis) fonksiyonaliteye bagli kilarsak, iste o zaman isin icinden cikamayiz bence. [/MuzAn]
"'Isim' ve 'isim soyundan' meselesine gelince; morfoloji seviyesinde ikisine birden gerek yok. Daha generic olan hangisi ise onu kullanmak zorundayim. Bu tabii ki, 'isim soyundan' da olabilir. Benim acimdan farketmez. Kisa olsun diye 'isim' dedigimi dusunebilirsiniz --ama, sart degil. Daha dogrusu 'isim soyundan' demek ise, onu kullanmagi tercih ederim." [MuzAn] Yok bu o kadar problem değil! Kısa olsun diye "isim"/"fiil" deyip geçebiliriz. Ben zaten parantez içinde not düşmüştüm. Şimdi bütün dilbilimci uzmanları sollayarak ben de bir terim uydursam ayaküstü fena da olmaz hani! Çünkü "isim soyundan"/"fiil soyundan" ifadeleri terim gibi değil, basit bir niteleme gibi duruyor; bunlara sözgelimi "isimgil[ler]"/"fiilgil[ler]" desek belki daha kullanışlı olabilir. Neyse, sayıyla kendime gelmeliyim! [MtP]
Tanitici kelime uydurmak konusunda o kadar korkak olayin. Benim sizden beklediklerimin arasinda --belki de basinda-- bu da var.
Cunku, bu konuda gercekten elle tutulur bir calisma pek yok. Bu calismayi belli bir yere kadar surdurebilirsek, Turkcenin terminolojisini filan oturtabiliriz. Bunu soyledigim zaman size abes ve utopik gelebilir ama oyle olmadigini biliyorum. [MuzAn]
"Ha, bir de şu eski "matematiksel güzellik" anlaşmazlığımız!" [MtP]
"Samimi soyleyeyim. O konu benim ilgimi, bu spesifik baglamda hic cekmiyor. ya da soyle diyeyim, keske matematikselligi olsaydi ya da ben establish edebilseydim de ugrasim azalsaydi. Subjektif acidan tartismak istedigim bir konu degil yani. Pratik acidan varligini bana birisi gosterirse hic gocunmam baliklama dalar ve kaparim." [MuzAn]
Ben de zaten nesnel verilerle iddiamı destekleyemedim, destekleyecek durumda da değil[d]im. O yüzden es geçmemizde sakınca görmüyorum pek. [MtP]
Benim onu orada, ya da herhangi bir yerde bahsedisimin sebebi, bu tur bir iddia/oneri ile ortaligin aniden toz-duman olmasini istemeyisimdir.
'Oyledir', 'degildir' tartismasina girersek, is yapamaz oluruz. O yuzden, bu tartismayi gundeme geldigi anda 'kapsam disi' ilan etmegi teklif ediyorum.
Ve, bir gun birisinin cikip Turkcenin matematikselligini gostermesini de umit ediyorum; cunku, bunu ben de gormek istiyorum. [MuzAn]