Kurtlar Vadisi - Kurtlar Sofrası

Bu konu kendi içinde ilginç. Sorular sormamak olmuyor, sorunca bir cevap alacağınız da garanti değil. Aldığınız cevabın neye yöneltmek istediğini de bilmeniz mümkün değil. Ya da bu cevaplardan çıkardığınız hülasa ile ne yapacağınız..

Bir cadı avı korkusu var. Bunu görebiliyorum; ve o yanlışa düşmemek gerektiğini de biliyorum. Ama, öte yandan da, bu cadı avı korkusunu sadece biz mi yaşayacağız? Yani, bu korku yüzünden, zararın alıcı ucunda olan herkes ve herşey pasifize mi olmalıdır?

Aşağıdaki yazısında Yiğit Bulut da bu konulara değinmiş. İşin cari ekonomik boyutunu filan da katarak..

Benim hatırladığım bir şeyi de ekleyeyim buraya: Dışişleri ve Maliye bürokrasisinin tepelerinde yıllarca bulunmuş bir tanıdığım bana bir aralar hep "bu devleti 2,000 kişi ile yönetmek mümkündür" diyordu.

İtiraf edeyim, o zaman, ne demek istediğini pek anlayamamıştım. Acaba, o ikibin kişilik kadronun bir türlü tamamlanamayışından mı şikayet ediyordu, yoksa var olduğunu ve işlerin öyle yürüdüğünü mü anlatmak istiyordu? Hangisi olduğunu hiç bilemeyeceğim, çünkü şimdi de sormak için çok geç.

Neyse, anlaşılan, ekonomik hayatımızda bu sayı biraz daha fazla, bunu da Bulut'un verdiği rakkamlardan öğreniyoruz.

'Efendi' ve 'Kurtlar Vadisi' filmi gibi eserler, 'dezinformasyon' amaçlı mı?

Yiğit Bulut - 2006-07-29 - ReferansGazetesi

Dün bir arkadaşımla konuşurken kendisine Efendi-1 ve Efendi-2'de katılmadığım noktalar olsa bile bizi bugüne kadar atladığımız kavramlar ile tanıştırdığı için aslında çok önemli bir iş yapıldığını söylediğimde, şöyle bir tepki verdi; "Yalçın Küçük'ün sabetaycı kavramını bu kadar ısrarlı bir şekilde ortaya atmasından, 'Efendi' kitaplarının yazılmasına kadar olan bütün süreçte amaç aslında Türk insanına şu fikri enjekte etmek; bu yapıyı kuran temel dinamik Türko-Judaik bir temele dayanır. Göreceksin şimdi söylemeseler bile ileride bizim için önemli olan, cumhuriyetin temelinde gördüğümüz herkesin judaik olduğunu iddia edecekler."

Değerli dostlar, arkadaşımın tepkisini anlamlı buluyorum, önlem alma açısından gerekli görüyorum ama tam olarak katılmıyorum. Kitapları yazanların yani Yalçın Küçük ve Soner Yalçın'ın böyle bir amaca hizmet etmediklerini düşündüğüm gibi, bu tip bir yol kontrol edilmesi mümkün olmayan bir süreçten geçiyor. Diyelim ki amaç sonunda hepimiz judaikmişiz dedirtmek, ya arada özellikle İsrail-Lübnan saldırısı sonrası iyice ortaya döküldüğü gibi, iş büyür kontrolden çıkar ve ülke içinde cadı avına dönüşürse...

Kazananların sadece yüzde 10'u Türk

Değerli dostlar, son 4 yılda üniversitelerde yaptığımız Finans Analiz konferanslarında gençlerin en çok üstüne bastırdıkları cümleyi sizlere aktarayım; Türkiye'de 5000 gerçek ve tüzel kişi son 26 yıldır devlete düzenli olarak borç veriyor, aslında bunların kökleri 200 yıl geriye gidiyor, kriz de olsa ortalık sakin de kalsa, onlar her zaman kazanmaya devam ediyorlar, işin garibi bu gurubun en fazla yüzde 10'u Türk.

Bu ifadeyi üniversite öğrencilerinin ağzından defalarca duydum, yaptığımız TV kayıtlarında dahi var. Bu noktada Efendi tipi kitaplar "bizi judaik bir oluşum içinde ortaya çıktığımıza inandırmak için yazıldı amaç judaik bütünlük" diyen arkadaşıma ve onun gibi düşünenlere şunu söylemek istiyorum; birileri bu trend üzerinde bu amacı güdebilirler ama iş çoktan kontrolden çıktı ve Türk Halkı sırtımda kimler var sorusunu sormaya başladı.

Geldiğimiz noktadan geriye bakarsak bana göre Yalçın Küçük de Soner Yalçın da kavramın ortaya atılışı ve algılanması açısından büyük iş yaptılar. Artık kendime sormuyorum; "Kemal Derviş Türkiye'ye ilk geldiğinde neden şunun evinde kaldı?", veya "Monaco Prensi'nin doğum gününü boğazdaki yalısında kutlayan teyzemin Amerikan aksanlı oğlunu siyasete sokmak için nereden ve nasıl buldu" diye! Cevaplarım artık daha net!

Kurtlar Vadisi'ne gelince. Bu film hakkında yukarıdaki kadar olumlu görüşe sahip değilim. Yapılış amacının iyi niyetli olabileceğini ilk örnekler de olduğu gibi kabul ediyorum fakat içindeki mesajların yoğunluğunu analiz ettiğimde beni rahatsız eden bir şeyler var.

Neden derseniz?

Cevapları maddeler halinde aktarmak istiyorum;

1- Film, birçok platformda tartışıldı. Kimileri Türkiye bu atak ile dünya sahnesine çıktı dedi, kimileri uzun süredir yaşayamadığımız dik durma isteğimizi oradakiler ile özdeşleşerek yaşadığımızı söyledi. Bazılarımıza göre film ABD tarafından Müslüman-Hıristiyan çatışmasını körüklemek için yapıldı, bazılarımız ise altında sadece maddi kaygılar buldu. Kim ve neden gibi sorularda boğulmadan film içinde geçen bir sahneden yola çıkarak Türk halkına yönelik yapılan ekonomik dezinformasyondan bahsetmek istiyorum.

İlk etapta seyretmeyenler açısından söz konusu sahneyi tarif etmemde yarar var. Kahramanımız Amerikalı görevli ile tartışıyor ve bu sırada Amerikalının ağzından şu tip bir cümle çıkıyor: "Donunuzun lastiğine kadar biz vermiyor muyuz? Neden üretemiyorsunuz? Ha bire bizden para istiyorsunuz? Birbirinizi soyuyorsunuz? Ne zaman para istediyseniz gönderdik? Artık size bakmaktan sıkıldık"... İfade çok açık ve Türk halkına doğrudan mesaj veriyor: "... Sizler üretemeyen asalak bir toplumsunuz, biz para veririz, siz harcarsınız üstelik bu parayı da paylaşamaz birbirinizi soyarsınız." Cümle, senaristin ekonomi cehaletinden ve bilinç eksikliğinden kaynaklanmıyorsa, tamamen yanlış bilgiler ile dolu ve/veya bir milletin bilinçaltına verilebilecek kasıtlı bir mesaj içeren net bir dezinformasyon.

450 milyar dolar faiz ödedik

2- Peki bu cümle neden dezinformasyon? ABD ve diğerleri daha açıkçası dünya kapitalist sitemini yönetenler, Türkiye'ye bugüne kadar hiçbir dönemde aldığından fazlasını hatta aldığının onda birini bile vermedi... İnanmıyorsanız, geçmişte de durum farklı olmamakla birlikte, elimizde sağlıklı veri olan 1980-2005 arasına bakalım.

a- Türkiye 1980-2005 arasında 1.2 trilyon dolardan fazla, iç ve dış borçlanma ile kaynak elde etti. Yapılan borçlanmaya karşı son 25 yıl içinde 450 milyar dolardan fazla faiz ödedik.

b- 400 milyar faiz ödediğimiz dönemde sadece 80-100 milyar dolar arası değişen bir yatırım yaparken, 250 milyar dolara yakın da bir personel giderimiz oldu. Bu noktada ortaya çıkan çarpıcı veri personel giderimiz ile yatırım yaptığımız tutarın toplamı ödediğimiz faiz kadar olamadı.

c- Yatırım harcamalarımız son 24 yılda 2.5-3 kat arasında bir artış gösterirken, iç borç faiz ödemelerimiz 75'ten, dış borç faiz ödemelerimiz ise 19 kattan fazla arttı. İç ve dış borçlara ödediğimiz faizdeki artış oranı ilk başladığı noktaya göre ortalama 50 kattan fazla bir artış gösterdi.

d- TMSF'nin açıklamasına göre batırılan, hortumlanan bankaların (filmde "Birbirinizi soyuyorsunuz o yüzden kalkınamıyorsunuz" dediği kısım) basit maliyeti 1980-2005 arasında 45 milyar dolar olurken, ödediğimiz para 450 milyar dolar ile banka faturasının 10 katına denk geldi. Bunlar sadece son 25 yıl içinde bize baktığını iddia edenlere ödediğimiz faiz ile ilgili detaylar. Konunun bir de, Türkiye üzerinden döviz-borsa-faiz üçgeninde kazanılan, örneğin son beş yılda dolar bazında 1'e 5 ila 1'e 55 arasında değişen oranlarda getiri sağlayan sıcak para tarafı var.

Bu noktada "Neden kalkınamadınız?" diye soran sahneye cevap olarak efendilere ödediğimiz faiz ile neler yapabileceğimizi gösteren daha doğrusu nasıl kalkınabileceğimizi anlatan bir tablo aktarmak istiyorum: 2004 konsolide bütçe rakamlarına bakarsanız, ödediğimiz faiz haftada 1 milyar dolar. 2005 için haftada 700 milyon-1 milyar dolar arasında, 2006 beklentisi 700 milyon dolar altında değil.

3- Bir millet, gerçekten hiçbir işe yaramadığına inandırılma ve ne kadar faiz ödediği gerçeğinden koparılma yoluna ancak yukarıda adı geçen filmde örneklenen bu cümle kadar iyi sokulabilir. Olaya bu açıdan bakınca iyi niyetle yola çıkıldığını kabul dahi etsem; kullanılan ifadelerin ve yapılmak istenen şuuraltı ekimlerin, kültürel manipülasyon olduğunu düşünebileceğim net ip uçlarım var.

Sonuç:

Türkiye çok zor bir dönemden geçiyor. Böyle bir yapı içinde her eserde, her fikrin altında, acaba sorusuna cevap aramamız gerekli. Bu zor günlerde bence en doğru yol; algılamamızı tamamen kaptırmadan ve hiçbir akıma köle olmadan biz yararlı olabilecek kısımları süzmek ve bu bilgi kirliliği içinde kendimize doğru sentezi bulabilmek.

Evet, doğru sentez çok önemli. Doğru analiz daha da önemli...

Bunca söylenen arasında benim garibime giden, ve anlamadığım, 'komplo teorisi' ise "Göreceksin şimdi söylemeseler bile ileride bizim için önemli olan, cumhuriyetin temelinde gördüğümüz herkesin judaik olduğunu iddia edecekler." demektir...

Bu söylenebilir tabii ki, ama, sadece söylemek yetmez. Bunun içini de doldurmak gerekir. Yani, bahsedilen dönemde 'judaik' olmayanlar hımbıllıklarından, tembelliklerinden filan mı oyuna katılmak istememişler, yoksa bir şekilde --ve gereğinde de adil olmak kaygısı içermeyen yöntemlerle-- oyundan atılmışlar mıdır?

Akla bir sürü örnek gelebilir. Cumhuriyet'in kuruluşsunda en ziyade müzaherete mazhar tutulanların kimler olduğuna bakılabilir, dışarıda tutulanların kimler olduğuna bakılabilir. İstiklal Mahkemelerinin ne gibi siyasi tasarruflarda kullanıldıklarına bakılabilir. Aklıma şimdi geldiği için yazıyor olduğum, İskilipili Atıf Hocanın başına gelenlere filan bakılabilir.. Ve saire.

Kısacası, önce analiz önemli. Sonra da sentez önemli.