Haber, İstihbarat, Tanıma, Anlama, Akıl, İmân ve Ruh.. Ve çaresizlik..

  • Haber (Veri)

    Sembollerden oluşur. Hamdır. Ortaya çıkmasının önemli bir sebebi yoktur; 'kerâmeti kendinden menkul' olabilir yani..

    Günlük dile çevirmek gerekirse, bir şeyin yokken var olduğunun, varken yok olduğunun ya da bir hâlden başka bir hâle dönüştüğünün bir 'veri' olarak kayda geçirilmesinden, bildirilmesinden, yani 'haber' verilmesinden bahsediyoruz.

    'Haber' ('veri'), ister kullanılabilir olsun isterse de olmasın, her tür ve şekilde mevcut olabilir. Bilgisayar dünyasından yola çıkarsak, bir Excel tablosundaki hücrelerdeki şeyler birer 'haber' ('veri') örneğidir.

    'Haber' ('veri'), bir olay ya da hâli başka herhangi bir şeyle ilintilemeksizin temsil eder. Kar yağıyor dediğimiz zaman bir 'haber' ('veri') üretmiş oluruz.

    Tabii ki, her haberde olduğu gibi, bir gözlemci gerekir; ve gözlemci de sadece durum değişikliğini bildirir; başka bir deyişle, gözlemcide var olması gereken zekâ seviyesi sadece durum değişikliğini farketmek, ve bunu bir başkasına bildirmesi gerektiğini bilecek kadardır.

    Bu 'bildiriş'in içeriğine 'haber' –ya da, biraz daha az anlaşılabilir bil dille konuşacak olursak, 'veri' veya 'data' diyoruz.

  • İstihbarat (Enformasyon)

    İşe yarasın diye bir işlemden geçmiş 'haber'lere ('veri'lere, 'data'lara) 'istihbarat' (ya da 'enformasyon') diyoruz.

    'İstihbarat' ('enformasyon'), 'kim?', 'ne?' ('hangisi?'), 'nerede?', ve 'ne zaman?' gibi soruların en azından bir kısmına cevap(lar) içerecek şekilde kümelenmiş 'haber'ler ('veri'ler, 'data'lar) anlamına gelir.

    Başka bir deyişle, 'istihbarat' ('enformasyon'), 'haber'lerin ('veri'lerin) birbiri ile bir şekilde irtibatlandırılması sonucunda bir şekilde anlamladırılmasıdır da diyebiliriz.

    Bu anlamlandırma sonucunda faydalı bir şeylerin elde edileceği umut edilir, ama, bu sadece beklentidir; öyle olacağının garantisi yoktur. Bilgisayar dünyasından yola çıkarsak, ilişkilendirilmiş bir veritabanı kullanılarak yaptığımız bir işlem sonucunda elimize aldığımız tablolardan bahsedebiliriz –ortaya çıkan tablo bizim beklentimiz doğrultusunda faydalı olabilir de olmayabilir de...

    'İstihbarat' ('enformasyon'), ilişkilendirilmişlik içerir; sebep-sonuç ilişkisi bunlardan birisi olabilir. Mesela, hava sıcaklığı kısa zamanda 15 derece düştü ve kar yağmağa başladı dersek, bu bir 'istihbarat' ('enformasyon') olur. İşe yarayıp yaramadığı, faydalı olup olmadığı, bu noktada çok da belli değildir.

    Bu arada, şunu eklemek isterim: Bilgisayar vb gibi yeni iştigâllerin oyun alanından çıkarıp geçmişle bağını kuracak olursak, 'enformasyon' kelimesinin yerine 'istihbarat' kelimesini kullanmak bence daha doğru olur.

    Bunun iki sebebi var.

    Birincisi, konuyla ilgilenenlerin bildiği üzere 'işlenmiş habere istihbarat denir'.. Yani, biraz daha anlamlı kılınmış haber(ler)dir istihbarat.

    İkinci sebebinin konuyla çok da alakası yok belki, ama 'istihbarat' kelimesini düştüğü durumdan kurtarmak istiyorum. Filmlerden aşina olduğumuz o kara gözlüklü, gri pardesülü, binbirsurat tiplerin cirit attığı sahanın tekeline bırakılmayacak kadar önemli bir kelimedir 'istihbarat'. Üstelik, 'kara gözlüklü, gri pardesülü, binbirsurat tiplerin' yaptığı iş istihbarat değil, istihbarat amacıyla haber toplamaktır.

    O yüzden, istihbarat kelimesini geri kazanmak zorundayız. İster resmi kimliği olsun isterse de sivil, aklı olan her insanın –farkında olmasa bile– yaptığı bir iştir istihbarat.

    Özetlersek, ham 'veri'nin, 'data'nın, 'haber'in işlenmiş haline 'enformasyon' ya da –daha doğrusu– 'istihbarat' diyoruz.

    Gelen haberler arasındaki nispeten basit ilişkilerin sonucunda elde edilir. Örnek cümlemize geri dönecek olursak:

    Hava sıcaklığı kısa zamanda 15 derece düştü ve kar yağmağa başladı.

    Burada iki unsur ilişkilendiriliyor.

    Sondan başlayacak olursak, karın yağmağa başlamış olduğu söyleniyor; ve bunun sebebini de daha önce gelen haberlere dayanarak açıklıyor. Yani, hava sıcaklığının 'kısa zamanda' ve 15 derece düşmüş olması.

    Dikkat edilirse, '15 derece' standard nümerik bir veridir; halbuki 'kısa zamanda' lafı subjektiftir. Başka bir deyişle, istihbarat subjektif değerlendirmeler içerebilir.

    'İstihbarat'ın bir nebze subjektiflik içermesi yadırganmaz; aksine –gerektiğinde anlamlı kılınmak kaydıyla–, subjektiflik içermesi hem normaldir hem de beklenir.

    Beklenir, de, dikkatli olmak lazımdır. Daha sonraki adımlarda sorulacak olan 'niçin?' sorusunun ön bir cevabı olmak riski taşıyabildiğinden, nihai çıkarımı şaşırtmak ihtimali vardır. Dolayısı ile, nihai çıkarım esnasında, 'haber' kadar 'istihbarat' da sorgulanmalıdır.

  • Tanıma (Bilgi) (Knowledge)

    Nasıl? sorusuna cevap vermek ve faydalı olmak amacıyla veri ve enformasyonun toparlanmış, düzenlenmiş hali. İlişki bağları yoluyla anlam kazandırılmış 'istihbarat' ya da 'enformasyon'a 'tanıma' ya da 'bilgi' diyoruz.

    'İstihbarat'ın ve onun da temelindeki 'haber'lerin oluşma mekanizmasını çıkarsama denemesidir. Nelere nelerin sebep olması sonucunda nasıl bu noktaya gelinmiş olduğunu, bu çizginin metod ya da yöntemini tespit etmek, adını koymaktır ('isimlendirmek') tanıma.

    'Pattern'i görmek de diyebiliriz. Bu bir öğrenme adımıdır, ve bütün öğrenmelerde olduğu üzere, aşinalığa yol açmak anlamına da gelir.

    Aşinalık iyi bir şeydir, fakat, tabii ki riski de vardır: 'Tanıma' (ya da 'bilgi') neredeyse herzaman deterministik bir güzergâh takip eder ve nispeten daha aşina gelen patternler daha kolay farkedilebilir, daha nadir olanlar da gözardı edilebilir ya da yanlış isimlendirilebilirler.

    Çok fazla aşinalık yüzünden 'tanıma' eğer 'ezber'e ('lookup table') dönüşmüsse, 'ezber' yoluyla ulaşılmış olan 'tanıma' ('bilgi') da bir yere kadar faydalıdır, fakat, yetersizliği yüzünden yanıltıcı olabilir.

    Bundan şunu kastediyorum: Bir ilâ on arasındaki bütün sayıların birbirleriyle çarpımlarını (Çarpım Tablosunu) ezberlemek bize '3 kere 9'un cevabını bulmakta faydalı olur, ama '4 kere 13' için bir faydası yoktur. Bunu yapabilmek için ezberi aşabilen yetenek gerekir.

    Ezber ve ezbere dayalı 'tanıma' dediğimiz zaman sadece insanları kastediyor olmak zorunda da değiliz. Bilgisayar dünyasından bahsedecek olursak, kullandığımız bir çok modelleme ve simülasyon vb türü yazılımların temelinde depolanmış (ezberlenmiş) 'tanıma' ('bilgi') vardır ve her ne kadar bu o yazılımların (tecrübe) zenginliğini ifade ederse de, bu, onların gelişen yeni şartlardan isabetli yeni 'tanıma' lar ('bilgi'ler) üreteceğinin, yeni şartları isabetli isimlendireceğinin garantisi anlamına gelmez.

    Atmosferde nem (su buharı oranı) yüksek olduğunda, ve hava sıcaklığı hızla düştüğünde, buhar donar ve kar yağar dediğimiz zaman 'olan bitenin ismini koymak' denemesi yapıyoruz; yani bir 'tanıma' veya bir 'bilgi'.

    Bu, ezberlense de faydalı olabilir –unutulmasından iyidir–, fakat, meşâkkatli (yani, zihin yükü anlamında 'pahalı') olmakla birlikte, her defasında sıfırdan başlanması en doğru olanıdır. Her hâl ü kârda, 'tanıma' ('bilgi') asıl faydası bir üst seviyede kullanılabilirliği kadardır.

  • Anlama

    'Niçin?' sorusuna verilen cevapları içerir.

    Eldeki 'tanıma' ('bilgi') kümelerinin içinden ve rastlantısallığı (olasılıkları) da dikkate alarak yapılan, idrâke giden analitik bir prosestir.

    'Tanıma'yı ('bilgi'yı) alır ve, gerektiğinde, sentez yoluyla yeni 'tanıma'lar ('bilgi'ler) üretir.

    'Tanıma' ('bilgi') ile 'anlama'nın temel farkı ezberleme ile öğrenme arasındaki farktır. 'Anlama' kabiliyeti (zekâ), yeni 'tanıma'ları ('bilgi'leri), bazı hâllerde de yeni 'istihbarat' ('enformasyon') üretmek, ve sentezleyip faydalı tavır almaktır.

    Başka bir deyişle, 'anlama', yeni 'istihbarat' ('enformasyon'), yeni 'tanıma' ('bilgi') üretmek ve mevcut 'anlama'nın üzerine bunlardan yeni bir 'anlama' binâ edebilmektir.

    Bilgisayar dünyasından yola çıkarsak...

    Aslında pek de yola filân çıkamayız, çünkü yapay-zekâ denemeleri bile henüz ele gelir bir şey ile sonuçlanmamıştır.

    Eğer atmosferde nem yüksekse, ve hava sıcaklığı kısa zamanda düşerse, süratle yoğunlaşan nem donar ve kar yağar dediğimiz zaman bu bir 'anlama'dır. Birden fazla ilişkinin niçin irtibatlandırıldığını da içeriyor. Buradan, sadece 'niçin dışarıda kar yağdığı'nı değil, başka amaçlı kullanımlar için yeni önermeler, 'anlama'lar de üretmek sözkonusudur.

  • Akıl

    Kıymetlendirilmiş 'anlama' da diyebiliriz.

    Faydalının ne olduğu da bu seviyede belirlenir. 'Akıl', eldeki idrâkin ('anlama'nın) dışına taşan uzantıları da kapsar ve ne sadece deterministik ne de sırf rastlantısal bir prosestir.

    Önceki bütün proseslerden istifade eder ve ayrıca başka kural setlerini (ahlak, etik vs) de kullanır. 'Anlama'nın yeterli olmadığı, daha önce mevcut olmadığı yerlerde çıkış arar ve bulur.

    Başka bir deyişle, felsefi arayışların olduğu seviyedir. Daha önceki seviyelerden farklı olarak, cevabı olmayan ya da zor bulunan soruları sorar. Nihaî tahlilde, 'akıl', bizim hüküm verirken (doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü ayırdederken) başvurduğumuz prosestir.

    'Akıl'ın, sadece ruhu olanlarda mevcut olabileceği varsayılır. Başka bir deyişle, ruhu olmayanın 'akıl'ının olamayacağı kabul edilir. Böylece, ruh veremediğimiz müddetçe, bilgisayar ya da başka bir makinanın akıllı olmasını bekleyemeyiz.

    'Akıl' ile ilgili bir örnek vermek gerekirse: Niçin ve nasıl kar yağdığı bilgisini kullanıp daha sonraki adımlarda ne olabileceğini öngören ve neyi niçin şimdiden yapmamız gerektiğine dair hükûm verdiğimiz şu cümleyi dikkate alabiliriz.

    Hava nemliydi zaten, aniden de çok soğumağa başladı; yakında mutlaka kar yağacak demektir. Dışarı çıkıp kartopu oynayacaksak, mutlaka daha sıcak bir şeyler giymemiz şart dediğimiz zaman, 'akıl'ımızın fonksiyonalitesini görürüz.

    Dolayısı ile, 'akıl' hep faydalı olanı bulup çıkarmak işidir.

    Buradan herhalde şunu çıkarabiliriz: Bile bile zararlı olabilecek şeyler yapanlara 'deli'; faydasız şeyler yapanlara da 'akılsız' denir..

    Denir mi?

  • İman (inanç) ve Ruh

    'Ruh'tan önce 'iman'da ('inanç'tan) bahsetmek gerekiyor. Fakat, böyle bir analizde 'imân' ('inanç') gibi bir başlığın olmasının gerekli olup olmadığının cevabı çok kolay verilebilir değil.

    Kimine göre, 'imân' ('inanç'), tıpkı 'akıl'ın 'ruh'a yaptığı gibi, 'akıl'ın kendinden önceki proseslerden gelenlerde gördüğü yetersizlikleri karşılamak amacıyla ürettiği bir 'anlama'dır. Yani, sanal bir 'anlama', ya da boşlukları doldurmak amacıyla yapılmış, yapılması zorunlu görülmüş bir icât...

    Kimine göre de, 'imân' ('inanç'), 'akıl'dan bağımsız ve 'akıl'dan daha yukarıda, 'ruh'a yakın bir seviye; hatta, 'ruh'un bir parçası ...

    Benim kanaatimi sorarsanız: Buraya kadar söylediklerim zaten yeterince zordu ve bir sürü hata içeriyor.. 'İmân' ('inanç'), ve 'ruh', ister sanal ve icât olsunlar, isterse de gerçek ve 'akıl'dan daha yukarıda, benim aklım bunların haklarında anlamlı şeyler söyleyecek kadar kesmiyor...

    Yani, 'imân' ('inanç') ve 'ruh' bu analizde kapsam-dışı .. [Not: 'Kapsam-dışı' demek onların 'yok' olduğunu söylemek değil; hakkında konuşacak kadar fikri olmadığını söylemek ve (eğer varsa) daha iyi bilenlere bırakmak anlamına geliyor.]

Şimdi..

Bütün bu yazdıklarım, realitenin böyle olduğu, ya da olmak zorunda olduğu anlamına gelmiyor, maalesef. Bunlar sadece bir 'akıl'ın kendisini ve kendinden önceki süreci 'anlama' denemesi...

Doğru, isabetli, olduğuna emin olmak, bunun 'sağlamasını yapmak' imkânı yok.

İşin en kötüsü de, istisnâsız, her insan bu limite tâbi.

Yani, kıt 'akıl' sahibi olanlar kötü, de, asimptotik mükemmel 'akıl' sahibi olanlar bile en çok bu kadar iyi..

'Akıl'ın çaresiz kaldığı, çuvalladığı en beter, en berbat nokta da herhalde budur...