Bir dil, bir klavye..

Türkçenin en iyi hangi klavye ile yazılabilir oldugu tartışmaları yine depreşti gibi.

Bu konuya bakmadan önce, 'zorunlu standard'ın ne anlama geldiğine bakmak lazım.

'Zorunlu standard', aslında bir garabettir. 'Kanun' desen kanun değil, 'kanun hükmünde kararname' desen o da değil; ama, özünde öyle bir yaptırım gücü olan (olması dayatılan) bir garabet..

Şu anlama geliyor: Herhangi bir şey, eger 'zorunlu standard' kapsamındaysa, o şeyi üretiyorsanız ya da ithal ediyorsanız, o standarda uymak zorundasınız.

Kulağa hoş geliyor değil mi; devletimiz bizim adımıza kaliteyi kontrol ediyor filan sanıyorsunuz...

Alakası yok.

Bütün standardlarda olduğu üzere, bu da, o şeyin neye benzeyeceğini tarif etmeğe çalışır. Yeterince detaylı olmadığı için de, 'şekil şartı' olmaktan öteye gidemez.

Bunu 'F Klavye' konusuna indirgeyecek olursak, bu 'zorunlu standard' sayesinde, tuşların yerleşim yerleri belirlenmiş olur.

O kadar.

Peki, bu kötü bir şey midir?

Evet.

Evet, çünkü 'tek doğru'yu temsil ettiği iddiasıyla, size başka bir alternatif tanımaz.

Halbuki, üzerinde konuştuğumuz 'F Klavye', 1950'lerde yapılmış bir 'çalışma'ya dayanıyor.

"Dayanıyor" dedim, ama ne kadar aradıysam da bu 'çalışma'nın bir kopyasını bulabilmiş değilim.

Bulsam, 1950'lerden beri değişen dili temsil eden ve çok daha geniş bir kaynakça ('corpus') ile o çalışmanın sağlamasını yapabilirdim.

Ama, yok.

O yok, fakat --biraz da oldu-bittiye getirilmiş-- bir 'zorunlu standard' var ve şimdilerde bunu gerçekten zorunlu kılmağa çalışan bir akım çıkıyor ortaya..

Konu, durduk yerde, bir tür milliyetçilik meselesi oluyor; birileri çıkıp --teknik dayanaklarını açıklamaksızın-- "Türkçe en iyi F klavye ile yazılır" filan gibi beyanlarda bulunuyor..

Bunun gerçekten böyle olduğunu ispatlamak yerine, 60 sene önceki bir çalışmaya atıfta bulunuyorlar (ki, onun da teknik detayları tarihin derinliklerinde kaybolmuş).

Sorun da burada:

O tarihlerde yapılmış olan bir çalışmanın (kullandıkları formuller vs doğru olsa bile) bugünkü imkanlara sahip olması mümkün değil.

Ilk PC'lerin 1980'lerin başında çıktığını dikkate alırsak, 1950'lerde ya da 1970'lerde Türkiye'de bilgisayar 'hiç yoktu' denecek kadar az olduğunu görebiliriz; internet de olmadığı için, kullandıkları metin örneklerinin bugüne kıyasla inanılmaz derecede kısıtlı olduğu da aşikar olur.

Bu yüzden de, bu çalışmanın son derece yetersiz data (veri) ile yapıldığını düşünüyorum.

Buna ek olarak, 1950'lerdeki Türkçe ile bugünkü Türkçe arasında ciddi farklar var.

Sadece dil değil, kullanıcı kitlesi de çok değişti.

Yani, klavye artık resmi yazışma, dilekçe, kitap veya makale yazmak vb için kullanılmıyor; email, yorum, blog veya ödev/rapor yazmak, SMS çekmek vb vs gibi her çeşit sosyal arkaplana sahip insanlar tarafından kullanılıyor.

Kısacası, hem kullanılan kelimeler değişti; hem de kelimelerin kullanım sıklığı farklılaştı.

Bu sebeple, 60 sene önce yapılmış olan bu çalışmanın yenilenmesi bence şart --dolayısı ile, bugün 'zorunlu standard' sayılması doğru değil.

Başka teknik sebepler daha var: 60 sene önceki klavyeler ile kıyaslandığında, bugünküler çok farklı kullanım şekillerine bürünmüştür.

Artık, kimse daktilo makinaları kullanmıyor.


Daracık bir alana sıkıştırılmış tuşları olan, masadan başka yerde kullanılamayacak derecede ağır ve hantal (5-10 kg ağırlığında), iki tuşa basarsanız sıkışıp ariza veren bir mekanik cihazdan bahsetmiyoruz artık.

Şimdiki klayvelerin masa üstünde kullanılanları çok daha geniş --dolayısı ile, artık diseklerinizi karnınıza yapıştırıp iki büklüm olmanıza gerek yok. Rakamları yazmak için ise ayrıca bir nümerik (sayısal) bölüm var çoğunda.

Tuşlar ise, çok daha rahat ve dokunmatik --yani, eski daktilolardaki olduğu üzere, hangi parmağın ne kadar kuvvetle basabileceğini dert etmeniz gerekmiyor.

Masa-üstünü değil de diğer kullanımları dikkate alacak olursanız, işler daha da karışıyor. Cep telefonu vb gibi cihazlarda olan klavyelerde çoğu zaman iki el değil tek el kullanabilmek istiyoruz --bu durumda da bambaşka bir klavye tasarımı gerekiyor.

Bütün bunları altalta yazdığımız zaman, benim baktığım yerden, ortaya iki temel sonuç cıkıyor:

1) 'Zorunlu standard' olarak dayatılmak istenen 'F Klavye'nin gerçekten de bugünkü ihtiyaçları karşıladığının yeniden ispatlanması gerekiyor. Karşılamıyorsa, yeniden tasarlanmalıdır.

2) Herkese ve heryerde aynı klavye tasarımının geçerli olması mümkün değil. Bilhassa 'tek el' kullanımının sözkonusu olduğu hallerde, masa-üstü tuş yerleşimini dayatma doğru değil.

İşin ilginci, bütün bunları cevaplayacak bir çalışmayı yapmak hic de zor değil artık.

Klavye ergonomisi hakkında biraz araştırma yaptıktan sonra, bunu ben de yapabilirim; herhangi bir üniversitenin bilgisayar bölümlerinden birinde bir dönem tezi de olabilir.

Kimin yapacağı çok da önemli değil; ama, birinin yapması gerekiyor.

PKK Kült mü Cemaat mi?

'Kült' sayılabilmek için şu üç temel unsur/olgu şarttır:

  1. 'Biz' ve 'onlar' terimleriyle düşünmek ve 'onlar'dan tamamen yabancılaşmak.
  2. Üye kazanmak ve kazanılmış üyeleri elde tutmak için, açıkça veya inceden inceye fakat her zaman yoğun endoktrinasyon (telkin, talim) teknikleri kullanmak.
  3. Karizmatik bir Kült liderine sahip olmak.
  4. Kültçülükte, Kültün dışındaki her şeyin şer (kötülük) ve tehditkâr olduğu; buna karşılık, kurtuluşun lider ve onun öğretileri sayesinde, ancak ve ancak Kültün içinde mümkün olduğu inancı yerleştirilir.

Telkin teknikleri şunlardır:
  1. Strese ve yorgunluğa maruz bırakma: Üyeler günün herhangi bir saatinde rahatsız edilebilir, onlara yapabileceğinden fazla iş verilir, sürekli meşgul edilirler.
  2. Sosyal ayrışım, tecrit ve baskı: Üyeler toplumdan kopmaya ve soyutlanmaya teşvik edilir ve zorlanır. Sistematik olarak sosyal hayattan koparılan ve soyutlanan üyelerde sosyal uyumsuzluklar görülür.
  3. Suçu hep kendinde arama ve daima kendini aşağılama: Üyeler asla haklı olamazlar; sonunda haklı çıksalar bile, onlardan özür dilenmez; haklı oldukları görmezden gelinir. Bütün yanlışlık ve başarısızlıklar onların samimi olMAması ve Külte yeterince yürekten bağlanMAmışlıkları nedeniyledir. Bu nedenle, başarısızlıklardan kendilerini sorumlu tutmak ve suçlu hissetmek zorundadırlar.
  4. Korku, endişe ve paranoya: Üyelerin sürekli korku ve endişe içinde olmaları ve kımıldayan her yaprağı aleyhlerinde görmeleri, onları bir arada tutmak için kesinlikle gereklidir. Kültün var oluşunu meşru kılmak, üyelerin Kült içinde kalmasının zorunlu olduğunu haklı göstermek ancak bu şekilde kaynaşma ve dayanışma dayatarak mümkündür.
  5. Bilgi kontrolü: Kült üyeleri öyle önüne gelen her şeyi okuyamaz, seyredemez ve dinleyemez. Kendi medya/basın yayınları kuruluşlarının neşrettikleri hariç, izlenen her şey kabahat, suç veya günahtır.
  6. Basamak basamak sadakat ve kendini vakfetme: En iyi üye asla sorgulamadan ve başını kaldırıp da "ben ne yapıyorum?" bile demeden her işe koşturan üyedir.
  7. Olağanüstü haller deneyimleri yaşamak için kendi kendini hipnoz: Kendisini psikolojik olarak iyice hazırlayan üye her türlü kerametvari deneyime açıktır. Duruma uygun gelişen olayların dikkatlice istatistiği tutulur ve tevafuk olarak kayda geçer; denk düşmeyenler ya görülmez ya da lihikmetin öyle olmuştur. Dervişin fikri-zikri meselindeki gibi, rüyalar da halet-i ruhiyeye uygun görülür ve öyle yorumlanır.
Tanıdığınız biri bir Kült üyesi mi?

İşte bunu anlamanıza yardımcı olacak bir kontrol listesi:
  1. Grup, yaşayan bir lidere odaklanmıştır; üyeler ona aşırı bir fanatizmle sorgusuz sualsiz bağlılık sergilerler.
  2. Grubun zihni sürekli yeni üyeler kazanmakla meşguldür.
  3. Sorgulama, kuşku duyma ve memnuniyetsizlik göstermeye kesinlikle izin verilmez; hatta cezalandırılır.
  4. Grup veya lider hakkındaki kuşkuları bastırmak için meditasyon, birlikte ilahi veya zikir, anlaşılmaz sözleri tekrarlama ve bezdirici iş rutinleri gibi zihin uyuşturucu teknikler kullanılır.
  5. Liderlik bazen üyelerin nasıl düşüneceği, davranacağı ve hissedeceğine dair epey detaylı bir biçimde kurallar koyar. Örneğin üyeler nişanlanmak, evlenmek ve iş değiştirmek için liderden izin alırlar. Ne tür kıyafetlerin giyileceğine, nerelerde yaşanacağına, çocukların nasıl terbiye edileceğine hep lider karar verir.
  6. Grup elit sayılmak ister; üyeleri ve lideri için toplumda özel mevki(ler) talep eder. Örneğin, lider beklenen Mesih, Mehdi veya 'avatar'dır; grup ve/veya liderin özel misyonu tüm insanlığı kurtarmaktır.
  7. Grup 'biz' ve 'onlar' ayrışımından beslenir; fakat, bu ayrışım onları büyük toplumla çatışmaya iter.
  8. Grubun lideri, ordu mensupları ve diğer Kültler veya diğer Külterin mensupları tarafından meşru kabul edilmez.
  9. Grup, dışarıya yaptığı propogandada, 'amacın aracı haklı kılmayacağını' savunur. Ancak, uygulamada kendisi buna riayet etmez. Örneğin, 'takiyye', tanımı gereği, riyakârlık olduğu halde, kullanılan en yaygın kamuflaj tekniğidir. (Sözgelimi, bazı Kültler için, Atatürk, kendi içlerindeki mahrem konuşma ve yazışmalarda 'deccal'dır; ancak, bu Kültlere ait resmi (kamuya açık) bir müessese kurulursa, mutlaka bir de 'Atatürk köşesi' açılır ve Ataürk resimleri asılır.) Grup için zararlı olacağı tahmin edilen kişileri gruba yaklaştırmamak veya gruptaki zararlı kişileri gruptan uzaklaştırmak için kullanılan yöntemler başkaları için 'ahlaksızlık' iken, kendileri sözkonusu olduğunda 'tedbir gereği'dir.
  10. Liderlik, üyeleri kontrol altında tutmak için onları sürekli suçlar. Bütün iyilik, güzellik ve başarı, 'lider'in; bütün yanlışlıklar, başarısızlıklar ve suçlar üyelerindir. Arada sırada, gerçekten suçlu olan bir üye, toplum içinde (bazen adı verilmeden, fakat suçu iyice tasvir edilerek) azarlanır ve böylece diğer üyelerin psikolojik olarak etkilenmeleri sağlanır.
  11. Üyelerin gruba bağlılıkları onları aile ve akrabalarından koparır ve gruba katılmadan önceki kişisel amaç ve aktivitelerinden vazgeçtirir.
  12. Üyelerin gruba orantısız zaman ve para ayırmaları beklenir.
  13. Üyelerin sadece grup üyeleriyle sosyal bağ ve ilişki kurmaları beklenir.

Yukarıdaki yazıyı, birey.com isimli sitede 'Bana kültünü söyle' başlıklı sayfadan alıntıladım; fakat, yazıda --bence-- hem cümle düşüklükleri hem de kolay anlaşılmasını engelleyen cümle kuruluşları vardı. Bu yüzden, sözkonusu yazıyı bir hayli değiştirdim. Buna rağmen, buradaki metnin de her türlü telif hakkı orjinal metnin yazarına aittir.

Yazıyı okuduktan sonra epeyi düşündüm..

Evet, PKK'da da kült özellikleri yok değil; ama, 'takiyye' diyebileceğimiz türden kamuflaj tekniklerine başvurduklarını pek görmedim.

Bu yüzden, PKK için, 'kült' diyebileceğimi sanmıyorum.

Cemaat olabilir.

Cemaat olup da kült özelliklerinin tamamını (takiyye dahil) gösteren yapılar hiç de az değil çünkü.