İzmir...

Çok uzun zamandır İzmir hakkında kısa da olsa bir şeyler yazmak istiyordum.

Yok, 'Denizi kız kokar / Kızı deniz kokar' muhabbeti değil.. Körfezin ne koktuğunu bilenlerce artık bu bir methiye sayılmıyor zaten..

Başka bir iki şey yazmak istiyordum. Fakat, bir türlü sıram da gelmemişti. Ta ki, Taha Kıvanç, durduk yerde 'Haydi İzmir'im...' diye bir şeyler yazıncaya kadar..

Şöyle bir giriş yapmış:

Bu defa mâkus talihini kıracağa benziyor İzmir...

İzmirli olup da başka kentlerde yaşayanlar bilirler: İzmir'e her uğrayış bir ezikliğe yol açar: Bir deniz kentinin çimentoya yenilmişliğinin ezikliği... İmparatorluğun en işlek ve kozmopolit kenti iken taşralaşmışlığın ezikliği... İstanbul ve Ankara'yla mukayese edildiğinde ihmal edilmişliğin ezikliği...

Hoş tabii.. yani, bu satırları okuyunca, eminim yedi göbekten İzmirli olanların içini belli bir burukluk, bir daüssıla, bir nostalji filan kaplıyordur.

Ama, benim baktığım yerden öyle görünmüyor. İzmirli de olmadığımdan, iltimas geçmek için kendimi hiç zorlamak ihtiyacı da duymadım.

Yakın geçmişte İzmir'e hayli sık denecek kadar çok yolum düştü. Kısa sayılacak sürelerle de olsa (hafta cinsinden), İzmir'de yaşadım da diyebilirim.

Şunu söyleyebilirim galiba. Emekli olup, elini eteğini herşeyden çekip gidilecek bir yer varsa, o da İzmir'dir bence. Antalya filan değil, İzmir.

Sebebi de, hayat İzmir'de mevsimsel dalgalanmalardan pek de etkilenmiyor. Fiyatlar, İstanbul'a nazaran, çok daha ucuz ve İzmirlilerin sonsuz saydığı mesafeler de, İstanbul'a kıyasla, yürüme mesafesi sayılır..

Herşey, benim baktığım yerden herşey, ekâbirâne düzenlenmiş..

Sırf bir avuç zengin gidip gelsin diye, kaç senedir, çok olsa yazları ve sadece sabah-akşam belli bir trafik gören Çeşme otobanı bunun için iyi bir örnektir bana kalsa..

Ama, dahası var.. İzmir'in içindeki o katlı yollar.. onca paraya mal olmuş fakat beş paralık fayda getirmeyen onca yol.. çevre yolları..

Bütün bunlar kimin için?

Walla, dikkatli bakarsanız, sadece ve sadece bir avuç sahil sâkini için..

Yoksa, İzmir'in arka plânında halâ daha en temel hizmetlerin dahi gitmediği, kimsenin de götürmek için tek kelimelik lakırdı dahi etmediği çoook geniş bir hinterland var..

İzmir ahalisinin bakıp da tiksindiği, yok saydığı..

Bir de.. bir de kindâr ırkçılık..

Evet, bundan başka bir isim ben bulamıyorum buna.. Sağda solda, PKK ile mücadelede vurulmuş askerlerinin adlarının verildiği üst geçitler, şunlar bunlar..

Sanki tek şehit veren 'büyük şehir' İzmir'miş gibi..

Fakat, o değil.. İzmir'de kiminle konuştuysam, yeteri kadar bizbize olunduğunda, lâfın özünde hep bu çıkıyor ortaya.. ırkçılık..

Zengin fâkir ayrımı da var tabii, yani sınıfsal bir yanı da, fakat bunun tezâhürü hep ırkçılık..

İstanbul'da bu yoktur. Ne ırkçılık vardır --dikkate alacak kadar-- ne de İzmir'de olduğu üzere, fakirleri kendi gettolarına hapsedip unutmak..

İstanbul'da fakir ve zengin semtleri yanyanadır (Ataköy ve Şirinevler, Yenibosna vb gibi) ve zamanla geçişler de olur. Arada o denli duvarlar yoktur.

Taha Kıvanç, yazısını şöyle bitiriyor: "İzmir ve İzmirli kendine geliyor; sevindim buna..."...

Taha bey sevinmiş olabilir, ama, gerçekten sevinecek bir şeyler var mı? Kendine gelen İzmir acaba daha az ırkçı mı olacak, ya da oluyor?

Ben hiç sanmıyorum.

İzmir, bence, bir 'büyük şehir' değil, bir büyük akraba köyü..