Tahrim Suresinin Tefsiri

Aşağıdaki metin, hakikat.com isimli siteden, dili sadeleştirilerek ve formatı bir miktar yeniden düzenlenerek, alıntılanmıştır.

Tahrim Suresinin Tefsiri
Surenin Takdimi:

Tamamı Medine'de nazil olan bu Sure; on iki ayet, iki yüz kırk yedi kelime ve bin altmış harften teşekkül etmiştir.

İsmini birinci ayetten almıştır. İlahi hükümleri konu alan Surelerdendir.

Bundan önceki Talak Suresinde mümine hanımların boşanması ile ilgili hükümler yer aldığı gibi; Tahrim Suresinde de Peygamberin nezih hanımları ile ilgili hükümler bulunmaktadır.

Muhtevası:

Bu Surede, Peygamberin hanımları ile arasında geçen birçok mühim hadiseye işaret edilmekte, onların Allah katındaki ulvi makamları, yüce mevkileri anılmakta ve bir örnek alınacak numune olarak beşeriyete duyurulmakta, Peygamber hanımlarında bulunacak vasıflar öz bir şekilde ifade edilmektedir.

Başkalarını memnun etmek için helal olan bir şeyi haram imiş gibi göstermenin doğru olmadığı belirtilmektedir.

Yapılması meşru olan bir şey terkedilip yapılan yeminde durulmadığı zaman kefaret verilmesi gerektiği açıklanmaktadır.

Aile sırrının gizli kalması hususunda çok dikkatli olmak gerektiği üzerinde durulmakta ve bir ahlaki özellik olarak tanıtılmaktadır.

Allahın nuru, alemlerin gurur ve sururu olan Peygamberin Allah katındaki en yüksek mertebesi en beliğ bir şekilde inanmış gönüllere zerkedilmektedir.

Peygamber, pak zevcelerini boşasa da, onlardan daha hayırlı zevcelere nail olacağı müjdelenmektedir.

Müminlerin hem kendilerini hem de aile halkını pek şiddetli cehennem ateşinden korumaları emredilmekte, bu mesuliyetin çok ağır olduğu ihsas ettirilmektedir.

Kafir ve münafıklar ahiret gününde her ne kadar yaptıkları azgınlıklar için özür beyan etseler de hiçbir zaman kabul edilmeyeceği, cezalarını mutlaka çekecekleri ihtar edilmektedir.

Müminlere merhamet kanatları açılmakta, nefislerine uyarak yaptıkları günahlardan, bilerek veya bilmeyerek işledikleri kusurlardan dolayı, acısını duyarak tevbe etmeleri istenmektedir.

Allahın Sevgilisini ve ona gönülden inanan, yolunda ve izinde yürüyen müminleri kıyamet gününde rüsvay etmeyeceğini, utandırmayacağını, nurlara gark edeceğini haber vermektedir.

Her türlü şartlarda kafirlerle ve münafıklarla cihad edilmesi, onlara sert davranılması, böylece küfrün ve nifakın önüne geçilmesi emredilmektedir.

Tahrim suresinin sonunda iki misal getirilmekte; Nuh ile Lut'un eşlerinin kocalarına ihanet ettikleri ve en kötü akıbete uğradıkları, Firavun'un Allaha gönülden iman eden karısı asiye'nin imanındaki sadakati ile iffet numunesi Meryem'in Allah katındaki ulviyeti beyan buyurulmakta, böylece aile yapısında kadının yerinin ne kadar önemli olduğu vurgulanmaktadır.

Peygamber ve Muhtereme Hanımları:

Hicretin dokuzuncu yılında İslamiyet artık maddi ve manevi kuvvet bulmuş, müslümanların eline birçok maddi imkanlar geçmiş, durumları oldukça düzelmişti.

Her türlü imkana kavuşmuş olmasına rağmen, Peygamber hiç iltifat etmiyor, sade ve mütevazi yaşayışına devam ediyordu.

Fakat Peygamberin eşleri, kadınlığın fıtratında bulunan ziynet ve dünya malına karşı meyil sebebiyle yiyecek ve giyecek hususunda Peygamberden bazı isteklerde bulundular. "Bizler de başka kadınların istedikleri ziynetlerden isteriz." dediler.

Her biri birtakım şeyler istiyordu. Onların bu teklifleri, uygunsuz tutum ve davranışları kalbinin kırılmasına sebep olmuştu. Çünkü kendisi sade yaşadığı gibi, onların da sade bir hayat sürmelerini arzu ediyordu.

Aişe'in bildirdiğine göre, eşleri iki gruba ayrılmıştı.

Grupların birinde; Aişe, Hafsa, Safiye, Sevde bulunuyordu.

Diğer grubu ise; Habibe, Seleme, Zeyneb, Meymune ve Cüveyriye teşkil ediyordu.

Peygamber, günlerini eşleri arasında taksim ederdi. Hafsa'nın günü geldiğinde, anne ve babasını ziyaret için Peygamberden izin istemiş ve gitmişti.

Bu arada Peygamber, cariyesi Mariye'ye haber gönderip yanına getirtti ve onunla beraber oldu.

Hafsa, dönüp onu kendi odasında görünce fevkalade gücenerek bir kıskançlık duydu. "Ben yok iken onu odama alıp, onunla birlikte mi oldun? Bunu sadece beni hakir gördüğün için yaptığın kanaatindeyim." dedi.

Peygamber bunun üzerine gönlünü almak için: "Mariye'yi kendime haram kıldım, fakat sakın bundan hiç kimseye söz etme!" buyurdu.

Fakat, Hafsa, daha sonra Aişe ile kendi arasındaki duvara vurarak Peygamberin sırrını ona duyurdu. Çünkü birbirleriyle çok sıkı-fıkı idiler. Bundan sonra diğer hanımları da durumdan haberdar oldu.

Peygamber bu duruma çok kızdı, onlardan bir ay uzak durmak üzere yemin etti ve "Meşrebe" diye anılan çardakta tek başına yatıp kalkmaya başladı.

Bu hususta nazil olan ayetlerde Allah şöyle buyurdu:

"Ey Peygamber! Eşlerinin hoşnutluğunu gözeterek Allahın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?" (Tahrim: 1)

Bu hitap, kınama için değildir. Zira, Peygamberin helal olan şeyi nefsine haram kılması, evlayı terk kabilindendir. Yoksa Allahın helal kıldığı bir şeyi hakikatte haram kılmak değildir.

"Allah çok bağışlayan, merhamet edendir." (Tahrim: 1)

Sana merhamet buyurarak bundan dolayı seni sorumlu tutmamıştır, hakkında rahmet tecelli edecektir.

"Allah yeminlerinizi çözmeyi meşru kılmıştır." (Tahrim: 2)

Yemin kefareti vermek suretiyle o terkedilen şey yine ifa edilebilir.

"Allah sizin Mevlanızdır." (Tahrim: 2)

Onun için kendi arzunuza göre değil, Onun emirlerine göre hareket ediniz.

"O ilim ve hikmet sahibidir." (Tahrim: 2)

Binaenaleyh, size verdiği emirleri ve hükümleri de sizin ihtiyaç ve menfaatlerinizi bilerek ilim ve hikmetiyle vermiştir. Onun bütün emirleri baştan sona hikmete dayalıdır.

Daha sonra Allah, Peygamber ile Hafsa'le arasında geçen hadiseyi açıklamak üzere şöyle buyurdu:

"Hani Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti." (Tahrim: 3)

Bu, Mariye'yi kendisine haram kılması sırrıdır.

"Fakat eşi o sözü başkasına haber verdi. Allah da bunu Peygambere açıkladı." (Tahrim: 3)

Hafsa, bu sırrı Aişe'ye açınca, Allah, Cebrail vasıtası ile onun bu sırrı yaydığını Resulune bildirdi.

"Bir kısmını bildirmiş bir kısmından da vazgeçmişti." (Tahrim: 3)

Peygamber, Hafsa'ya sitem ederek yaydığı bu sırrın bir kısmını ona bildirdi. Lütufta bulunarak bütün yaptıklarını kendisine bildirmedi, yüzüne vurarak utandırmak istemedi.

"Peygamber bunu ona haber verince eşi: 'Bunu sana kim haber verdi?' dedi." (Tahrim: 3)

Aişe'nın haber verip vermediğini öğrenmek istedi.

Buna karşılık Peygamber da:

"'Her şeyi bilen ve haberdar olan Allah haber verdi.' dedi." (Tahrim: 3)

Peygamber bu kadar söylemekle yetindi ve yine onların hoşnutluklarını düşündü.

Bu sebeple onlarda gördüğü bazı dilekleri ve birbirlerine arka çıkmaları karşısında da başka bir şey yapmayıp sırf bir ibret dersi olmak üzere, bir ay müddetle onları kendi hallerine bırakarak bir yeminle yakın alakadan mahrum etti.

Büyük bir irfan sahibi olan eşlerinın daha fazla ıslah olmaları için bu şekilde acı bir dersin olması gerekiyordu.

O kadının sıradan bir insanın hanımı olmayıp, kendisinin hassas bir mevkide olduğu yüce bir zatın hanımı olması sebebiyle, Allah kıyamete kadar okunacak olan Kuran'da bu hadiseyi anmıştır.

Bu ilahi beyandan sonra Allah, Aişe ve Hafsa'e hitaben ayetinde şöyle buyurdu:

"Eğer tevbe ederseniz, kaymış olan kalpleriniz düzelmiş olur." (Tahrim: 4)

Peygambere eziyet yapmış olmakla, Peygamberin kalbini rencide etmişlerdi. Binaenaleyh bu halden dolayı kalpleri kaymıştı, düzelmesi için tevbe etmeleri gerekiyordu.

Maksat yalnız iki hanımın değil, eşleri iki grup halinde toplandıkları için, iki grubun hepsinin de kalplerine tembihte bulunmaktır.

"Şayet onun aleyhinde birbirinize arka çıkarsanız, hiç şüphesiz ki Allah onun Mevlasıdır." (Tahrim: 4)

Peygambere karşı birlik olup cephe kurmak sadece kendilerine zarar verir.

Çünkü her şeyden önce onun sahibi ve yardımcısı Allahdır.

Hem de Ruh'ul-emin olan ve ona vahiy getiren Cebrail da onun yardımcısıdır.

O iki hanımın babaları Ebu Bekir ve Ömer'den her biri, müminlerin iyi olan her ferdi onun yardımcısıdır.

Allah Cebrail'ın şanını yüceltmek ve Allah katındaki makamını açıklamak için tek olarak andığı gibi; salih müminleri şereflendirmek ve salih olmanın faziletini yüceltmek için de onları meleklerden önce zikretti.

"Cebrail de, müminlerin salih olanları da, bunun ardından bütün melekler de ona yardımcıdırlar." (Tahrim: 4)

Allahın, Cebrail'ın ve salih müminlerin muhabbetle yardımlarından sonra, bütün melekler de onun yardımcısıdır.

Onu bizzat kendisi koruduğu gibi, Cebrail ve mukarreb meleklerle koruyacağını, salih kullarının da canı ve malı ile yardımcı olacağını bize duyuruyor.

"Bütün melekler" ibaresinden, her meleğin ondan haberdar olduğu ve onun hakkında emir beklediği ifadesi çıkıyor.

Bütün manevi ve maddi kuvvetlerin desteğine, sevgi ve yardımına kavuşan bir zata karşı çıkmanın nasıl bir felakete yol açacağını düşünerek, böyle bir durumdan bütün müminlerin erkek ve kadınları korunup sakınmalıdırlar.

Daha sonra, Allah, eşlerinı korkutmak için şöyle buyurdu:

"Eğer o sizi boşarsa, Rabb'i ona sizden daha iyi, kendini Allaha veren, inanan, gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verir." (Tahrim: 5)

Bu ilahi hitap hanımlarının hepsinedir.

Onlar 'Müminlerin anneleri' ünvanına sahiptirler. Peygamberin sevgili ve itaatli hanımları olmaları sebebiyle yeryüzünde onların dengi olabilecek, onlardan daha hayırlı kadınların olabileceği düşünülemez.

Eğer eziyet ve isyan ederler de, Peygamber onları boşayacak olursa; o zaman bu hususiyetleri kalmaz ve onların yerine gelecek, her hususta itaat edecek, onun rızasını ve sevgisini kazanacak olan hanımlar, onlardan daha hayırlı olmuş olurlar.

Ayette: 'Peygamber hanımları'nda bulunacak vasıflar öz bir şekilde ifade edilmiştir.

İlk vasıf; şirkten uzak olarak, Allahın birliğini ve Peygamberin hakikatini kabul edip, Allahın ve Peygamberin emirlerine boyun eğmek, teslim olmak.

İkincisi; diliyle de söylediği gibi, kalbiyle de tasdik ederek içi dışı müslüman olmak.

Üçüncüsü; can-u gönülden itaat etmek.

Dördüncüsü; en küçük bile olsa, kusur ve günahlardan daima tevbe edip sakınmak.

Beşincisi; gerek farz gerekse nafile ibadetlere devam etmek.

Altıncısı; dünya hayatını bir yolculuk bilip, geçim hususunda bir yolcu gibi olduğuna kanaat ederek oruç ve riyazeti ahlak edinip, Allahın mükafat ve cezasını düşünmek.

Peygamber 'Meşrebe' diye anılan çardakta bir ay kadar yalnız başına kaldı, sabah ve akşam yemeğini yalnız başına yedi.

Bu durumu öğrenen Peygamberin yakın çevresi telaşa kapıldı, Peygamberin hanımlarını boşadığını sandılar. İçlerinden bazıları Mescid'de mahzun mahzun oturuyor, küçük çakıl taşlarıyla oynayarak içlerindeki sıkıntıyı açığa vuruyorlardı, bazıları da ağlıyordu.

Ömer, izin alarak Peygamberin huzuruna girdi. Beline bir ihram bağlayıp hurma lifinden yapılmış bir hasır üzerine uzanmış olduğunu gördü, selam verdi. Vücudundaki hasır izlerini görünce dayanamadı, ağlamaya başladı.

Peygamber: "Niye ağlıyorsun ya Ömer!"

diye sorduğunda,

Ömer: "Ya Resulullah! Ne diye ağlamayayım ki? Kisralar, Kayserler dünyanın zevk ve sefasını sürerken, siz Allah katında en seçkin kul olduğunuz halde böyle bir hayat sürüyorsunuz!" dedi.

Peygamber buyurdu ki: "Ya Ömer! Dünya onların, ahiretin de bizim olmasına razı değil misin?"

Ömer: "Razıyım!" diye cevap verdi. Daha sonra hanımlarını boşayıp boşamadığını sordu.

Peygamber: "Hayır boşamadım." buyurdu.

Bu cevap karşısında,

Ömer: "Allahu Ekber!"

demekten kendini alamadı ve

Ömer: "Bütün Ashab üzüntü içindeler, gidip de kendilerine durumu haber vereyim mi?"

dedi.

Peygamber: "Olur!"

buyurdu ve simasından üzüntüsü dağılıncaya kadar konuştu.

Nihayet yüzü gülmeye başladı.

Ömer, Peygamberin huzurunmdan ayrılarak Mescid'in kapısına geldi ve yüksek sesle

Ömer: "Peygamber hanımlarını boşamamıştır!"

diye bağırdı.

Bir ay dolunca Peygamber inzivadan çıkarak hanımları ile görüşmeye başladı.

Bu sırada Ahzab suresindeki ilgili ayetler nazil oldu:

"Ey Peygamber! Hanımlarına söyle: Eğer dünya hayatını ve onun ziynetini istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerini vereyim de sizi güzellikle salıvereyim." (Ahzab: 28)

"Eğer Allahı, Peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki Allah içinizden güzel davranan hanımlara büyük bir mükafat hazırlamıştır." (Ahzab: 29)

Bu hadiseye 'Tahyir' adı verilir. Bir erkeğin hanımını boşanma veya yanında kalma hususunda karar vermede serbest bırakması demektir.

Bu duruma göre Peygamber hanımlarını dünya ziyneti ile Allah ve Resulünü tercih etmekte serbest bırakmaya memur edilmiş bulunuyordu.

İlk olarak meseleyi Aişe'ye açtı.

"Ya Aişe! Sana bir şey soracağım, cevap vermekte acele etme, anne-babana sor, sonra karar ver." buyurdu ve nazil olan ayetleri okudu.

Aişe ise derhal cevap verdi. "Ya Resulellah! Ben bu hususta anneme babama hiç danışır mıyım? Elbette Allahı, Allahın Resulünü ve ahireti tercih ederim." dedi.

Diğer eşleri da aynı şekilde Allah ve Resulünü, dünya ziynetine tercih ettiler. Böylece sadakatlerini ispat etmiş oldular.

30. ve 31. ayetlerde Allah, Peygamberin eşlerine bizzat hitap ederek onlara ikazlarda bulundu.

Onlar Allah ve Resulünü seçtikleri için, Allah da onlara böyle ikram ve lütufta bulunmuş, Peygamber da vefatına kadar sadece bu hanımlarla evli kalmış, vefatından sonra da onlar müminlerin anneleri olarak kalmışlardı.

Onun ümmetinin nikahlayabileceği azami hanım sayısı dört olduğu gibi, Peygamberin aynı anda nikahı altında tutabileceği hanım sayısı da dokuzdur.

Bu, hem onların şereflerini muhafaza etmek, hem de yaptıkları tercihlerine ve rızalarına bir mükafat olmak üzere verilmiş bir hükümdür.