Ülkemizde [ÜlkeNizde]...
Bu yazı, Radikal Gzetesinde 19 Şubat 2007 tarihinde Ömer Taşpınar [Dr., Brookings Enstitüsü [*] Türkiye Programı Direktörü] imzası ile yayınlandı.
Sadece nerede ne görev yaptığına bakarak bu arkadaşımızı, birkaç sene önce ABD'lilerin Kuzey Irak'tan apar topar alıp Guam adalarına tahliye ettiği üç-dört bin kişi ile karıştırmak doğru olmaz bence. Söylediklerine bakmak lazım, asıl söyledikleri önemli --herkes gibi.
Peki de, ne söylüyor?
Bunları söylüyor:
Rusya ve Türkiye el ele veriyor
Putin'in ABD'ye meydan okuması tüm dünyada geniş yankı buldu. Türkiye de zoru başardı ve kendine Batılı gibi görünen ama aslen bizim gibi Batı ile ciddi sorunları olan bir ortak buldu.
Sizi bilemem, ama bu yazıda, Ömer bey her nerede 'biz' diyorsa benim kafam karışıyor.
Eminim, o 'biz' diyerek Türkiye'yi kastediyor ama bana o kadar yapay, yapmacık ve zorlama geliyor ki, bütün o yapmacıkları giderip daha kolay anlamak için, Ömer bey 'biz' dediği her yeri ben 'siz' demiş gibi okuyorum.
Çünkü, Ömer beyin 'biz' dedikleri değil de 'siz' dedikleri biziz bence.
Bunu not ettikten sonra, gelelim yukarıdaki paragraftaki ince dokundurmalara ve daha da ötesi abes varsayımlara...
Ömer bey, koskoca Brookings Enstitüsyonu'unda olacak ve hala daha 'Batı' deyince artık tek bir 'Batı'nın anlaşımladığını, yekblok Batı diye bir şeyin uzun zamandır ortada olmadığını, bu mahluğun aramızdan ayrıldıgını bilmeyecek..
Artık, yani epeyi zamandır, AB ile ABD'nin dünya görüşlerinin birbirine benzerliğinin peynir ve tebeşir (ya da tersi) kadar olduğunu bilmiyor olacak..
Mümkün müdür bu?
Bence değildir. Böyle bir şeyin olabileceğini varsaymak Ömer beyin zekâsına hakaret olur. Ben de onu hiç yapmak istemem.
Peki de nedir bence?
İki şey olabilir sanıyorum.
Birincisi, kafası karışık.
İkincisi de, son derece iyi niyetlerle, 'aman yarabbi, bildiğimiz anlamda çağdaş dünyadan kopuyoruz galiba' korkusunun bizde de canlanmasını istemek...
Evet, evet.. ikisi de aynı anlama geliyor: Kafa karışıklığı...
Türkiye-Rusya yakınlaşmasını dikkate almak istemeyenler bir an evvel ABD'nin değişmesi için dua etsin.
Bu cümleyi on defa okudum, her defasında farklı ve fakat yine de anlamsız geldi bana.
Kendi yazdığı şeyi tercüme edemeyecek kadar Türkçeyi unuttuğunu düşünmek bile istemiyorum. Büyük bir ihtimalle, buradaki tercümanlardan birisinin işgüzar bir beceriksizliğidir bu anlamsız cümle.
Neyse.. gelelim metnin gövdesine:
WASHINGTON - Münih'teki Güvenlik Politikaları Konferansı'na damgasını vuran en önemli olay kuşkusuz Rusya Devlet Başkanı Putin'in yaptığı konuşmaydı. Putin, ilk kez katıldığı Münih Konferansı'nda tarihi bir çıkış yaparak 'tek kutuplu' dünya düzeninin kabul edilemeyeceğini vurgulayarak ABD'ye meydan okudu.
Ooof.. of.. buram buram 'Fransa benim; ben Fransayım!' kokan bir değerlendirme.
İlâhi tanım gereği, 'tek kutup' demek ABD demek zaten...
ABD'nin Allah vergisi imtiyazının 'tek kutup' olmak olduğunu varsaydığımız andan itibaren, tek kutuplu dünyaya her itiraz edeni de ABD'ye meydan okumuş kabul edebiliriz tabii ki.
Orası öyle de, başlangıçtaki faraziyelerimiz doğru mu acaba diye de düşünsek nasıl olur? Yani, tek ve yegane kutup olmak ABD'nin Allah vergisi bir imtiyazı mıdır?
Putin'ın konuşması anti-Amerikanizmin son derece güçlenmiş olduğu dünyanın pek çok ülkesinde Sovyetler Birliği'nin 1991'de resmen dağılması ardından Moskova'nın yeniden küresel siyaset sahnesine ihtişamlı bir dönüşü olarak yankı buldu.
Evet, dünya basınına baktığımız zaman, ilgi uyandırdığını söyleyebiliriz gibi görünüyor.
Peki Rusya'nın uluslararası sahneye bu güçlü dönüşü Türkiye'de nasıl algılanıyor?Münih toplantılarını izleyen CHP lideri Deniz Baykal, konuşmayı 'Gecikmiş, ama memnuniyet verici' olarak nitelemiş. ABD'nin tek yanlı uygulamalarının yol açtığı tahribata nihayet güçlü bir dünya liderinin karşı çıkması CHP ve milliyetçi kanatta belli ki son derece olumlu karşılanıyor. Buna şaşırmamak gerekiyor.
Baykal'ın her dediğinin yanlış olduğunda hemfikir olmamak mümkün mü? Tabii ki değil...
Öte yandan, evet, bence de şaşırmamak gerekiyor, ama nedense Ömer beyin şaşırdığına dair içimde bir his var. Yanılıyor da olabilirim tabii ki...
Ulusalcı akım ve söylemin çok güçlendiği ülkemizde, Rusya gibi güçlü bir devletle aynı anti-Amerikan frekansı paylaşıyor olmak sevindirici olmalı. İki ülke böylece kendi ulusalcı akımlarını ortak bir ABD karşıtlığı paydasında birleştiriyor olabilirler.
Aman.. Ömer beyin bu yazısının tamamında bir garip bir ses tonu var, ama en garip kaçan kelime de bu 'ülkemizde' kelimesi..
Yok işte.. ne kadar zorlarsam zorlayayım kendimi, Sn. Dr. Ömer Taşpınar'ın bir TC vatandaşı olduğunu, bu topraklarda doğup önce ODTU'ye sonra askere filan da gittiğini varsaysam bile, 'ülkemiz' deyişi bana çok yapmacık, çok yamanıcı ve çok montaj geliyor.
O yüzden, eğer Ömer bey alınmazsa, onun 'ülkemiz' dediği yerleri ben 'Türkiye' olarak okuyacağım.
Öyle okuduğum zaman daha anlamlı oluyor. Oluyor da, TC'nin Rusya ile yakınlaşması niçin Ömer beyi bu derece duygusal kıskançlıklara düçar ettiğini de anlamış değilim.
Öyle ya, son bilmemkaç senedir, ABD'nin sayesinde varili 70-80 Dolara fırlayan petrol ve onunla başat giden doğal gaz fiyatları sayesinde Rusya bütçesini denkleştirdi. Belki de fazla bile veriyor.
ABD'nin bunca 'kıyağı'na karşılık, Putin'in ters bir şeyler söylemesine gönül koyacaksa bunu doğrudan doğruya Putin'e iletmek daha doğru olmaz mı?
Rusya ile benzer şeyleri, aradabir de olsa, düşünmemiz o kadar da mı abes ve kabul edilemezdir?
Hala daha bütün dünyayı 'US' ve 'THEM' olarak görmek ne kadar doğrudur?
Ömer beyin de, bu bakışı, bu kadar kısa zamanda bu denli içselleştirmesi ilginç değil midir?
Ancak burada daha önemli olan Genelkurmay'ın Putin'in konuşmasına kendi resmi sitesinde yer vermiş olması.
Hay Allah.. ya bir de Ankara'nın ortasındaki bir caddeye, bir yabancı devlet başkanının adı, mesela Putin'in adı verilseydi.. Aman, yarabbiii...
Putin'in dünyaya bakışı ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nin küresel analizleri arasında benzerlikler olması oldukça çarpıcı.
Niçin ve kime çarpıcı?
Murat Yetkin'in geçen hafta köşesinde ifade ettiği gibi: "Putin'in konuşmasında küreselleşme, ABD'nin tek yanlı karar mekanizmaları ve hükümetlerin parasıyla işletilen hükümet dışı kuruluşların (NGO) faaliyetleri konusunda söylediklerinin Büyükanıt'ın Genelkurmay İkinci Başkanlığı sırasında 29 Mayıs 2005'te Harp Akademileri'nde yaptığı konuşma arasındaki benzerlikler, kimi yerlerindeki paralellikler ise dikkat çekici."
Yetkin'in dediklerinin özü mü yanlış, yoksa o özün yol açtığı dolaylı tepkisellik mi yanlış?
Vizyonlar ortak
O halde sormak gerekiyor: NATO üyesi Türkiye'nin Avrupa ve ABD cephesinde yaşadığı sorunlar Moskova ile ortak bir stratejik vizyon mu üretiyor?
Bu ne demektir?
Ömer bey, 'bu tür unauthorized düşünceleriniz olacaksa NATO'dan çıkın gidin' mi demek istiyor acaba?
Bu soruya genel hatlarıyla 'Evet' cevabı vermek mümkün.
Olabilir. NATO'da olup da ABD'nin düşünce klonu olmayan tek ülke TC olmuş olmaz ki?
Son iki yıldır Türkiye, Rusya ile bir ekonomik ve stratejik balayı yaşıyor. Ticaret hacmi ve enerji bağı açısından büyük önem kazanan bu ilişkiyi, Türkiye'nin Batı ile pek de iyi gitmeyen ilişkilerinden bağımsız değerlendirmek hata olur.
'Batı' kelimesine itiraz etmiştim. Bunu AB ve ABD olarak iki ayrı kelime halinde yazmak gerektiğini düşünüyorum. Nitekim, bir defalığına, aşağıda da öyle kullanılmış.
Bu nedenle Ankara'nın Moskova ile gittikçe derinleşen ilişkileri, Türkiye'nin AB ve ABD ile yaşadığı toplumsal güven bunalımından bağımsız olarak ele alınamaz hale geldi. Türk toplumunun Batı ile yaşadığı güven bunalımını anlamak için geçen sene yapılan çarpıcı bir kamuoyu araştırmasına bakmak yeterli. Arı grubunun yaptırdığı bu ankete göre Türkiye'de yüzde 65' lik bir çoğunluk, 'Batılı devletlerin Türkiye'yi parçalamak istediğine' inanıyor. Halkının yüzde 70.5'lik bir çoğunluğu ise Batı'nın PKK'nın güçlenmesine yardım ettiğini düşünüyor. ABD ve Türkiye arasında ' bir savaşa doğru' gidildiğine inananlar ise yüzde 35. AB'nin Türkiye'den talep ettiği reformların, 'Sevr Anlaşması'nda istenenlere benzediğini' düşününlerin oranı yüzde 60.
Evet.. rakkamlar ilginç.. değil mi?
Bu rakamlar NATO üyesi ve AB ile üyelik görüşmelerine başlamış bir ülkede elde edilen veriler.
Daha da üzücü olan belki de bunlardır..
İşte bu toplumsal ortamda devletimiz zoru başardı.
'Devletimiz' değil, 'devletiNiz' demeliydi bence. Aşağıdaki paragraflarda gerekli düzeltmeleri, köseli parantezler halinde yapacağım.
Kendine Batılı gibi görünen ama aslen bizim [sizin] gibi Batı ile ciddi sorunları olan bir ortak buldu. Rusya ile Türkiye arasında ilginç benzerlikler var. Her iki ülke de Batı tarafından reddedilmişlik üzerine kurulu, karmaşık ve derin bir kimlik sorununa sahip. Sovyetler sonrası Rusya, Putin sayesinde Çarlık dönemine benzer bir otoriter siyasi yapı ve dış politika ufkuna dönmüş durumda. Türkiye ise Osmanlıvari bir stratejik derinlik ve etki alanı yaratma peşinde. Rusya ile imparatorluk geleneklerimiz [gelenekleriniz] ve kimlik sorunlarımız [sorunlarınız] tarihi rekabete rağmen uyuşuyor. En önemlisi, günümüz konjonktüründe, her iki devlet de ABD'nin başarısız ve beceriksiz politikaları nedeniyle ortak tehdit algılamasısına kavuşmuş durumda.
Düzeltmelerden sonra, analize esasen katılıyorum.
Teröre bakış da aynı
Benzerlikler bununla bitmiyor. Bizim [Sizin] PKK'ya bakışımız [bakışınız] ile Rusların Çeçen sorununa yaklaşımı hemen hemen aynı. Her iki devlet sorun etnik değil, 'terörizm' diyor. Batı basını etnik ve siyasi haklardan bahsedince her iki ülke de öfkeden köpürüyor. Eskiden Rusya PKK'ya, bizde [sizde] Çeçenlere sempati duyarken şimdi artık aynı gemide olduğumuzu [olduğunuzu] anladık [anladınız]. Türkiye Çeçen hareketine, Moskova'da PKK'ya karşı mesafeli duruyor. Terörizm konusunda (Beslan faciası sonrası) iki ülke istihbarat birimleri arasında ciddi bir işbirliği söz konusu. Aynı zamanda Türkiye ve Rusya'nın anti-Amerikan refleksleri de örtüşüyor. Washington'ın demokrasi ve özgürlük söylemi, Irak, İran, Suriye politikası, Büyük Ortadoğu Projesi ve Karadeniz Bölgesi'ne yaklaşımı, Moskova ve Ankara'da devlet nezdinde benzer bir alerji yaratıyor. Moskova ile Ankara'nın Ukrayna ve Gürcistan devrimlerine bakış açısı da ilginç benzerlikler taşıyor. Her iki ülke bu devrimlere demokratik halk hareketleri değil, Amerika'nın ve Soros'un tezgâhı deyip burun büküyor. Moskova NATO'nun Ukrayna ve Gürcistan'a genişlemesinden çekiniyor. Ankara ise AB'nin Kiev ve Tiflis'le dayanışma içine girerek Türkiye'yi gene ikinci plana itmesinden çekiniyor. Rusya ve Türkiye'nin aynı stratejik frekansta düşünüyor olmasının üzerine, bir de iki ülke arasındaki 15 milyarlık ticaret hacmini, imzalan enerji anlaşmalarını ve her yıl katlanan turizm potansiyelini ekleyin.
Durum açıkça ortada. Türkiye-Rusya yakınlaşmasını dikkate almak istemeyenler bir an evvel ABD'nin değışmesi için dua etsinler. Aksi takdirde yakında Şanghay Ortaklık Örgütü bildirgeleri de resmi sitelerimizde [sitelerinizde] boy gösterirse şaşmayalım [ü].
Bu basit değişiklikler sonrasında, aslında hiç de fena bir analiz değil.
Değil de, kim niçin ABD'nin ('Allah ıslah etsin' anlamında?) değişmesi için dua etmeli o belli değil.. ABD'nin aklını başına alması için de biz mi dua etmeliyiz?
Yani, hep biz mi dua etmeliyiz? Sonra, bizim duamız yeter mi?
ABD'de dua edecek kimse yok mu? Taa oralardan kalkarak buralara kadar gelip bize dua etmeği telkin etmekten daha kolay değil mi, daha doğru ve isabetli olmaz mı, duanın asıl oralarda edilmesine gayret etmek?
[* Meraklısına not: Okuma yazma bilen herhangi birisinin de kolayca teyid edebileceği üzere, Ömer beyin istihdam edildiği yerin doğru tercüme edilmiş ismi 'Brookings Enstitüsü' filan değil, 'Brookings Kurumu' ya da 'Brookings Müessesesi'dir. Zira, orjinal Amerikancada, bu kurumun ismi 'The Brookings Institution'dur.
Bu yanlışlığı düzeltmek isterim ama çok da uğraşmayacağım; hele de kendi üniversitesinin (İstanbul Üniversitesi) kapısındaki kitabeyi okuyamadığı için onu oradan söktürenlerin olduğu bir ülkede yaşıyorsak, benim bu tür küçük detaylarla uğraşmam külliyen abes olur.
Olur da, belki ABD'deki patronları düzeltmesini isteyebilirler diye düsündüm. Onlar, yeri geldiğinde, bizden azıcık daha titiz oluyorlar çünkü.]