Asr-ı Saadet'te makam ve mevki sahibi kadınlar
Başörtüsü ve tesettür konusundaki tartışmalara artık bir nokta koymak gerektiği kanaatindeyim.
Cumhuriyet rejimi, evet, açıkça zulüm işlemektedir.
Bu zulmün ortadan kalkabilmesi için, ben de elimden geleni yapmak isterim.
Aktif bir şeyler yapmak, sokaklara dökülmek --tabii ki-- bana yakışmaz.
Bunun yerine, konuya terihsel gerçeklerden bakmak lazımdır bence.
'Tarihsel gerçekler' derken, benim yapmak istediğim şey, Kuran'ın ne dediği, Hadislerde neler söylendiği vb vs üzerinde sayfalar yazmak olmayacak.
Cünkü, bu tür şeyler --malesef-- her tarikat ve cemaatte farklı farklı yorumlanıyor ve bir birlik sağlamak hiç de kolay değil.
O yüzden, konunun teorik tarafıyla vakit harcamak yerine, Asr-ı Saadet'te (yani, Peygamberin hayatta olduğu dönemde) kadınların kamusal alanda ne denli yaygın yer edindiğine örnekler vereceğim.
Bunu yapmadan önce, şunu belirtmek gerekiyor: Bilindiği üzere, bir Hadis-i Şerif "İlim Çin'de de olsa gidiniz ve alınız" der.
Her ne kadar bu Hadis'in sahihliği tartışılır ise de, yine de gereğinin yapıldığına şüphe yoktur.
Buna örnek olarak, asr-i Saadet'te, her köyden, her kabilenin yerleşkesinden başlayarak ülkenin her tarafında hummalı bir eğitim faaliyetinin başladığını; ana okullarından tutunuz, ilkokul, orta okul, lise ve üniversite muadili (eşdeğeri) mekteplerin açıldığını; sağlık konusunda da benzeri bir çalışmayla, her köyden, her kabilenin yerleşkesinden başlayarak ülkenin her tarafında sağlık ocakları, klinikler, hastaneler açıldığını biliyoruz.
Bunca kamusal hizmetlerin verildiği bu kurumlarda da, yine hepimizin pekala bildiği üzere, sadece erkekler değil kızlar da okuyor; buralardan mezun olanlar yine aynı şekilde bu kurumlarda öğretmen, hoca, hemşire veya tabip (doktor) olarak çalışabiliyordu.
Kadınların kamusal hayata katılımları tabii ki bu kadarla kalmıyordu.
Köyler ve kabile yerleşkelerinin yönetimlerinden tutun, ilçelere kaymakam, illere vali olabiliyorlardı.
Zamanın polis teşkilatında da gerek alt kademede, gerekse de üst yönetimde kadınlar bilhakkın temsil ediliyorlardı.
Her ne kadar orduda daha az sayıda olsalar da, bugünün diliyle 'subay' diyebileceğimiz mevkilerde de kadınları rahatça görebiliyorduk.
Kısacası, o mesut devirde, Asr-ı Saadet'te, yaşanan uygulamalar bugüne kıyasla fersah fersah ileriydi.
Zaten, İslam'ın kadın hakları konusunda önceki dinlerden en temel farkı, kadınlara layık oldukları yeri tanımasıydı.
Neyse.
Daha fazla söz ile uzatmadan, doğrudan doğruya somut örneklere geçeyim istiyorum.
Aşağıdaki 10 kişilik listede, Asr-ı Saadet'te öğretmen, doçent, profesör, hemşire, tabip, başhekim, subay, emniyet müdürü, kaymakam, vali ve diğer kamusal görevlerde bulunmuş kadınların listesini bulacaksınız.
01) {kayıt bulunamadı}
02) {kayıt bulunamadı}
03) {kayıt bulunamadı}
04) {kayıt bulunamadı}
05) {kayıt bulunamadı}
06) {kayıt bulunamadı}
07) {kayıt bulunamadı}
08) {kayıt bulunamadı}
09) {kayıt bulunamadı}
10) {kayıt bulunamadı}
Şimdi..
Evet, görüyorsunuz..
Bir de bugüne bakalım..
Bugünkü laik ve çağdaş (dolayısı ile dinsiz de denebilecek) Cumhuriyet rejiminde bırakın 10 tane önemli mevkilere gelmiş kadını, bir tane bile mevcut mudur?
Önemli mevkileri geçelim, kızlarımızın bir tanesinin okullarda okutulduğunu iddia edebilecek bir tane dahi olsun helâl süt emmiş insan bulabilir misiniz?
Bulamazsınız.
Çünkü, yoktur.
İşte.
Aradaki fark budur; ve, evet, Asr-ı Saadet ile kıyas götürmez şekilde, laik Cumhuriyet rejimi, çağdaşlık kısvesiyle, kadınlarımıza kızlarımıza açıkça ve dayanılmaz zulümler etmektedir.
Bu zulümü sona erdirmek için, bir an önce Asr-ı Saadet şartlarına dönmek gerekiyor.
Yetişir çektiğimiz Cumhuriyet'ten ve dahi modernite denen bu illetten!