Şiir yazmak.. şair çizmek...

Arama motorları üzerinden buraya 'şiir' bağlamında bir hayli gelen oluyor. Arama motorlarına bu incelikleri için teşekkür ederim, ama, benim bir 'şiir otoritesi' olmak iddiam olduğunun akla gelmesini dahi istemem.

Tersine, be ne şairim, ne de şiir yazıyorum. Haddimi bilirim. Yazdıklarım, birer 'şiir denemesi' ya da 'şiirimsi'dir.

Bunları söyledikten sonra, şiir konusunda söyleyecek hiç sözüm olmadığı sanılmasın diye, bir iki kelime etmek isterim.

İsterim, ama, diyeceklerimin çoğu söylenmiş şeylerin tekrarı olur. Bu 'söylenmiş şeyler'e iyi bir örnek olarak, aşağıdaki yazıyı, 25 Aralık 2005 tarihinde dergibi.com'da Mehmet Nuri Parmaksız imzası ile yayınlanmış olan yazıyı gösterebilirim.

Şiir hakkında oldukça isabetli görüşleri olduğunu düşünüyorum. Yazının içeriğine dokunmadım, ama daha kolay okunsun diye birkaç yerinde format düzenlemesi yaptım. Yazının sonunda ekleyeceğim bir iki nokta olacak sadece.

Serbest Şiirin Yazımına Dair Bazı Tespitler ve Teklifler

Şiir kavramı ve şiire dair tartışmalar –sanırım– hiç bitmeyecektir. Ma'na, biçim ve vezin noktasında, her şair kendine göre bir fikir beyan etse de, şiirin estetik bir yapıya dayanan biçim ve ses güzelliği olduğu inkar edilmez bir vakıadır. Kanaatimce devrimizin şekil (form) açısından zevki 'serbest' şiirden yanadır; yalnız, serbest tarzın şairlerimiz tarafından yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. İlk önce şunun bilinmesi lazım: Serbest şiir, vezinler içinde en zor olanıdır ve bu tarzı bir 'başıboşluk' olarak algılayanlarla, 'serbest' kelimesini kendine göre yorumlayanlar yanlış yoldadırlar.

Şiirin ciddiyetine varmazsak, yazdıklarımız bizler için bir hatıra olmaktan öteye geçemez. Amacımız, gerçekten şiir yazmaksa, okumak, araştırmak, daha önceden yazılmış şiirleri incelemek ve şairlerin 'büyük' şiire ne kadar zor ulaştığını anlamak hatta tecrübe etmek lazımdır. Tabi, bunları söylerken, şairlik için olmazsa olmaz olanın, en başta, istidat olduğunu belirtmeliyim. Mehmet Turan Yarar, bu konuda şöyle söylüyor: “Ruhumuzda şairlikten eser yoksa biçim ne yapsın?

İlk önce şuna karar vermeliyiz: Şiiri, bütün güzellikleri içinde toplayan bir vadi olarak düşünelim. Biz, bu vadiyi uzaktan seyretmekle mi yetineceğiz? Yoksa, bu vadinin içine girip, o güzelim çiçekleri yakından görüp, o temiz havayı teneffüs mü etmek istiyoruz? Sanırım, herkes ikincisini tercih edecektir. İşte o zaman, bilgi olmadan, teknik olmadan sadece gönlümüzden gelen sesle güzel şiir yazabileceğimizi zannetmek biraz safdillilik olur. İşi tesadüflere bırakmaktansa, yeteneği olanların bunları öğrenerek ve kendilerini geliştirerek şiire devam etmelerinin daha iyi olacağını düşünüyorum. Yoksa yetenek zamanla körelebilir ve istidadımızı bilgiyle beslemezsek tekrara düşebiliriz. Bu hem şiire zaman ayıranlar, hem de Türk şiiri için bir kayıptır.

Lafı fazla uzatmadan, serbest tarzda yazdıkları şiirlerle tanınan şairlerimizin bu form içinde neler yaptığını ve neler yapılabileceğini ortaya koyalım; yalnız tespit ve tekliflerimin serbest şiir için değişmez doğrular olduğunu söyleyemem. Şairlerimizin bu örneklerden hareketle, kendilerine göre bir tarz geliştirebileceklerini düşünüyorum. Her zaman söylediğim gibi, şairler, şiirdeki teknik ve estetik yapıyı bildikten sonra, tercih ve kabullerinde serbesttir.

  1. Günümüz şairlerinin, serbest tarzı kullanırken çoğunlukla şiirlerini uzun yazdıklarını görüyor ve Türk şiiri adına üzülüyorum. Yanlış anlaşılmak istemem; serbest şiir uzun yazılmaz demiyorum. Demek istediğim, şiiriyeti, anlam bütünlüğünü ve orijinal söyleyişi sağlayabildiğimiz ölçüde şiiri uzatmamızdır. Heceli ve aruzlu şiirlerin, belli bir kalıbı ve estetiği olduğundan bu şiirlerde şiiriyeti sağlamak kolaydır. Örnek: 'Han Duvarları', 'Mona Roza'... vs. gibi. Fakat, Orhan Veli’nin çok çok uzun bir şiiri yok; şiiriyeti sağladığı oranda şiirleri uzun. Atilla İlhan, zaman zaman gereksiz yere şiiri uzatmış olsa da, hafızamızda yer eden şiirleri, şiiriyet sağlandığı ölçüde uzun. Örnek: 'Ben Sana Mecburum'.. vs. gibi. Hülasa, söylemek istediğim, uzunluk ve kısalığın sadece mısra sayılarına bağlı olmadığıdır; şiiri, az sözle çok şey anlatmak olarak düşünürsek, bu söylediğim daha net anlaşılır.

  2. Geleneğimiz incelendiği zaman, -istisnalar hariç- hece ve aruzla yazılmış şiirlerin bir mısraında bulunan hece sayısının, en çok 16 olduğunu görürüz. Bu, geleneğin estetik noktada oluşturduğu bir kriterdir. Mısralarımızın 16 heceden fazla olması şiire ne zarar verir? Açıklayayım: Her dilin kendine göre bir musikisi vardır. Şiir geleneğimiz öyle rasgele kurulmamıştır. Mısra içersinde, ritim, ahenk ve sesi bozacak uygulamalardan kaçınmalıyız. 16 heceden sonrası tehlikelidir; çünkü mısramız cümleye dönebilir, şiirimiz düzyazıya yaklaşabilir. Nesir ve nazım, birbirinden farklıdır ve şiirde kullanılan anlatım dolaylı, nesirde (düzyazıda) ise doğrudandır. Bu konudaki örneği, Sezai Karakoç’tan seçtim: ['Kapalı Çarşı' şiirinden]

    Onlara anlat ki insan kelimelerden ve şiirden yaratılmadı Sen cuma gününün hürriyet kadar kutsal olduğunu onlara anlat.

    Burada şiirin ma'nası güzel olsa da, kanaatimce mısranın yapısı bozulmuş ve mısra cümleye dönüşmüş. Yeri gelmişken, bir mısra içersinde, üç veya daha fazla açık heceyi yan yana getirmesek, mısranın içindeki musiki artacağını ve serbest de olsa şiirin bestelenme şansının çoğalacağını söyleyebilirim.

  3. Serbest şiirde kafiye olmaz demeyelim ve belli ölçüler içinde ama çok fazla göze batmayacak şekilde, kafiyeyi ve ses benzerliklerini kullanalım. Bu şiirimizde hem musikiyi artıracak, hem de şiirimizin ses olarak güzelleşmesini sağlayacaktır. Ayrıca kafiye, şiirlerin ezberlenmesini ve akılda kalmasını da kolaylaştırır. Serbest şiir içersinde yarım kafiye de kullanılabilir ve bu şairin tercihine bağlıdır. Oktay Rıfat’ın, şu mısralarını örnek olarak verebilirim: ['İstanbul Türküsü' şiirinden]

    Kasımpaşa kıyıları tersane Bir kız sevdim alimallah bir tane Her dem sevdâlıya kız mız bahane...

  4. Serbest şiir içersinde hecenin duraklarından da yararlanılabilir. O. Veli bile, 'Anlatamıyorum' şiirine, “Ağlasam sesimi duyar mısınız” diye başlıyor. Heceleri sayarsak sonuçta, 6+5 olduğunu görürüz. Bu özelliği, mısraları kurarken, bazı mısralar arasında bağlantıyı sağlamak ve şiire bir akış kazandırmak için yapabiliriz. Cahit Sıtkı Tarancı’nın şu mısralarına bakın: ['Şaşırdım Kaldım' şiirinden]

    Şaşırdım kaldım nasıl atsam adım Gün kasvet gece kasvet. Bulutlar sisler içinde bunaldım Gök mavisine hasret.

    Birinci ve dördüncü mısrada 11'li; ikinci ve dördüncü mısrada 7'li hece kullanılmış. Arif Nihat Asya’nın ve Orhan Veli’nin serbest şiirleri incelendiğinde bu örnekler çoğaltılabilir.

  5. Serbest şiir yazarken , aruz kalıplarını kullanmak şiir içersideki musikiyi artırır. Bu konuda, Orhan Veli, Arif Nihat, Behçet Necatigil, Bedri Rahmi, Cahit Külebi ve bir çok şairi örnek verebilirim.

    Bakın Orhan Veli’nin şiirlerindeki aruz kalıplarına: ['İstanbul Türküsü' şiirinden]

    O-tur-muş da bir tür-kü tut-tur-mu-şum {fe'ûlün fe'ûlün fe'ûlün fe'lün} Ga-rip-li-ğim du-yur-ma-yın a-na-ma {mefâilün mefâilün failün} El ko-nu-şur se-vi-şir-miş ba-na ne? {müfteilün failâtün feilün}

  6. Mısra içersinde ses oyunlarına (asonans ve aliterasyon...) başvurmak, mısranın ses güzelliğini artırır. Serbest tarz şiirleriyle en çok Orhan Veli tanındığı için örneği yine ondan vereceğim: ['İstanbul Türküsü' şiirinden]

    İstanbul’da Boğaziçi’nde, Bir fakir Orhan Veli’yim; Veli’nin oğluyum, Tarifsiz kederler içinde.

    Bu şiirde kullanılan sesli ve sessiz harflere bakalım: 5 tane 'l'; 6 tane 'a'yı rasgele kullanmış diyebilirsiniz ama 13 tane 'i'yi tesadüfen kullanmıştır diyemezsiniz. Hele hele de, ilk ve son mısranın 9 hece oluşuyla “Bir fakir Orhan Veli'yim” mısraındaki aruzun 'fâilâtün fâilün' kalıbına ne diyeceksiniz? Bunlar tesadüf olamaz herhalde.

  7. Tekrarlar, ikilemeler ve rediflerden de yararlanmak, şiirin hem ses, hem de musiki gücünü artırır. Zeki Ömer Defne’nin şu mısralarına bakın: ['Ziller Çalacak' şiirinden]

    Ziller çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir. Zil çalacak, ziller çalacak benim için ... ... ... Ama ben, artık artık gidemeyeceğim.

    Ya da, Cahit Külebi’nin, şu şiirindeki, mısra tekrarlarına bakın: ['İstanbul' şiirinden]

    Sonra âlem değişiverdi Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak. Sonra âlem değişiverdi Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak. Mevsimler ne çabuk geçiverdi Unutmak, unutmak, unutmak.

    Arif Nihat Asya’nın, meşhur 'Bayrak' şiirindeki ikilemelerin şiire kattığı güzelliğe bakın:

    Işık ışık, dalga dalga bayrağım, Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

  8. Günümüz şiiri içersindeki şairler, 'imge' diye bir kavramın peşine düşmüşler. Bu konuyu derinlemesine araştırdım ve gördüm ki, herkesin 'imge'den de anladığı farklı bir şey. Ortaya yeni bir güzellik koymak –ki, bu yönüyle imge, bir anlamda hüsn-i talil sanatını hatırlatıyor– orijinal bir söylem yakalamak veya bir düşünceyi bir anlamda sembolize ederek anlatmak, 'imge'yi oluşturuyor herhalde. Kanaatimce, bu 'imge' denen şey, Divan şiirindeki 'mazmun' kavramının, günümüzdeki çağdaş yorumudur. Bu konudaki tavsiyem ise, adına ister 'imge', ister 'mazmun' diyelim, söyleyişi güzelleştiren ve anlama güç katan –ki, burda anlatmak istediğim, az sözle çok şey ifade etmektir– her özellik kullanılabilir. Şair, özellikle anlatıma güç katan edebi sanatlardan mutlaka yararlanmalıdır.

  9. Şiiri süslü söyleyişten kurtulmak, sıfatlar dışında tasvir öğesi kullanmamak, sade ve basit bir anlatım tarzını 'sehl-i mümteni' (Yunus’un şiirleri böyledir, anlamı, görünüşte söylenmesi kolaymış gibi görünen ama söyleyemeye kalktığımızda zorluğu anlaşılan demektir.) oluşturacak şekilde kullanmak da, şiire anlam ve ses güzelliği verebilir. Hepimizin, zaman zaman kullandığı bir cümleyi , Orhan Veli, bakın ne güzel şiirleştirmiş:

    Deli eder insanı bu dünya Bu gece, bu yıldızlar, bu koku Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.

    Mısra, basit gibi kurulmuş gözüküyor. Üç mısranın toplamı bir cümle aslında. Ama bunu yapabilmek, hiç de kolay değildir. İşte bir 'sehl-i mümteni' örneği.

  10. Sadece serbest değil, diğer tarzları da kullanırken, şairlerimizin kelime seçimine dikkat etmesi gerekir. Gelenek iyi bilinmeli; ve gelenekten, hem şekil hem de ma'na olarak yararlanmaya çalışılmalıdır. Şair, şiir adına devamlı bir arayış içinde olmalıdır. Bazen tek bir mısra bile şiir olabilir. Edebiyatımız içinde bunun denemelerini, Talat Sait Halman yapmıştır; fakat tek bir mısrada şiiri yakalamak zordur, bu da bilinmeli. Bu tek mısra bazen özdeyiş yerine geçer, bazen de bir atasözü hüviyetine bürünebilir. T. Sait Halman’dan örnek:

    • Dolu dizgin giden at, nefret eder dizgininden.
    • Mavidir renklerin en çok doğup en çok boğanı.
    • Bir biçim bulsa bulut kendine, ağlar mıydı?

Bütün bu anlattıklarımla söylemek istediğim şudur:

  • Serbest şiirin, ismi gibi serbest ve kolay zannedilmesi, şairlerinin çoğunun şiirlerini serbest yazmasına yol açıyor. Okumadan, araştırmadan ve belli bir birikim kazanmadan, tesadüfen, gerçek ma'nada şiir yazılabileceğini zannetmek, safdilliliktir.

  • Dergilerde ve internet sitelerinde yazılan serbest şiirleri görünce, bu işin bu kadar basit olmadığını ve şiirin, bilgiyle desteklenmesi gerektiğini anlatmak ihtiyacı duydum. Şiirin, ne kadar ciddi bir iş olduğunun bir gün anlaşılacağını düşünüyorum.

  • Tekniklerin bilinip uygulanması, şiire ulaşacağımızın garantisi değildir. Teknikle bilginin birleşmesi doğal olmalı; şiir, gönlümüzden gelen sesin, estetik yapı içinde işlenmesinden doğmalıdır. Şairler, teknikleri kullanarak özümsemeli ve zaman içinde bu tekniklerin, doğal bir biçimde, hafızasından şiirine nasıl yansıdığını tecrübe etmelidir.

Yaptığım bu açıklamalarla, şiirin ve özellikle de serbest şiirin, neden bu kadar zor olduğunu anlatabildiysem, Türk şiiri adına görevimi yapmış sayıyorum. Kimseye şiirin şöyle veya böyle yazılacağını söyleyemem ama yazılanların daha iyi ve okunabilir olması açısından, bu meselelerin de bilinmesi gerektiğine inanıyorum.

Mehmet Nuri beyin yazdıklarına benim ekleyeceklerim şiirin biçimi ile ilgili değil. Daha çok nasıl yazıldığı ile ilgili.

Birincisi şu: Duygusal bir yapıya sahip olmak, ya da duyguların coşmuş olması ile şiir yazmak arasında bir ilişki yoktur; hatta olmamalıdır.

Şunu demek istiyorum: Bir duyguyu bütün yoğunluğu ile yaşadığınız anlarda şiir yazmanız neredeyse imkansızdır. Bu, rüya görürken, rüyayı kaleme almağa uğraşmak gibi bir şey olur..

Ancak duygularınız dindiği anda yazmanız mümkün olur –dikkat edin, 'duygularınız kaybolduğu anda' demiyorum; ama dinmiş olmaları aşağı yukarı şarttır.

Şarttır deyişimin sebebi de basit: Rüya örneğine dönersek, rüyayı kağıda dökmek isterseniz, rüyayı tam yaşamanızı imkansızlaştırırsınız; yalap-şap bir rüya olur o... Kağıda dökmek için, azıcık beklemeniz, uykudan uyanmış olmanız gerekir.

Bunun haksızlık olduğunu biliyorum. Hatta biraz da samimiyetsizlik içerdiğini de düşünebilirsiniz –çünkü, öyle ya, 'gerçek duygu'larla yazılmış olmuyor.

Fakat, o da çok geçerli değil. Şiir, şairin duygularını yansıtmaktan maâda, okuyan ya da dinleyende uyandırdığı duygular açısından önemlidir. Takdir eden, şair değil, şiiri okuyanlar, ya da dinleyenlerdir çünkü.

Bu da bizi, bir anlamda, şiirlerin niçin daha çok tasvir, hasret, acılar vb konuları işlediğine getirir..

Evet, tahmin ettiğiniz üzere, aklı başında olan hiç kimse (ya da, çok az insan), hayatının aşkını yaşarken oturup şiir yazmakla vakit kaybeder.. Aşık olmak ise, aklı başında olmak demek hiç değildir.

Aklı başında olmayan şiir yazamaz –deli saçması olur–; aklı başında olanlar da, hayatının aşkını yaşarken, oturup şiir yazmakla vakit kaybetmezler.

Kısacası, aşk ve sevgi vb duyguları anlatan şiirler, kişinin aklı başına gelir gibi olduktan sonra, ya da geldikten sonra yazılır.

Deliler gibi aşıksanız, şiirle filan vakit harcamayın demek istiyorum. Boşverin şiir miir yazmağı! Şiir yazan bulunur –ilerde yazmak için çok zamanınız olacak.. Siz, hazır denk gelmişken, aşkınızı 'deliler gibi' yaşayın!

Ve, eğer gerekiyorsa, –ki, evet, gerekir– bir yerlerden –hazır yazılmış– şiirler aparın {çalmanın öylesi haram değil, bilakis sevaptır :) } ve sevdiğinize okuyun, yazın gönderin.. Ama, tekrar ediyorum: Kendiniz yazmakla vakit kaybetmeyin.

Yok, ille yazacaksanız da, onları sadece sevdiğinize yazın ya da okuyun. Yayınlamak ya da başkalarına göstermek için hiiiç acele etmeyin. Millet, sizin bu duygu selinde söyledikleriniz anlamakta zorlanabilir ve takdir etmek yerine sizin kırılmanıza yol açacak laflar edebilir. Hoş olmaz yani.

Bir başka konu daha var:

Hangi vezinle (ölçüyle) yazacaksınız?

Yukarıda da olduğu üzere, bu konuda da, ben, benim kanaatlerimi söyleyebilirim sadece.. O da şudur:

Hece ölçüsü ile başlayın. En kolay teknik budur.

'Hece'de yeterli olduğunuzu düşünüyorsanız, aruz veznine geçin.

Aruzu da olabildiğince iyi kullandığınızı size söyleyenler oluyorsa, ondan sonra serbest vezine geçin.

Yani: hece, aruz, serbest.. bu sıralamada..

Çünkü, serbest vezin, düzyazıdaki satırları olmadık yerlerden bölmek, ya da okuyana illallah dedirtecek türden devrik çümleler kurmak değildir. Serbest vezin 'serbest' filan değildir ve ahenkli olması için kişinin çoook fırın ekmek yemesi gerekiyor. Çok zordur.

Bir de, önünüze çıkan her garabete, sırf yazan kişi onun serbest vezin olduğunu söylüyor diye, eyvallah demeyin. Okuyun bakalım, anlamlı ve ahenkli mi.. Ya da bırakın yazan kişi okusun; anlam ve ahenk duyacak mısınız.. Duymuyorsanız, bırakın o şey orada kalsın ve yazan da denemeğe devam etmesini söyleyin.

Hem yazana, hem kendinize, hem de topluma iyilik etmiş olursunuz.