Solcular nerede?..

Benim de aklımın bir köşesinde duruyordu bu soru; ama, işin doğrusu, 'Çarpım Tablosu' isimli (daha önce yolum düşmemiş olan) bir blogdan bir hit gelmesi üzerine ziyaret edinceye kadar soruyu kendi kendime seslice sormak ve hakkında yazmak ihtiyacı duymak sıram pek gelmemişti. Hem --bir duruş olarak-- 'sol'u hem de onun gerçek hayatta icrai karşılığı olan 'solcu'yu, 'solcu' denen mahluku bütün hayatım boyunca merak ettim. Nedir, nasıl bir şeydir, ne der, ne eder.. Üniversal, evrensel bir kavram olmadığını biliyoruz. Buralarda, sol, bugüne kadar lâdinî bir seyir izlerken, başka yerlerdeyse dinsel temalar taşıyabiliyor. Katolik ülkelerde 'Liberasyon Teolojisi'ni öne çıkarıyor, Protestan ülkelerdeyse 'Hıristiyan Sosyalizmi' şeklinde dile geliyor... Bulunduğu her yerde de, 'ilerici' olmak iddiası var. 'İlerici', yani sosyal anlamda gelişmeye taraftar ve değişikliklere de açık.. Bakar bakmaz, şivesinden, kılık-kıyafetinden, boyundan bosundan tanıyamadığımız için, bu tarif, çoğu zaman, işimizi kolaylaştırmaz, zorlaştırır. Bir eşkal tarifi değil, duruş tarifidir. 'İlerici'nin bu tarifinden yola çıkarsak, geri dönüp, Türkiye'deki 'sol'u aramak bulmağı kolaylaştırır. Biliyorum, 'ilericinin tarifinden yola çıkarak, geri dönüp, solu aramak' hem biraz garip, hem de çelişkili ve insanın da canını sıkan bir laf oldu. 'Geri dönüp sola bakmak' bir oxymoron gibi geliyor kulağa. Ama, değil. Bence değil. Artık, değil. Şundan dolayı değil --bence. Bildiğimiz 'sol', her ne kadar öyle pek görünmese de, Türkiye'deki lâdinî misyonunu --esas itibariyle-- tamamladı. Başarılı oldu demek istiyorum. Evet, acılı ve sancılı bir süreç olsa da, lâdinî süreç de gerekiyordu. Din adı altında çok sayıda hurafe ve pıranga vardı; ve bunlara karşı durmak gerekliydi. İlericilik adına değil, gerçekçilik adına gerekliydi. Bu mücadelenin sadece ve sadece fikir planına hapsolması da şart değildi; fikrin aksiyonla desteklenmesi de zorunluydu. Aksi halde, sesinizi kimse duymaz, sizi de kimse kaale almazdı. Kelleler alınmak ve kelleler verilmek gerekti. Nitekim de öyle oldu. Ve, yeteri kadar çözüme kavuşturulmuş her problemde olduğu üzere, çözülmüş problemi çözmek için ısrar etmek anlamlı değil; kabak tadı verir. Bugün geldiğimiz yerde, din artık tayin edici değil. Aksine, din çoktan beridir savunma pozisyonu almış, ve bir takipçi olmak rolünü kabul etmiş durumda. Bu yazının yazıldığı tarih itibariyle yönetimde bir 'dinci' partinin olduğu iddiaları da, yazarın kanaatine göre, içi pek de doldurulamayacak iddialardır; iktidarda olan ağırlıklı olarak nostaljik ve folklorik bir din referansıdır. Bunun nostaljik ve folklorik bir din referansı olduğunu görmek için de çok uğraşmağa gerek yok bence. Başka hiç bir şeye bakmasak bile, kadın hakları taleplerine nasıl yaklaştıklarına kısaca bir göz attığımızda bunu rahatlıkla görebiliriz. Bütün din camiası ve kalpleri onunla beraber atan kesimler, dişlerini gıcırdata gıcırdata, kadın haklarını teslim etmek durumunda kalıyorlar. Teslim edilen haklar eskiden kalan, kadim, haklar değiller tabii ki. Çoğu, mevcut külliyatın yeniden gözden geçirilmesi ve dolayısı ile varlığı icât edilen haklardır. Yeni realitenin dayattığı icâtlar yani. Bunu da, bendeniz, hayli heryecan ve keyif verici bir müsabakayı izler gibi iziliyor. Kadınlarımız, eskiden haklarını talep etmekten imtina eden kadınlarımız, şimdilerde eskiden ağza alınmaktan kaçınılan haklarını birer birer sıralıyorlar ve bunu da din söylemi içinde yapıyorlar. Din söylemi içinde bunları dile getirmeleri de, bütün din camiası ve kalpleri onunla beraber atan kesimleri kontripiyede bırakıyor. Reddedemiyorlar, kabul etmek için içtihadlara takla attırırken de dişlerinin gıcırtısını öteki dünyadan dahi duymak mümkün. Benzer başka çok şey var, sayılamayacak kadar çok. Teknoloji ile birlikte gelen yeni hayat tarzları, yeni imkanlar ve bütün bunların ortaya çıkardığı çelişkiler, sorular, sorunlar.. Din camiası da fanusta yaşamıyor ve Türkiye ahalisinin bir parçası. O ahali de, bazan aşırıya dahi kaçsa, teknolojinin getirdiği yenilikleri gözünü kırpmadan hayatına katıyor --yani, aşırı sayılabilecek derecede ve maceracı da denebilecek kadar yenilikçi bir ahalimiz var buralarda. Bu yüzden de, din, genel siyasetle ilgilenmek şöyle dursun, cevabını kendi içinde bulmak zorunda olacağı taleplerle boğuşmak durumundadır ve bu süreç en az bir yüzyıl böyle gidecek gibi görünüyor. Başka bir deyişle, hariçten lâdinî etkileşime gerek kalmamıştır. Solun bir başka hedefi de, 'insanca hakça düzen' sloganıyla söylenen idi. Burada da önemli başarılar elde ettiler; fakat, bence daha ileri gidilmekten korkuldu. Geri dönüş görüyorum. Bu geri dönüşü çok da şiddetli eleştirecek değilim. Tamamen başarısız olmuş sayılmaz. Ayrıca, sola pek de yakıştıramazsak da, gerçekçi olmak gerekiyor; eldeki imkanlar ile dağıtılmak istenen imkanlar arasında bir denge olmak zorunda. Mevcut olmayan maddi imkanları kimseye veremiyorsunuz. Bu bakımdan, eski solcular kendilerini mağlup olmuş da görebiliyorlar. Haklı olduklarını da söyleyebiliriz. Fakat, bu 'insanca hakça düzen' sloganını orada bırakmak zorunda değiliz; onun bir de anti-sömürü ayağı var tabii ki. Ve, sömürü de mikro ölçekten makro ölçeklere kadar uzanabiliyor. Hangi ölçektekine öncelik tanıyacağınıza bağlı olarak da sizin siyasi duruşunuzun rengi kadar etiketi de değişeliyor. Mikro ölçekte sömürüye karşı durmağa öncelik tanıyorsanız, 'sosyalist' oluyorsunuz. Yok, makro ölçekte sömürüye karşı durmağa öncelik tanımak gerektiğini düşünüyorsanız, o zaman siz 'ulusalcı' oluyorsunuz... Bu ilginç. Aynı damardan besleniyor, temel güdüsü de aşağı yukarı aynı, fakat öncelikleri farklı olduğu için hem değişik etiket alıyorlar, hem de birbirinin zıddı sanılıyorlar. Ben bu ikisinin birbirinin zıddı olduğunu düşünmüyorum, dolayısı ile, eski lâdinî ve mağlup solcuların bir kısmı kadar, yeni müslümanlık referanslı aydınlarımızın da ulusalcılığa meyletmelerinin yadırgamıyorum. Buradan da anlaışılıyordur herhalde: Yadırgamadığım bir başka şey de, dinî motiflerle yola çıkanların 'sol' fikirlere meyletmeleridir.. Bunun neden yadırgandığını da anlamak aslında bence mümkün değil. Çünkü, başka heryerde, sol, dinlerin eşitlikçi ve somürüye karşı olan duruşlarını müttefik görür. Bu da son derece normaldir. Normal olmayan, bizde, geçmişte din camiasının bu duruşu bir siyasi duruş olarak sergilemeyişiydi bence. Şunu demek istiyorum: Geçmişte, din camiası, bireyler arasındaki haksızlıklarda taraf olabiliyordu, fakat, bir bütün olarak ve sistemik anlamda haksızlıklara karşı geldiğini pek göremiyoruz. Yani, şeriatın en iyi uygulandığı dönemlerde, aslında, din tam anlamıyla laik sayılabilecek bir yerdedir: 'kul ile Allah arasında'.. Kulun ibadetini layığıyla yapması din camiası için yeter ve gerek şart idi. O kadar. Onun ötesinde, din, dünyevi işlere pek karışmıyor, karıştırılmıyordu. Bunun kabahatinin dinde olduğunu söylemiyorum; ama, realitedeki şekli, uygulanışı --din adamlarının hep de egemenlerin yanında yer alması-- sonuç olarak dini de dünyevi işlerden uzak tutmak anlamına geliyordu. Bu da, böyle olunca, 'sol'un ittifak yapacak bir muhatap bulamayışı anlamına geliyordu. Fakat, şimdi öyle değil pek. Yukarıda da kısaca değinmeğe çalıştığım üzere, din, hem cevap vermek hem de hayatta tekrar layık oluğu yeri edinmek için dünyevi sorunlarla ciddi ciddi ilgilenmek zorunda kalıyor. Başka bir deyişle, referansı din olanlar, öncüllerinden faklı olarak, artık daha büyük resme bakmak mecburiyetindeler; gelir dağılımı, sınıflar arası eşitsizlikler vb gibi, son derece dünyevi konularla ilgilenmektir bu. O da, bizi, hiç yadırgaMAmaız gereken bir mahlukla karşılaştırır: Müslüman solcular.. Din referansıyla, sömürünün önüne geçmek isteyen solcular yani. Şimdii.... Yukarıda ucundan kenarından değindiğimizde gördüğümüz üzere, evet, sol, o eski sol değil. Olması da gerekmiyor; çünkü hem şartlar değişti, hem de öncelikler. Bugün, o eski solcuların birebir klonlanmış devamını aramak da bence hiç anlamlı değil... O tipler yok demiyorum, ama onlar sona ermekte olan bir nesil, ya da değişen realiteden bihaber bir güruhtur bugün. Var olan solcular ise, ilk bakışta pek de kolay tanınabilir değiller. Müslüman ulusalcılar, müslüman sosyalistler, müslüman demokratlar.. ya da ulusalcı müslümanlar, sosyalist müslümanlar, demokrat müslümanlar vb vs... Bunları solcu saymamak demek, bence, 'sol'un tanımındaki 'değişikliklere açık' olmağı anlaMAmak demektir. Bence, sol var ve devam ediyor. Fakat, sağ.. sağ nerede?