Bu uçak kaçırılmış mı? Biz rehin/rehine miyiz?

İlginç bir soru bu. Anladığım kadarıyla, çok da seyrek sorulan bir soru da değil; daha doğrusu, soru çok sık ve sesli dile getiriliyor olmasa bile, halet-i ruhiyyesi (psikozu) bir hayli yaygın..

Üzerinde düşünmek gerektiği kesin diyip başka bir şeylere yönelmek üzereydim ki, aklıma ilginç ve nedense ilintilendirdiğim bir şey geldi.

Kısaca bahsedeyim:

Tıp biliminde narkozun tarihi eskidir, ama, bugünkü şekliyle bildiğimiz, hastaya acı sızı vermeyen, yan etkisi de pek olmayan modern narkozun mazisi o kadar da gerilere gitmez. [Kaynaklara ulaşıp referanslarını tek tek de bulabilirim, yani tembellik yapıp üstünü bir mazeretle örtmeğe çalışmıyorum. Fakat, gayem narkoz hakkında akademik bir şey yazmak değil. Detaylarda hafızamın beni yanıltma riskini de göze alarak, aklımda kalanları aktaracağım.]

Modern narkozun mazisi 1800'lü yılların sonlarıyla başlar. Denemeler hep vardır ama, işe yarar bir şeyler ancak o zamanlar uygulamaya konulmağa başlar yani. Bir sürü şey denenir. Denenenler arasında, iki karı-koca misyonerin Latin Amerika dağlarında yaşayan yerlilerin ağaçlarda yaşayan şempanzeleri avlamak için kullandıkları macun benzeri bir madde vardır.

İlginç bir maddedir bu. Bir karış boyundaki ince bir çubuğun ucuna, azıcık, sürülür. Çubuk da, bir kamıştan üflenerek ağaçtaki şempanzeye atılır. Bir tür nefesli/üflemeli bir ok yani. Bu zehirli ok şempanzeye değer değmez, şempanze pelte gibi yere düşer.

Hemen yere düşmesi çok önemlidir bu yerliler için. Aksi halde, yaralı şempanze biraz uzaklaşacak olsa, oradaki başka bir avcı yaratığa yem olur, ve yerliler avucunu yalamış olur.

Bu kadar ani etki gösteren başka bir zehir de bilinmiyordur. Yıllardır bu yerlilerin arasında yaşayan ve onların güvenlerini kazanmış bu karı-koca, bu zehirden bir iki kilo kadar alırlar ve ABD'ye gelip bunu tıp camiasına oldukça iyi paralar karşılığında satarlar.

Hatta, bu işte iyi para olduğunu görünce, tekrar geri dönüp daha fazla getirmek de isterler, ama, bir daha dönmezler. Başlarına ne geldiği halen meçhuldur. Bu zehrin nasıl yapıldığı da.

Neyse; bu zehir –çok seyreltildiğinde–, ideal bir narkoz görevi görür. Ağaçtaki şempanzeyi bir pelte haline getiren etkisi, hastadaki motor kasları devreden çıkartması, ameliyatı yapabilmek için idealdir: Hastanın çırpınmasını engeller.

Deneyseldir; fakat, önemli –yani zor– ameliyatlarda kullanılır. Bnların başlıcası da, o günlerde yaygın kullanılan narkoza dayanacak bünyeleri olmayan bebek ameliyatlarıdır. Neredeyse münhasıran bebeklerin ameliyatlarında kullanılır.

Hiç bir yan etkisi de görülmez. Bu yüzden, daha sonraları, etken maddesi sentezlenir ve yapay olarak da üretilir.

Aradan yıllar geçer. Bu ameliyatları geçiren bebeklerin hemen tamamı birer ruh hastası olur. Uykularından kâbuslarla, bağıra çağıra, uyanırlar.

Ama, bu çocukların o ameliyatları geçiren çocuklar olduğunun farkına varmak kolay değildir; zaman alır. Farkına varıldığında da, ilişkinin sebebini anlamak zordur.

Ameliyatları yapan doktorlardan birisinin aklına bir şey gelir. Diğer cerrah arkadaşlarından rica eder; kendisini bu narkozla uyutmalarını ve kolunda herhangi bir cerrahi işlem yapmalarını ister. Bu, bir doktorun, bir cerrahın kendisini deney için kullandırdığı nadir durumlardan birisidir.

Yaparlar.

Adam ayıldığında dehşet içindedir. Çünkü, kımıldayaMAmakla birlikte, herşeyi, herşeyi hissetmiştir. Kolu kesili dikilirken herşeyi, bütün acıları hissetmiştir. Gerçekten dehşet vericidir; orada öyle çaresiz, naçar yatarken kesilip biçilmek ve herşeyi hissetmek..

O bebeler de öyle olmuştur.. Üstelik, çok daha uzun süren, çok daha ağır ameliyatlarda kesilip biçilmişler, herşeyi, her acıyı hissetmişler, ama ayıldıktan sonra anlatmaları da mümkün değil.. ağlamktan öteye ne anlatabilirler? Bir kaç aylık bebelerden bahsediyoruz..

Sonra? Sonra, o dehşet seansı bebelerin bilinçaltlarına sinmiş.. Bütün ömürleri boyunca, ne olduğunu hatırlamadıkları, ama, feryat figânla, canhıraş bağırarak uyandıkları uykular, kâbuslar..

Bu deneyden sonra, sadece motor kasların devreden çıkmasının yeterli olmadığı anlaşılmış ve ikinci bir bileşen daha kullanılır olmuş. Hastanın, bilincini de kaybetmesini sağlayan, ağrı sızı duymasını engelleyen bir bileşen.. Şimdi, biz, iki bileşenli narkozla ameliyat oluruz.

Kendi üzerinde deney yaptırtan doktor da dürüst birisi imiş.. Bilmeden de olsa onca bebeye ettiği işkencelerin vicdan azabıyla, mesleği bırakmış...

Bu kısa/uzun hikayeyi niçin mi anlattım?

Radikal Gazetesinde Haluk Şahin 'Türkiye kaçırılmış bir uçak mı?' isimli bir yazı yazmış; fakat, bence, çok yüzeysel bakmış meseleye..

Bunca insanın Türkiye'ye kaçırılmış uçak gözüyle bakmalarının, kendilerinin de rehine psikozunda olmasının arkasında, çook gerilerde başka, bambaşka, bizim artık sebep-sonuç ilişkisini kuramadığımız gelişmeler olabileceğini sanıyorum.

Her ne kadar konuyu dile getirmiş olduğu için Haluk Şahin'e teşekkür etsem de, böyle yüzeysel bakışlarla geçiştirince sadre şifâ bir şey çıkmaz, çıkmıyor.

Soru, üç aşağı beş yukarı belli: Bu kâbusların mazisinde ne var?

Not: Haluk Şahin'in sözkonusu yazısının bir suretini yorumlara kopyaladım.