Tutam dökem men seni..

Mahir Kaynak, arka arkaya birkaç yazı yayınladı. Bu yazılar daha öncekilerle ilintiliydi tabii ki, fakat benim açımdan bu son yazıları resmi daha net görmeme yardımcı oluyor.

Birinci yazıda, Mahir Kaynak'tan hiç beklemediğim şekilde endüstriyel bir prosesten bahsediyor: Dökümcülük...

Meğer, çocukluğunda bir dökümcünün yanında çıraklık yapmış..

Tabii, o günlerden bugünlere dökümcülük de hayli gelişti.

Eskiden, üretilecek olan şeyin tahtadan bir örneğini ('model'ini) kendi elleriyle günler haftalar süren itinalı ve hummalı bir faaliyet sonucunda ortaya çıkaran ustalar vardı.

Usta ne kadar tecrübeli ve yetenekli olursa o kadar iyiydi de, 'model'in karmaşıklığına bağlı olarak, üretilen ilk numunelerin hatalı olması neredeyse mukadderdi.

Bunun da dünya kadar sebebi vardı. Model elle üretildiği için, istenildiği şekilde olçüsel açıdan hassas olamıyordu. Olabilse bile, döküm sırasında kullanılan eriyik metalin boşlukları nasıl dolduracağını, soğuma sürecinde nasıl davranacağını bilemiyorduk.

Şimdi o günler çoğunlukla geride kaldı: Artık modeller elle değil, bilgisayar karşısında birilerinin ekranda oluşturduğu tasarımlardan doğrudan doğruya yine bilgisayarların kontrol ve kumanda ettiği makinelerde yapılıyor.

Eriyiğin kalıpta nasıl davranacağına yönelik de hayli yetenekli simülasyon yazılımları var.

Böylece, eğer doğru tasarlamışşsanız, ve elinizde yetenekli makina ve ekipman varsa, döküm yoluyla elde edeceğiniz ürünün ıskarta olmak ihtimali yok denecek kadar azdır.

Dahası, çok daha kontrollü bir üretim süreci olacağından, hurda vb gibi üretim artıkları da azalır. Enerjiden de tasarruf edersiniz. Herşey çok daha uzuca çıkar ve daha da kaliteli ürün elde edersiniz.

İyi de, dökümcülük de nereden çıktı şimdi..

Mahir Kaynak durduk yerde döküm konusuna neden eğilmiş olabilir ki?

Hele de, konu 'Kürt Meselesi' iken?

Var aslında bir ilgisi, tabii ki: Toplumları, pekala, döküm prosesinde kullanılan eriyiklere benzetebiliriz.

Önce, kaç derecede eriyeceğini bilmek lazım. Fakat, yetmez. Eriyiğin hangi sıcaklıklarda ne kadar akıcı olduğunu (viskozitesini), soğuma hızını ve soğurken nasıl davranacağını vb hususları bilmek gerekir.

Bu tür bilgiler elinizde yeterince sağlıklı olarak var ise, döküm prosesini kolayca simüle edebilirsiniz (yani, gerçek hayatta yapmak yerine, bilgisayarda --bir oyun gibi-- süreci görüntüleyebilir, yavaşlatıp büyüterek detaylarını istediğiniz kadar inceleyebilirsiniz).. beğenmediğiniz bir sonuç/ürün çıkacak gibi görünüyorsa, hemen geriye dönüp ya proseste ya da modelde gereken değişiklikleri yaparsınız.

İyi de, dökümcülüğün toplum mühendisliğine benzer tarafları var mıdır?

Olması lazım.

Her ne kadar, dökümcülük çok daha eskilere dayanıyor ve hayli yoğun mühendislik de içeriyorsa da, hala daha bir sanattır. Tecrübe ve yetenek ister; kullanılacak malzemeyi ve prosesi çok iyi tanımak şarttır.

Toplum mühendisliği --ya da siyaset mühendisliği-- tabii ki çok daha taze/genç bir uğraşı alanı..

Fakat, özellikle Türkiye sözkonusu olduğunda, eldeki mazlemenin artık yeterince tanındığı, bilindiği kanaatindeyim.

Geçmişteki darbelere, darbe teşebbüslerine, ara rejimlere, demokrasiye geçişlere, demokratik hayatta ortaya çıkan gelişmelere toplumun değişik kesimlerinin verdiği tepkiler ve benzeri bir yığın bilgi oluşmuş olmalı..

Eğer öyleyse, eriyiğin (toplumun) hangi şartlarda nasıl akacağı hakkında bilgimiz hiç de az olmasa gerek.

Sıra, 'model'i --yani, toplumun gelecekte almasını istediğimiz şekli; geleceğimizi-- tasarlamağa geliyor..

Bu noktada, anladığım kadarıyla, şartlar eskisinden farklı: Eskiden olsaydı, model bizim elimize tutuşturulur; hatta, biz farkına pek de varmadan kalıba bile dökülürdük. Yani, olay bizim dışımızda olur biterdi.

Şimdi o kadar değil; önümüzde bir fırsat penceresi var: Yabancı oyuncuların kendi dertleri başlarından aşkın. Daha doğrusu, onlar da yepyeni bir global model peşindeler.

Bizim kendi modelimizi, kendi gelecek tasarımımızı yapmamızı bekliyorlar.

Ve, biz de, uzuun zamandır ilk defa bu işe koşuluyoruz.

Mahir Kaynak, bir sonraki yazısında da buna ışık tutuyor.

Anlaşılan, bizim geleceğimiz 3 temel alternatiften oluşuyor --yani, şu ana kadar sergilenen tavırlardan ortaya çıkan bu.

1) Türkiye, ne bir soy veya bir din devleti olacak. İnanç veya etnisite bakımından farklılıklar bireysel düzeyde kabul görecek. Bu nedenle, Kürtleri toplumun diğer kesimlerinden farklı olarak tanımlayacak hiçbir talep kabul edilmeyecek. Haklar bir soya ve inanca değil tüm bireylere tanınacak.

Bu proje, bu tasavvur, Türkiye'nin, sadece Kürtlerle değil, Ermeniler, Rumlar ve diğerleriyle birlikte, çok daha geniş bir coğrafyaya yayılması anlamına da geliyor.

Bu, anladığım kadarıyla, hem Hükümet, hem ABD'nin de istediği, hem de Rusların da razı olduğu bir gelecek modeli oluyor.

Bu projede İslam'ın pek de başat bir rolünün olmayacağı aşikardır da; bunu inananlara henüz söylemek zamanı gelmiş değil.

2) Türkiye, Kürtlere yönelik herhangi bir iyileştirici adım atmayacak; dahası, durumu daha da gergin hale getirecek. Kürtlerimizin yönlerini Kuzey Irak'a çevirmesine göz yumulacak. Fakat, ABD'nin Kuzey Irak'tan çekilmesi sonrasında ortaya çıkacak olan karmaşada desteksiz kalacak olan Kürtlerin, iki-üç ateş arasında kalması sonrasında, Kürtler(imiz) herhangi bir iyileştirme filana bakmaksızın veril(mey)enle yetinmek zorunda olacak.

İlginç bir şekilde, bu projeye destek verenlerin başında radikal Kürtçü Kürtlerimiz geliyor. Bu radikallerin, yılların birikimiyle oluşmuş belli bir kamuoyu ve kendi tribünlerine oynamak zorunluluğu var. Aynı şekilde, Türkçü camia da bnzeri bir sonucu arzu ediyor.

Eğer bu proje gerçekleşmek durumunda kalırsa, Türkiye'nin önünde çok kültürlü, çok etnisiteli bir yapı yerine, Türk dünyasına yayılmak kalıyor.

Bu projeye ABD'nin soğuk bakmak isteyeceğini sanmıyorum; ama, Rusya ve Çin ile sorunlarımız olabileceğini sanıyorum.

3) Kürtlerimizle tümden bir ayrışmaya gidip, sosyal sorunlar yaratan, ekonomik olarak büyük bir yük haline gelen Kürtlerimizden kurtulup homojen, daha zengin ve batılı değerlere sahip bir halkla Avrupa’yla bütünleşmek...

Bu proje, halkın mübadele edilmesini de içeriyor: Kürtler oraya, Türkler buraya..

Bu projenin temel destekçisinin AB olacağını kestirmek hiç de zor değil. ABD ve Rusya bu projeyi desteklemez ama doğrudan doğruya Türkiye'yi karşılarına da almak istemez. Yine de, yukarıdaki diğer iki projeden çok daha sancılı geçeceğini söylemek abartı sayılmaz bence.

Şimdi.. dökümcülük teşbihine geri dönersek..

Dökümcülük, teknoloji ne kadar gelişkin olursa olsun, pahalı bir iştir fakat gereklidir de.

Modeli hatasız yapabilirsiniz, prosesi de ideal şekilde kontrol edebilirsiniz; fakat ortaya çıkaracağınız nihai ürünün --sizin istediğiniz o olsa bile-- pazarın istediği, pazarın kabul edeceği bir ürün olacağının garantisi yoktur.

Bu durumda, ürünü ıskartaya çıkarıp yeniden eriyik haline getirmek, yeni bir model oluşturup yeniden dökmek gerekir: Acılı, sancılı, meşakkatli ve pahalı bir süreçtir. Dahası, eriyik haline gelen ıskartayı kayıpsız kullanamazsınız; bir kısmı hurda olur; azalan malzemenin yerine yeni malzeme eklemek gerekir..

İyi düşünmek lazım.

Yani, çok iyi düşünmemiz lazım --tekrar tekrar, toplu halde ıskartaya çıkıp yeniden kalıba dökülmek hem hiç de kolay değil hem de her defasında kendi modelimizi yapmak bize düşmeyebilir.