İsteriz krizlerinden demokratlık

Aşağıdaki yazı Perihan Mağden imzsıy ve 'Türban ve iktidar' başlığıyla 03 Nisan 2007 tarihinde yayınlandı. Ben, paramparça olan paragraf yapısını bir araya getirdim sadece.

Merve Kavakçı (seçilmiş bulunduğu) Meclis'ten o korkunç sahnelerle atılırken yerin dibine geçmiştim.
Bu sahneyi çok iyi hatırlıyorum. Benim de hoşuma gitmemisti hiç. Prensip olarak bana da ters gelmişti yani. Fakat, canımı sıkan başka bir şey daha vardı: Merve hanımın bir ABD vatandaşı olması... Yok, bana, milletvekili olan başka ABD vatandailarının DA varlığından bahsetmeyin lütfen. İki yanlış bir doğru etmiyor. Diğerleri DE milletvekili olAMAmalıydılar.
Seçilmiş bulundukları Meclis'in merdivenlerinden alınıp götürülen ve hayatlarının on yılını hapishanede geçirmek zorunda bırakılan DEP'liler adına duyduğum mahçubiyet ve utanç kadar yoğun bir utanç söz konusu olamaz, pek tabii ki.
Tamam, bu da hoş değildi. Değildi de, aradan bunca yıl geçtikten sonra bunca üzüntüyü dile getirmek biraz geç kalınmış bir empati denemesi değil midir?
Kadınlarımızın yarısı başörtülüyse, onların Meclis'te temsil edilmiyor olması benim için kabullenilir gibi değil.
Tamam. Buna itiraz etmiyorum. Serbest olması lazım.
Bir türlü sayısını bilmedğimiz (6 ila 20 milyon) Kürt vatandaşımızın Meclis'te temsil edilmemesi de öyle.
Bunun neresi doğru ben bilmiyorum. Yani, edilmiyorlar mı? Ya da, şöyle sorayım: İllâ 'ben Kürdüm, ve burada Kürtleri temsil ediyorum' mu diyecekler ki, Perihan hanımın içine sinsin? Perihan hanımın içine sinecek diye ülkeyi şerha şerha bölmek mi gerekiyor? Ya da ben de şöyle dersem olur mu: Perihan hanımın başının açık olması da benim için kabul edilebilir değil.. Oldu mu? Olur mu?
Muhakkak, bu memlekette bir TEMSİL SORUNU var. Nasıl burası hakiki bir demokrasi değil de, bir nevi (şahsına münhasır) Askeri Demokrasi (hybrid) ise, siyaset arenasındaki partilerimiz de öyle. Onlar da askeri yapılanma mı diyelim, emir-komuta zinciri mi, mutlak lider sultası mı- Kendi partilerinin içinde demokrasiyi işletmeye dair en ufak bir niyet ve kararlılık göstermeyenlerin, BU topraklara hakiki demokrasiyi getirmeye namzet olduğundan söz edemeyiz, değil mi?
Bir başka 'al eline kalemi yaz aklına geleni' örneği daha işte.. Ve sanki Perihan hanımın bildiği 'hakiki demokrasi' hiçbir yerde varmış gibi, var olan ve adları 'demokrasi' olan başka heryerin DE birer 'hybrid' demokrasi olduğunu biz bilmiyormuşuz gibi.. İnsan bunları bildiği zaman, bunları bilmezmiş gibi çalakalem yazanların amacının ne olduğunu ister istemez merak ediyor? Amacını merak etmeyecek olsam, o kadar cahilin eline kimin kalem verip bunca yalap şap şeyi yazdığını merak ediyorum. Ve, tabii ki niçin; niçin eline kalem verip yazdırıyorlar sorusu da var..
Benim için başörtülü kızlarımızın üniversitelerde okuyamaması, devlet memurluğu yapamaması; bunlar 'Madem başı bağlı, otursun evinde, görünmesin gözümüze' elitist 'Cumhuriyet'in kurucusu kollayıcısı' dayatması ve alabildiğine anti-demokratik, kadın düşmanı, temsil hakkını hiçe sayıcı ve ayrıca ifade özgürlüğüne karşı yaklaşımlar.
Bu söylediklerinde elitist tarafın var olduğunu nereden aldığı ilhamdan söylediğini ben bilmiyorum.. Elitistlik ile 'kılık kıyafet bazlı ayrımcılığın' alakalı olduğunu nereden öğrenmiş merak ediyorum. Merkez-Çevre çatışmasını elitism ile karıştırınca, söylediklerinin geri kalanı abesle iştigal olmaktan farksız kalıyor bence.
İnanç özgürlüğü var ise; dini inancın ifade edilmesi hürriyeti olarak dahi ele alınabilir başörtüsü bir hak olarak. Ama bu ülkede inanç özgürlüğü de yok indimde tam anlamıyla, ifade özgürlüğü de. Ruhban Okulu da açılmıyor açılmıyor.
Başörtüsü konusunun bir beyan özgürlüğü ('freedom of expression'un Türkçesi budur) olması gerektiği ile hemfikirim. O da, diğer beyan özgürlüklerine izin verildiği oranda olmak zorundadır. Ruhban okulu konusu ise tamamen siyasi bir konudur --dış siyaset ile ilgilidir. Ne zaman, mesela Yunanistan, orada bizim de benzer okullar açmamıza izin verirse, biz de o zaman burada mütekabiliytet uygularız.
Vicdani red de inanç özgürlüğü, bir insanlık hakkı. Başörtüsü de. Ermeni kahramanını romanında nasıl konuşturduğun da ifade özgürlüğüne giriyor; İsviçreli bir gazeteciye röportaj verirken neler söylediğin de.
Vicdani red meselesi vb vs hep nasıl konuşlandırdığınıza bağlıdır. Meseleyi, bu denli kolaycılığa kaçarak lafın arasına sıkıştıtırsanız, birileri çıkar vergi vermeği vicdanen red ettiğini, diğerleri de kadınların sosyal hayatta bulunmasının inançlarına aykırı olduğunu filan söylerler ve perihan hanımımız da o anda bünyeyi kemiren ilk kanser hücresi sıfatını kendi elleriyle yazdığını belki görür.. İfade özgürlüğü değildir o; beyan özgürlüğüdür ve herkes verdiği beyanın sorumluluğunu üstlenmiş olur. Yani, hiçbirşey sorumsuz ya da sınırsız değil. Sorumsuzluğun sınırsız olduğunu --lafın arasında ve çaktırmadan-- söylemek özgürlüğü tabii ki herkesin var; ama bu sadece yalan demek özgürlüğü gibidir. Yatsıya kadar da yanmaz. Yani, o kadar kolay değil herşey. Bu ülkenin coğrafyasının, ekonomisinin dayattığı şartlar var --tıpkı başka ülkelerin de olduğu üzere. Ve, bunların hangilerinin ne derece aşındırlıabileceği de sırf üniformalı, apoletli, makamlı mevkili kişilerin derdi değildir. Ben de, başkaları gibi, benim kesemden kimlere kimlerin ne dağıttığı konusunda söz sahibiyim. Herkese herşeyin verilmesini söylemek, savunmak kulağa çok hoş geliyor da, bunun 'o ne veriyorsa ben iki mislini vereceğim'cilikten çok da farklı olmadığını da görmek lazım. Verilenlerin bir sürü bedeli var. Başta da yol açacağı sosyal sorunlar geliyor. Bazı özgürlükleri çok hızlı verirseniz, özgürlüğü elde edenlerin şımarması sözkonusu olabiliyor. Bunu biz özellikle 70'lı yıllarda işçi hakları sözkonusu olduğunda gördük. İşçiler, toplu sözleşme masasına oturduklarında, akıllarına ne gelirse ister olmuşlardı. Vermeseniz greve gidecekler, verirseniz de şirket batacaktı... Kimse de, bu yüzden, uzun vadeli düşünüp yatırım kalıcı filan da yapmaz olmuştu. Kim kazançlı çıktı bundan? Hiç kimse. Benzer şeyleri Kemalistlere tanınmış özgürlüklerde de görebiliriz. O kadar ki, kanunsuz olduğu apaçık olan uygulamaları bile kemalist kılıfla savunanlar vardı. Hala daha var. Benim kalıma gelen en iyi örnek de, E5 üzerinde görülen koskoca tepeyi, birisinin, Atatürk heykelleri ile donatıp yıllarca işgal edişidir.. Başka örnekleri ise saymakla bitmez. Benzer şeylere, şimdi de inanç özgürlüğü altında sağda solda gördüğümüz örgütlenmelerde işaret edebiliriz.. Kısacası, aniden verilen özgürlüklerin bedeli bazan çok farklı ve ağır olabiliyor. O yüzden, zamanlamaya da, hıza da dikkat etmek gerekir.
AK Parti iktidar oldu ama muktedir olamadı bir türlü. AKP'ye iktidar nasıl olunacağını anlatmak kuşkusuz bana kalmadı.
Niçin? Başka herkese herşeyi anlatmak varken, AKP'ye de bazı şeyleri anlatmak fena mı olurdu?
Ama tabanının hatırı sayılır bir çoğunluğu başörtülü kadınlarımızdan, onların babalarından, eşlerinden, oğullarından, hısımlarından oluşan bu parti TEK BAŞINA iktidarda olduğu yıllar boyunca bu konuda (başörtüsü özgürlüğü) hiçbir girişimde bulunmamış, hiçbir mücadele vermemiş, tam anlamıyla 'arazi olmuş', stratejik olarak 'bu tarz' mevzularla uğraşmak (ve belki de alaşağı edilmek riskini almak yerine) bambaşka mevzulara yoğunlaşmış ise- Buyrun hanımlar, beyler sizin partiniz budur! Mebzul miktarda oylarınızla işbaşına getirdiğiniz parti bu son derece önemli konuyla uğraşmak yerine, güç ve para dağılımını yeniden (kendi tugaylarına) sağlamakla geçiriyor ise iktidar günlerini, konsantrasyonu 'tamamen manevi' konularda ise- Bi kere benim iktidar alerjim var. Genelgeçer iktidar alerjim bir yana, bi zamanlar farklı bir şeyler yapıp/söyleyebileceğine inanmış olabildiğim için kendimi son derece enayi yerine konulmuş/kandırılmış hissettiğim AKP'ye dair son sıralarda duyduklarım 'alerji' kelimesini, acıbadem ezmesi filan kılıyor.
Uzun ve anlamsız şeyleri sevdiğim zamanlar vardı tabii ki. Ama, bu benim dahi kaldıramayacağım kadar uzun ve anlamsız. Hanımefendinin iktidar alerjisi olabilir. Sorun değil, bu hepimizde az ya da çok vardır. Vardır da, neye itiraz ettiğini daha açık yazsa burada fena mı olurdu?
301 daha çıkmadan (ve mayınlı daha bir sürü madde) Gazeteciler Cemiyeti'nden Basın Konseyi'ne yazı/çiziyle ilgisi olan bir sürü kurum/dernek bi davul çalmadı 'Yapmayın, etmeyin!' diye.
'Uygulama da uygulama!' diye tutturdular. Gördük uygulamalarını! 301'e karşı çıkmayanlar/onu eleştirmeyenler/ sonra da 'inadım inat' modeliyle kaldırılmasını kabul etmeyenler, bu gerçeği pek tabii ki şiddetle reddedeceklerdir: Ancak o rezil madde/onun kötüye kullanım imkânları ve bilinçli olarak salıverilmiş teşhir/hedef gösterme gücü olmasaydı, Hrant Dink de şu an baharın ilk günlerini bizlerle yaşıyor olacaktı.
301 çıktığı için mi Hrant Dink öldürüldü; bunu mu demek istiyor? Bu kadar basit bir sebepten ötürü mü oldu yani? 301 çıktı, teşhir ve hedef gösterme gücü sayesinde mi oldu herşey? Yoksa, 'kör parmağım gözüne gözüne' diyerek toplumdaki bazı fayları kaşıyanlar mı yol açtı o tür enerji boşalmasına?..
Peki başörtüsü meselesine bizlerden destek bekleyenler, 301'de yanımızda yer aldı mı? Dindarların gıkı çıktı mı, çıkıyor mu vicdani redle alakalı? Oysa inanç özgürlüğü ya vardır, ya yoktur. Böyle 'Şu dilimini alayım' bir pasta değil.
Hah.. asıl meseleye geldik. Hanımefendinin de pekala idrak eder gibi oluğu üzere, herkes herkese her türlü özgürlüğün bahşedilmesinden yana filan değil. Özgürlükler de mutlak hak filan da değil. Her özgürlük, başkaları sözkonusu olduğunda, verilen (el değiştiren) birer imtiyazdır. 'Dindarların gıkı niçin çıkmıyor?' sorusuna bakmadan böyle şikayetnameler dizmek olsa olsa çocuksu sızlanmalar olabilir. Ayakları yere basmayan, müzakere etmek gerektiğini idrak edemeyen, 'isterem de isterem'ci çocuksuluk.. Bir şey değil, buna kananlar oluyor ve onların burnu kanıyor.. Perihan hanıma birşey olduğu yok tabii ki.
E, kendi meselesine sahip çıkmayanlar, AKP'nin yeni ihale zenginleri yaratmasını (kendi aralarından) ve sadaka dağıtma mantığıyla varoşları vs. nemalandırmasını kifayetli bulanlar, oy vermiş oldukları partiden başörtüsüne dair tısss çıkmamasını 'kabullenilir' karşılayanlar, dilimizde
E, belki 'kendi meselesi' dediğiniz şeyin tam olarak ne olduğunu siz görmüyorsunuz demek de kimsenin aklına gelmiyor mu?
bu haller için çok güzel bir kelime var: 'kendine Müslümanlar' tam anlamıyla. Kendine Müslümanlık, bu.
Bravo. Bir de, 'elin imkanlarıyla gerdeğe girmek' diye bir laf var ki, Perihan hanımın dedikleri bana biraz da onu çağrıştırıyor..
Şimdi mazur görürler eminim beni (hem bu kadar ferah 1 mazur görme kapasiteleri var birbirlerini) ben AKP iktidardayken türban da takmam, 'Türban takmak bir haktır!' diye çenemi de yormam.
Olur. Sorun değil. Yapmamak özgürlüğünüz var çünkü.
Bunca yorganladıkları başörtüsü mevzuunu KADER'in kampanyasını vesile bilerek, ansızın masaya sürenlere de sormak isterim: "Neden hep bu meşhur olanla, güçlü olanla, zengin olanla özdeşleşme arzusu?"
Bunun muhatabı her kim ise o cevabını versin. Ama, ben de Perihan hanımın neden çalakalem ve başkalarının fikrini almaksızın hep birilerine ulufe dağıtmağa çalıştığını merak ediyorum.
Başörtüsü mevzuunu yine gündeme taşımak söz konusu ise (ki çok da yerinde olur) AK Parti kadın kollarının çok büyük emeği söz konusudur, hakkı vardır BU iktidarın üstünde. Bakan eşlerinin, başbakan eşinin başı bağlı iken, onlara seslerini duyurmak bunca kolay ve mantıklı iken, niçin illa billa bazı başı açık kadınlar türban takıp son derece 'fantazi' bir biçimde kameralara 'poz' versinler?
Siyasetin bir oyun, bir sahne sanatı olduğunu daha önce kimse söylememiş ise, kişinin hayal kırıklığı yaşaması mukadder oluyor..
'Köprüyü geçinceye kadar' mantığı söz konusu ise, hakikâten ekonomik/elitist/'kurucu' Cumhuriyetçi bir yanı da var başörtüsü düşmanlığının. 'Evime temizliğe gelen, tarlada çalışan, varoşta didinen kadının başörtüsü TAMAM DA' mantığı var hakikâten. Böyle bir kültürel DE üstünleme kendini.
Bu elitist filan değil.. Merkez-Çevre fay hattıdır. Bunu birisinin bu hanımefendiye anlatması gerekiyor.
Yeterki KURUCULARIN alışveriş merkezlerinde/gittikleri otellerde motellerde/seçkin zannettikleri her nevi yerde/üniversitelerde/Meclis'te filan yükselmiş/statü sahibi başörtülü kadın görmesin gözleri!
Burada sanki kin bürümüş gibi.. Alakası yok bence. Kimsenin başörtüsü görmeğe karşı bir tepkisi yok --meğer ki, başörtülü olan kendilerinden olsun..
Şimdi AKP, Hermes'tir, Chanel'dir, Louis Vuitton'dur, zarttır zurttur İhale Kardeşliği/Belediye Nemalandırmaları yöntemleriyle, bu markalarda başörtüsü takan kadınlarının oranlarını artırmayı hedeflemiş idi ise: Tebrikler! arttı hakikâten Yeni Güç Sahipleri'nde paranın oranı. Gücün el değiştirmesi (ekonomik olarak) gerçekleşir gibi oluyor.
Aynen öyle. Görüldüğü üzere, bütün kavga, başörtüsü üzerinden, birilerinin kendilerini 'merkez'e dahil etmesi kavgasıydı. Onlar merkeze kabul edildi ve kavga da esasen bitti. Olan da, başörtülü binlerce figürqana oldu. O kadar kolay kanmamalıydılar. Gerçi, başka da çareleri yoktu: Başlarındakileri kendilerinden sayıyor, kendileri için mücadele edeceklerini sanıyorlardı.. Bu büyüklükle bir iğfal daha önce görülmüş müdür bilmiyorum.. Fakat, perihan hanımın dağıtılmasını istediği diğer ulufelerin de buna benzer sayıda bir kitlenin iğfaline yol açacağını düşünüyorum --çünkü hesapsız ve işkembeden dağıtıyor bence.
Anlaşılan amaç buydu. O nedenle yoksul başörtülü kız, memleketinde üniversiteye gitme hakkını senden esirgeyen BU iktidara, BU tercihlerinin hesabını soracak mısın, sormayacak mısın işte bütün mesele BU.
Pek soracağını sanmıyorum. Henüz cicim ayları tam olarak geçmiş değil. Daha o kızlar mezun olmadılar --olanlar da henüz realiteyi tam olarak görmüş değiller.. Neyse. Ben, Perihan Mağden'in bu türlü --çoğu incir çekirdeğini dahi doldurmayacak kadar boş ve dağınık-- sızlanmalardan ve 'isteriz krizleri'nden oluşan yazılarını okudukça bir anlamda rahatsız oluyorum. 'O olsun', 'bu olsun' demek yerine neyin niçin yapılması gerektiğini --win-win mantığıyla-- anlatabilemsi çok daha faydalı olurdu. Ama, onu ya yapmıyor, yapmak istemiyor ya da yapamıyor... Öte yandan, başka açılardan baktıkça da memnun oluyorum. İlerde çok daha iyi olacağı kesin çünkü. Daha berbat olması mümkün değil de ondan.