Soykırım sakızı ve AB eyyamcılığı..
Bu satırların yazarı da, belki başka bir çok kişi gibi, prensip olarak Avrupa Birliğine girmemizden yanaydı.
Bu cümlede bir kaç temel şey var. Önce 'prensip olarak' ne demek ve neye işaret ediyor, ona bir açıklık getirmem lazım; 'yanaydı'ya sonra gelirim.
Yaşadığımız dünyayı, bugünü, öyle çok etraflıca tarif edecek değilim. Yani, çok da ayık kafayla davrandığını düşündürtmese de, şu anda ortada bir tek süper güç olduğunu tartışacak değilim. Bu bir realite.
Bu süper güç ile, onun ardından gelenleri kıyaslarsak, bence ikinci sırada Rusya var. Dağılmış bir imparatorluk olsa da, imparatorluktan geriye kalan bir bakiye olsa da, Rusya şu anda ikinci sırada geliyor. Birinci ile ikinci sıradakinin arasında bir hayli mesafe var tabii ki; ama, zaten ABD'ye de bu fark yüzünden süper güç diyoruz.
Böyle bakarsak; dünyanın önceki haliyle şimdiki hali arasında çok fark yok da denebilir; denebilir fakat pek de öyle değil gibi. Bir şeyler değişmiş, Yalta'daki paylaşımın son kullanım tarihi geçmiş, şimdi yeni bir paylaşıma sıra gelmiş gibidir.
Sıra paylaşıma gelmişse gelmiştir; kaderde varsa, üzülmek bir lüks olur...
Fakat, bu paylaşım eskisi gibi, 'sen şuraya aitsin, sen de şuraya!' cinsinden yapılmıyor çok da fazla. Bu, daha çok, birileri (yukarıdaki güçlerden biri) bir yerlere talip oluyor, ve talip olunan da –eğer elinden geliyorsa– 'he' ya da 'yoh' diyor.
Bu, 'he' ya da 'yoh' diyebilmek de bir tür irade gerektiriyor; ve tabii ki herkeste bu mevcut değil. Fakat, Türkiye için, bu iradenin varlığından söz edebileceğimi düşünüyorum. Bir öncekinden farklı olarak, bu defa, daha anlamlı bir yere kadar kendi kaderimizi kendimizin tayin fırsatımız var. Tabii, bir yere kadar; ama, o kadarı da hem yeterli hem de herkes için mevcut değil.
Ben bu imtiyazı Avrupa Birliği lehinde kullanmak isterdim. Yani, Avrupa Birliğiyle beraber yola devam etmeği tercih etmek isterdim. Bu tercihimin arkasında duygusal sebepler olmadığı gibi, çoğu zaman dile getirilen sufli hedefler de yok.
Yani, AB'ye katılır katılmaz aniden daha bir özgürleşmek, ya da cebimizin hesapsız para görmesi gibi –bence ham hayal olan– şeylerden bahsetmiyorum. Benzer şekilde, ne bileyim, Fatih'in, Kanuni'nin rüyasını da gerçekleştirmek, Viyana'dan ötelere gitmek şerefine nail olmak da değil benim üzerinde durduğum –bunlar da ham hayaldir çünkü.
Avrupa Biriliğine baktığım zaman, AB ile TC'nin birbirlerini tamamlamak açısından eşşiz iki partner olacağını görüyorum. TC'de olmayan, ya da yeteri kadar olmayan, bir sürü şey ya AB'de halen mevcut ya da AB'nin kolayca peydahlayabileceği... Ağırlıklı olarak, maddi, elle tutulur, tutulabilir sonuçları olan şeylerden bahsediyorum. Teknoloji bunlardan birisi. Bir digeri sermaye...
Fakat, çok temel bir bazı eksikleri de var. Savunmasını yapamayacak kadar ordu acizi. Artı, enerji konusunda olağanüstü fakir. Üstüne üstlük, halen yaşlı ve giderek yaşlanan bir nüfüs... Yani, tünelin başı değilse de, sonu karanlık gibi...
Bunlar ilginç; çünkü bunların tedavisi, ilacı TC'de var. Tıpkı, TC'nin muhtaç olduğu bir çok şeyin AB'de gani gani oluşu gibi..
Sermaye, bilgi, teknoloji filan gibi temini çok zor ya da zaman alacak şeyleri AB; enerji, genç nüfus, savunma imkanlarını da TC ortaya koysa, bir araya getirseler, olağanüstü bir yapı ortaya çıkacak. Bütün bunlara, bir de hem AB'nin hem de TC'nin hitap ettiği coğrafyaları da eklesek, hayali cihan değer bir tablo çıkıyor karşımıza.
İşin trajik yanı, azıcık aklı olan, kafası azıcık çalısan herhangi birisi, bu iki unsurun bir araya gelmesinin hiç de zor olmaması gerektiğini, ve gelmek için de ellerinden geleni yapmaları gerektiğini rahatlıkla söyleyeceğidir. Yani, ne duruyorsunuz, hadi der..
Ama, bunlar –herşey böylesine müsait böylesine hazırken– ham hayal olmağa devam edecek. Çünkü, o derece akıllı filan olduğunu sandığımız Avrupa'nın elitleri, burnunun ucunu bile görmekten aciz ve hariçten gelen manipulasyonlara da inanılmaz derecede açıklar..
Herkes bir nebze bu tür zaaflarla malüldür, ama, Türkiye'ye çektikleri muamaleye bakıyorum da, AB'nin elitlerininki akla ziyan mertebesine erişmiş bence...
Ermeni soykırımı konusu da bunların en son, herşeyin, hepsinin üzerine tuğ diken örneği.. Bu, artık, naz, kapris ya da cilve değil; alenen düşmalık ilani gibi duruyor.
Soykırım olmuş mu, olmamış mı meselesi apayrı bir şey; fakat, bunu Fransa'nın –başka kimse kalmamış gibi, Fransa'nın– çıkıp kanunla tespit etmeğe çalışmasını, Fransızlar açısından da, anlamak mümkün değil.
Ne elde edecekler?
Türkiye, bugüne kadar kabul etmediği bir şeyi, sırf Fransızlar, şunlar bunlar istedi diye kabul mü edecek? Kabul etmesi ne demektir? Aradan yüz sene geçtikten sonra tazmini yoluna mı gidilecek, kim bunu, nasıl Türkiye'ye dayatacak?
Bunun olması mümkün görünmüyor. Peki de, pratik olarak ne olacak?
Çok fazla alternatif sayamıyorum.
İlk aklıma gelen, onlar için yapıldığı söylendiği halde, bundan, en büyük zararı Ermeniler ve Ermenistan ahalisi görecek.
Dünya ile zaten çok zor işleyen bağları, TC'nin mecburen daha da katılaşması yüzünden, daha zorlaşacak; Ermenistan daha bir izole olacak. Belki de çareyi tekrar Rusya'nın kollarına atılmakta bulacak.
Bunun ne bize, ne Fransızlara ne de Ermenistan'da ya da başka yerlerde yaşayan Ermenilere faydası var. Yani, bence bu böyle.
Peki, ya Türkiye?
Fransa'nın, ve Almanların, tavrı yüzünden, AB defterini kapamış oluyoruz. Geriye, ya Rusya ile ya da ABD ile birlikte yola devam etmek kalıyor. Rusya da olabilir, ama, hiç bir hazırlığımız yok denebilir. Özetle, geriye, galiba ABD kalıyor.
Peki, bunun sonucunda ne olur?
Falcı değilim tabii ki. Ama, büyük bir ihtimalle, Büyük Ortadoğu Projesi gerçekleşir ve içinde TC önemli sayılabilecek bir yerde olur. AB ise, Fransa dahil olmak üzere, dışında olur. Çok önemli pazarlarını, enerji temin imkanlarını başkalarının kontrolüne bırakmış olurlar.
AB için daha iyi mi olur, kötü mü? Bence iyi olmayacak, hiç iyi olmayacak ama, benim birincil ilgim AB'nin geleceğinin ne olacağı hakkında endişelere garkolmak değil –hele de içinde biz yoksak...
Ben, AB'nin sakız çiğneye çiğneye, fütursuzca, üzerinde durduğu dalı kesişine, kendi geleceğini ayaklar altına alışına bakmak istedim. Batım. Ve gördüğümü gördükten sonra, 'yanaydım' diyorum artık.
Ve, tabii, hem onlar için hem de bizim kaçırdığımız fırsat için üzgünüm. Yanlış anlaşılmasın: Üzgünlüğümün derecesi her iki durum için de aynı değül. AB'nin geleceği için; bizim içinse, sadece kaçırdığımız fırsattan dolayı üzgünüm. Bizimki geçicidir.