Provokasyon madeni..

Hoş değil, bu tür bir başlıkla yazıya başlamış olmaktan ben de menun değilim; ama aklıma daha uygun bir şey de gelmedi.

Beni böyle nahoş bir başlık seçmeğe zorunlu kılan aşağıdaki yazı Perihan Mağden imzası ile, 13 Mayıs 2007 tarihinde Radikal gazetesinden yayınlanmış...

Yazıda biçem değişikliği yaptığım yerler oldu (olmadık yerlerden cümlelerin bölünmesini, yazarın 'serbest şiir' havasına girmiş olsa bile yazıya yansımamış bulduğumdan, gerekli görmedim); biçemdeki ufak-tefek bazı değişiklikler haricinde aşağıdaki metin orjinali ile aynıdır. Paragraf aralarına da kendi kanaatlerimi yazdım.

Halklarımızın temsil sorunu var mı? Var! Yüzde 10'luk baraj indirilmediği sürece, Parti İçi Demokrasi'ye geçilemediği sürece pek tabii ki var temsil meselemiz.

Temsil sorunu konusunun var olduğunu, ve her zaman da var olacağını görmek için, Berkan --her kim ise-- çok da gerekli değil.

Bence, oylama yapılmadan önce, her konuda, tek tek, benim fikrimi alMAmış olan, alınan her kararda benim görüşlerimi birebir yansıtan münferit bir oyun verilmesini şart koşmayan her sistemde temsil sorunu vardır zaten.

Başka bir deyişle, 'temsili demokrasi' dediğimiz şey de aslında bir 'demokrasi temsili'dir. Yani, müsameresi.

Ve, bu da, konu açıldığında, aklına geleni söylemesi için, herkes için bitmez tükenmez bir maden olarak kalmağa devam edecek... Ta ki, gün gelip her mevzuda herkesin kendi oyu --bir şekilde-- doğrudan doğruya kullandırılıncaya kadar. Yani, cehennemde kar fırtınaları başladığında..

Hatta seçim sistemimizin DE bu sorunu büyüttüğüne dair 1 yazısı çıktı Berkan'ın. Meraklısı girip okusun internette.

O kadar da meraklı değilim... Link verse okurdum tabii..

Peki şimdi meydanlara doluşanlar Temsil Sorunumuza mı işaret etmekteler; müsamere merakımıza mı?

İkincisi!

E. Tabii.. kimin ne dediğine kim karar verdiğine bakar bu...

İnsan köşe yazarı olunca, kalabalıkların diline de tercüman hakkı/imtiyazı onun için derhal bir Allah vergisidir..

Bugün İzmir'in mitingi yapılırken bayrak bağrış/Atam marşım; şunu da söylemeden edemeyeceğim: Bir milyon kara çarşaflı kadın o ya da bu meydanında/o ya da bu şehrin toplanıp da nasıl bir korku zikredebilirse yüreğime, tüm bu Bayrak Temalı Dekolte Kreasyonları ve abuk sabuk konuşmacıları ve dahi pankartlarıyla Müsamere Kalabalıkları DA Kemalizm'in, öylesine yadırgatıyorlar, dahası korkutuyorlar beni.

Korku temalı yazıları severim.

Kişi kendi korkularını yazıya dökünce, tabii ki, aslında korku bezirgânlığı filan yapmış olmuyor. O, sadece, başkaları ile korku-bazlı empati yapıyor ayağına fikir beyan etmek özgürlüğünü kullanıyordur.

Evet, muhakkak öyledir.

Ve, özgürlükçülüğün olmazsa olmaz şartlarından birisi de, başka kalabalıkları yok saymak, onlara 'Müsamere Kalabalıkları' filan gibi etiketler takarak hor gö(ste)rmektir --öyle değil mi?

1) 'Kara çarşaflı' diyorum, 'türbanlı' değil; dikkatinizi çekerim.

Tabii ki dikkatimizin çekilmesi gerekiyor. 'Türbanlı' dese çok ayıp olurdu. Günümüzde 'türban' bir tür özgürlük sembolüdür --'kara çarşaf' ise kölelik... Bunu öğrendik.

2) Sürekli 'Ne darbe ne şeriat' pankartlarına vurgu yapılıyor. O meydanlarda böyle bir 'azınlık' görüşü de var ise şayet, egemen olan görüş, kürsüdeki Ata'nın Orducuları'nın damarlarını patlata patlata haykırdıkları Kanaltürk görüşleridir. Kendimizi (siz yani: kendi kendinizi) kandırmayalım!

Sizi bilemem tabii; ama, nedense, ben buradaki 'kendimizi kandırmayalım' lafını 'bırakın ben sizi kandırayım' olarak okuyorum..

3) En son Danıştay Başkanı ve YÖK Başkanı (ki, Teziç artık ciddi ciddi tehditkâr 1 mekanizmaya dönüştürdü 12 Eylül'den miras YÖK'ü) demokratik sisteme 'tehdit' ve 'şantaj' diye niteleyebileceğim ancak, birer konuşma yaptılar. Böylesi konuşmalara diyelim ya da internet sitesi üstünden Genelkurmay tarafından postallanmış olmamıza/raportörün raporu onca açık ve haklı iken, Anayasa Mahkemesi'nin kat'i surette yetki alanına girmeyen bir karar almış olmasına/tüm bu kurumların Sezer'in gönderilemezliğinde oligarşik bir işbirliğine girmiş bulunmasına filan felan- Bir adet, bir adetçik slogan duyup pankart görüyor musunuz Açıktan Demokrasi Düşmanı tümmm bu oluşum + gelişimleri protesto etmeye yönelik? Müsamere Meydanları'nda?

Bu tür soruların çok benzerleri başka her konuda sorulabilir.

Mesela, Perihan hanım işssizlik, başını alıp giden borçlanma hakkında ne düşünüyor?

Trafik kazalarında her sene kaybettiğimiz onca insandan tek kelimelik bahis var mı bu yazıda?

Yoo..

Dolayısıyla bu yazının tamamı anlamsızdır diyebilir miyiz?

Yoksa, alakasız soruları ilintisiz yerlerde sormak doğru/ahlakî değildir mi demeliyiz?

Yoooo. Aynen CHP Başkanı Baykal gibi Müsamere Kalabalıkları da alabildiğine memnun tüm bu Aracı Kurumlar vasıtasıyla bilindik tüm demokratik değerlerin ayaklar altına alınmasından.

Peki. Anladık. Perihan hanım aklına yatmayan şeyleri söyleyenlerin tamamını 'aracı kurum' ya da 'müsamere kalabalığı' filan olarak nitelendiriyor..

İyi de, bu hak ve yetkiyi nereden veya kimden alıyor?

Şimdi çıkıp, bu meydan dolduran Laikçi Çeteler'e ve onların gazıyla müsamerelerini sergilemeye karar verenlere bakıp 'İşte Türkiye'nin güzel yüzü!' filan diyebilmek için ya harbiden saf olmak gerekiyor, ya da demokratik değerlerin BU millete birkaç üniforma bol geldiğine dair sinsi elitist emellerle latan ya da açık darbeci olmak!

Buna da peki..

Ama, yinde de merak ettim şimdi.. Bunların tersini söyleyenler için de 'ucuz ve ufuksuz popülistler' dersek sadre şifa bir şeyler mi söylemiş oluruz; yoksa kamplaşmaya yakıt mı sıkar oluruz?

Fanatik Laikçi Kadınlarımız'ın meğer ciddi 1 temsil (müsamere) sorunu varmış. Meğer bugüne dek akacak bir mecra bulamamışlar. Meğer AK Parti'nin iktidarda olduğu sürece habire mini eteklerinden görünen bacakları jiletlenmiş, yüzleri kezzaplanmış, 'Vurun Kahpe'ye!'lenmişler sokağa herrr çıkışlarında.

Böyle şeyler olmamış. Yani ben de duymadım.

Duymadım da, o kadınların gerçek derdi bu mudur acaba?

Ya da Perihan hanımın dert dinlemek yerine kendi aynasında gördüklerini bizlere yansıtması doğru mudur?

Şimdi doluş doluş meydanlarda ne kadar zinde ve enerjik, Batılı ve teşhirciler! İsyanlar içinde. Korumaya yeminliler yaşam biçemlerini.

Yahu.. Bu kadar keskin dille konuşulduğunda, bunu duyanlar da sonunda benzer keskin dillerle konuşmağa başlayabiliriler..

Bunun farkında olmamak eblehliktir bence.

Farkında olanların ise, yaptığına da provakatörlük demek zorundayız.

Provokatörlerin de amaçlarını tahmin etmek gerekiyor. Neden bu tür keskin kelimeler kullanıyorlar; ne amaçla ve nereye varacak bir provokasyon yapılıyor.

Bu soruyu artık sormak zorundayım.

O zaman 1 parti kursunlar. Ciddi söylüyorum: Laikçi Kadınlar Partisi diye 1 parti kursunlar, neyse programları, istedikleri/istemedikleri yazsınlar çizsinler, madem o kadar kalabalıklar ve iştahları yerinde; demokrasi çeşitli taleplere yer tedarik edebilme rejimidir, onlar DA neyse muratları, ifadelendirsinler.

Fena fikir değil. Benzer şekilde, provokatörlerin de birer parti kurması zamanı geldi mi acaba?

Yok yok. Öyle bir parti kurulsa 'self-defeating' (bindiği dalı kesen) bir faaliyet olur. Onun yerine, var olan bir hareketin içinde olmak gerekir. Bu kadarını biliyoruz.

Yoksa benim gibi kuşkucuların ve hafıza kaybına uğramayı her an/her hafta/her ay bir fazilet olarak göremeyen fil hafızalıların; onların darbeci olduklarına, Yüce Askeriyeleri tarafından yönetilmeyi 'Bu Çapulcular' (Seçilmiş Olanlar) tarafından yönetilmeye yeğlediklerine, bir ideoloji olduğunu varsaydıkları Kemalizm'in dilinin çok ani kıvrımlarla faşist bir söyleme dönüşebilirliğine, onların 'şirin', 'güzel', 'Batılı' insanlar olduğuna dair çok ciddi/çok vahim kuşkuları var.

Ben, burada, kuşku sahibi birisinden çok, kuşku eken ve korku yayan birisinin yazılarını okuyorum...

Bir de, en tukaka etiketleri sürekli, biteviye kullanan birisinin yazdıklarını..

Bunları okumaktan bıkalı da çok oldu...

Eskiden, birileri beğenmedikleri birilerine derhal 'faşist' etiketi yapıştırıdı; 'faşist' etiketine muhatap olanlar da, bu etiketi yapıştıranlara 'satılmış' ya da 'kansız' derdi..

Anladığım kadarıyla, çok şükür kü, 'satılmış' ya da 'kansız'lar sahneden çekildi gitti ve geride sadece 'faşist'ler kaldı..

Acaba doğru mu anlamışım..

Benim gibi düşünüp bunu ifadelendirmekten çekinmeyen, NE PAHASINA OLURSA OLSUN DEMOKRASİ yanlılarının bu kafa karışıklığı ortalamasında, ne denli azınlıkta kaldığını bilmiyor değilim elbette.

Perihan hanım.. Ben sizin 'ne pahasına olursa olsun demokrasi yanlısı' olduğunuza gerçekten inanmak isterim tabii ki... Ama, çok zorlanıyorum.

Bana, daha çok, 'ne pahasına olursa olsun demokrasi yanlısı' olduğunu söyleyen bir provokatör intibaı veriyorsunuz..

Ama geçenlerde yazımın tam yanıbaşında 1 Miting Fotoğrafı basılıydı Radikal'de. Başındaki bant (tabii ki kırmızı beyaz, tabii ki Mustafa Kemal Atatürk yazılı) tam da gözünün üstüne düşmüş genç bir kızımızın. Bayrak temalı tişörtü filan, her şeyi tamam. Gözü de bandıyla tamamen kapalı. Böylece gözü 'utkusundan' başka (neyse o artık) hiçbir şeyi görmüyor, göremiyor.

Hay güleceğim geldi şimdi..

Uyanık bir foto muhabiri ilginç bir resim çekmiş.. Perihan hanım da bundan yola çıkarak --tıpkı eskiden alfabe devrimcilerinin arap harflerini sinek pisliğine benzetişi gibi-- bunu malzeme edinip, bir sürü korku bina etmiş..

Korkularına bir diyeceğim yok; ama bunları yazıya dökmesi ve gazete köşelerinde yayınlaması biraz garip kaçıyor.. Tedavilik bir durumu gazete köşelerinde ilân etmek yani..

Şunu DA söyleyebilirim: tüm o and okumalar ilköğretim boyunca sabah akşam, bitmeyen törenler, törensellikler, tüm o Kemalizm dini ritüelleri sivil hayatın her alanında bizleri kuşatmış olan, boşuna değilmiş!

Ya da belki gerçekten de boşuna..

Öyle ya, eğer Perihan hanım bambaşka bir tedrisattan geçmemiş ise, o 'törensellikler' filan hiç bir işe yaramamış.. yani, yaramıyor. Yani, korkacak bir şey yok.

Bunca darbelenmeye, ancak bu kadar dayanıklı bir toplum olabilir. Bu kadar düşkün.

Peki, ama, ya bunca provokasyona ne demeli?

Yani: darbelenmek, Askeri Yönetim bizim doğal halimiz. İçinde yaşamamız gereken natürel yönetim biçimi bu, anlaşılan.

Yok yok.. o kadar da kötü değildi bu her zaman..

Fakat, 'insanca hakça düzen' sloganları ile kalabalıkları sokağa dökmek kolay sayılır.. da.. bu güzel lakırdıları posterlendirenlerin liderlerinin --sıra içini doldurmağa geldiğinde-- savuşmak alışkanlığı hepimizde çoook hayal kırıklıkları yarattı..

Arada demokrasi geçişleri yapsak da birkaç yıllığına, 'gibi' yapsak da, bunca yılın koşullanmasıyla aslımıza rücu etmek isteyeceğiz işte. 'Kurtar bizi Paşam!' diye bağırdı hani Büyükanıt'ın Amerika seyahatinde orda yaşayan Türk asıllı Amerikan vatandaşı bir hanım. Kurtarmak mı? Şizofreni mi?

'Kurtar bizi Paşam' türünden putperestliklere ya da totenismlere ben de sıcak bakamıyorum. Kabul. Ama, 'kurtarılmak istediğiniz şey tam olarak nedir?' sorusunu sormamak için bu iyi bir sebep değil.

O yüzden, ötekileştirmek, kamplaştırmak filan gibi --neye hizmet ettiği pek de açık olmayan-- gayretler yerine, rahatsızlığın kaynağına bakmak gerekiyor. Yani, önce rahatsızlığın kaynağını bulmak lazım.

Fakat, onun için, önce, 'ne pahasına olursa olsun demokrasi yanlısı' olmak iddialarıyla meselenin üzerini örtmekten vazgeçip, dinlemek lazım bence.

'Us yarılması' önerilmişti öz Türkçe karşılığı olarak. Bu günlerin adı, tam da BU!

Olabilir. Teşhis tedavinin yarısı filan değil --konu sosyal konular olduğunda. Tedavi provokasyonculukla, ötekileştirmekle, ya da tukakacılıkla olmaz bence.

Tabii, eğer amacımız tedavi ise.

Yardık aklımızı fikrimizi ortadan karpuz gibi.

Bunu görebiliyorum. Ama, bu durumda yazılar yazmağı doğru bulduğumu söyleyemem.

Bayrak temalı streç tişörtlerimizin içinde gururlu ve de güzeller! Değil mi? Asker babalarının kendinden şuursuzca memnun kızları!

Ya da, özgürlük filan diyerek provokasyoculuk yapan eylemci geçmişin ebleh kerimeleri..

Perihan hanımın kaleme aldığı türden yazılar yazmak çok kolay.

Yazdığı yazının benzerini on-onbeş dakika içinde ben de kolayca yazabilirim. Bu da verimsiz bir günde böyle en az otuz-kırk yazı yazmak anlamına gelir.

Her yazıdan Perihan hanımın kaç para aldığını bilmiyorum, ama ben kesin köşeyi dönerdim --sürümden de kazanarak. Fakat, kamplaşmalara hizmet ederek kazanacağım paranın helal olacağını düşünmüyorum...

Harcanan zamana yazık..