Alevlerin raksı

Latin (Güney) Amerika'da, Ant sıradağlarının bir parçası olan Ollagüe yanardağının eteklerinde binlerce yıldır icra edilen bir seremonidir, Alevlerin Raksı.. Yeni başlayan yılın bereketli geçmesini niyaz etmek amacıyla, lamalar veya guanakolar gösterişli renklere boyanır; bu renler alev rengindedir. Mistik bir atmosferdir; çobanlar, şehrin ahalisi bir araya gelir, hane sahibinin her katılımcıya sunduğu bir kadeh şarap eşliğinde, ötelerdeki Kudreti çağırırlar ve yazın başlangıcını kutlarlar.. Erkekler, lamalardan üçünü seçer, arka ve ön ayaklarından, bellerinden birbirine bağlar. Lamaların bu görünüşü ürkütücüdür. Hazirunun korkularını, ayinin rahatlatıcı musikisi giderir. Ev sahibi, kadehleri tekrar doldurur ve kadınlar ortaya çıkar. Kadınlar, lamaların kulaklarına harikulade renkleri olan yün ponponlar takar. Bu ponponların takılışında lamalara olabildiğince az --çok az-- acı vermek esastır; fakat lamaları çok da güzel yapar. Hemen ardından da, kadınlar, lamaların bedenleri gözalıcı renklere boyarlar. Şarkılar ve ilahiler eşliğinde bu işlem dört defa kerre tekrarlanır. Her renk kombinasyonu ayrı bir sürüyü temsil eder. Kadehler üçüncü defa doldurulduğunda, katılımcılar, yeni mevsimin bereketli geçmesi için dualar ederler. Bu sırada, herkese birer avuç kokain koka yaprağı dağıtılır. Bu yapraklar daha sonra havaya savrulur: Kötü ruhları savmak için.. Tören son derece ciddi ve mistik bir havada yapılır. Kutlamanın yapıldığı ailenin itibarını da temsil edecek bir ağırlığı vardır. Katılımcıların, çevirme ve kebaplardan da oluşan bir ziyafete davet edilmesiyle birlikte kadehler dördüncü defa doldurulduğunda tören sona ermek üzredir. Aşağıdaki musiki eserleri bu törene aittir. BBC tarafından 1982 yılında 'The Flight Of The Cóndor [Cóndor'un uçuşu]' isimli bir belgeselde kullanılan fon müziği iyi bir örnektir --belgeselin de izlenmesini tavsiye ederim. Grup: Inti-Illimani Albüm: Floreo de llamas [Alevlerin raksı] Yıl: 1982

Parça ismi: Floreo de llamas [Alevlerin raksı]
Parça ismi: Mi raza [Benim ırkım]

Teşbih, tercüme ve art niyet..

Aşağıdaki yazı Alev Alatlı imzasıyla Zaman gazetesinin Yorumlar bölümünde 'Malezyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?' başlığıyla 22 Eylül 2007 tarihinde yayınlandı.

Teşbihte hata olmaz da, ya art niyette? Geçen pazar, Reuters, Malezya Federasyonu başkenti Kuala Lumpur'dan bir haber geçmiş. Şöyle: "...bir İslamcı parti tarafından yönetilen bir Malezya eyaleti, oruç ayı Ramazan'da yeme, içme, tütün yasağına aldırmayan ("ignore") Müslümanları yakalamak için "meraklı turşucu bir manga" ("a snoop squad") oluşturdu...
Alev hanımın bundan daha iyi İngilizce bildiğine eminim; ama --nedense-- buradaki tercümeyi 'yetişkinlere masallar' türünden yapmış.. İngilizcede 'snoop' kelimesi sadece 'burnunu bir şeye sokmak' anlamına gelmez. Aynı zamanda da 'hafiye' anlamına gelir. Bu bağlamda ise, 'hafiyelik' demek bence daha doğrudur, çünkü bir iş ya da göreve işaret ettiğinde bu kelimenin karşılığı 'hafiyelik'tir. Gelelim 'squad' kelimesine. Evet, askeri anlamda kullandığımızda bu kelime bir 'manga' (10 adet) askeri ifade etmek için kullanılır; fakat kelimeyi sivil amaçlarla kullandığımızda ise 'masa' anlamına gelir. Mesela, 'drug squad' [narkotik masası], 'fraud squad' [dolandırıcılık masası] gibi. 'Ekip' de diyebiliriz ama genelde --kurumsal bakışla-- 'masa' demek daha isabetli olur bence. Bu tashihleri yaptıktan sonra 'snoop squad' terimi beraber tercüme edebiliriz: 'Hafiyelik masası'.. [Olmaz ya, yine de umarim Alev hanım da rastlar ve okur bunu. Öğrenmenin yaşı olmadığını umuyorum.] Bu noktada ben 'Teşbihte hata olmaz da, ya art niyette?' sorusunu 'tercümede hata olmaz da, ya art niyette?' olarak değiştirip sormuyorum. Fakat, Alev hanımın bu kadar basit bir tercümeyi bu kadar hafifsemesini de not etmek gerektiğini düşünüyorum. Sözkonusu belediyenin, bir 'Hafiyelik Masası' kurduğunu, bunu da sırf Ramazan ayında yemek yiyenleri takip etmek ve cezalandırmak amacıyla kurduğunu söylememis olması hiç şık değil. Ceza kesmek yetkisi verilmiş resmi bir ekibe, sanki meraklı mahalle komşulardan bahsediyormuşuzcasına, 'meraklı turşucu bir manga' demek, hele de bunu Alev Alatlı'nın demesi, bence entellektüel dürüstlük adına kesinlikle şık değil; daha doğrusu/dobrası, çok ayıp.
Pazartesi günkü "New Straight Times" gazetesi, muhalefetteki Parti İslam se-Malezya (PAS) tarafından yönetilen Kuzeydoğu Eyaleti Kelantan'da dinî yetkililerin sivil kıyafetli 10 belediye memurunu yiyecek satış noktalarında görevlendirdiklerini yazdı. Eyalet başkenti Kota Baru Belediyesi sözcülerinden Azman Mohamad Daham, "oruç döneminde alenen yemek yiyenlere ilişkin çok sayıda şikâyet aldığımız için, Konsey ilk kez böyle bir karar alıyor" dedi. Gazete, dinî yasaya uymayanlar 20 ringgit (6 ABD Doları) ceza ödemekle karşı karşıya gelirlerken, yemek satıcılarına 500 Malezya Ringgiti'ne (144 ABD Doları) kadar ceza kesilebilecek, diye ekliyor. Parti İslam se-Malezya, çok-dinli Malezya'yı İslam devletine dönüştürmek istiyor. 26 milyon nüfusun %60'ı Müslüman, %20'si Budist, %10'u Hıristiyan, %6'sı Hindu. 1 dolar=3,840 ringgit" Ne eksik, ne de fazla, haberin hepsi bu. Ama ülkemizin "Büyük Gazetesi"nin şık ofislerinde yarattığı heyecan evlere şenlik! Yazarlar arası paslaşma, seyirlik! Gündem nasıl bulandırılır, ibretlik! Ortada fol yok, yumurta yok, Başyazar bey, "Giderek Malezyalaşıp, Malezyalaşmayacağımız artık günlük tartışmaların bir parçası oldu!" diye hayıflanıyor; ötekisi, "Türkiye Malezya olur mu? Arkadaşlar bunu tartışıyorlar," diye karalar bağlıyor; Yönetmen bey, pasları alıyor, ve kemali ciddiyetle, "Tartışmamız, hem de çok ciddi biçimde tartışmamız gereken soru şu: Türkiye Malezya olur mu?" buyuruyor; kesmiyor, bir de, "bu hareket Gül-Erdoğan ikilisini Kerenski'ye çevirir, sonra da en az yetmiş yıl süründürecek bir dinî-Bolşevizm' götürür" diye uyarıyor! 'Gündem nasıl bulandırılır'a örnek: İnsan, koca koca adamların Kota Baru Belediyesi zabıtasından böylesine coşkulu ilham alabileceklerini düşünemediği için olacak, ürküyor doğrusu! Hangi hareket?! Gene ne oluyor?! Meğer, Prof. Şerif Mardin, üstelik Ayşe Arman'a, "Kadınlar geleceklerinden korkmaya devam etmeli" demiş-miş. "Yüksek yargı mensupları" da (artık hangileriyse) "Kadınlar korkmalı" deyince, Yönetmen Bey, "Hangisine güvensin? "Kadınlar korkmasın" diyen "Siyasilere mi, bilim adamlarına mı?" Tabii ki, "tarafsızlığından kimsenin şüphe duymadığı" bilim adamı Şerif Mardin'e! Kaldı ki, "Şerif Mardin gibi" kendisi de Erdoğan-Gül ikilisini "bile aşabilecek bir 'mahalle iklimi'nden" korkmaktadır. Yine kaldı ki, işin, "Şerif Mardin gibi ben de türbanın üniversitelerden kalkmasından yanaydım" iken "22 Temmuz seçiminden sonra gözlediğim 'Bolşevik görgüsüzlüğü' kafamda şüphelerin doğmasına yol açıyor" gibi bir tarafı da var. "Bolşevik görgüsüzlüğü" sergilemekle suçladığı Gül-Erdoğan ikilisini, %23,5 oyla kaybettikleri 1917 seçimlerini silâh zoruyla iptal ederek, %41'le kazanan Sosyalist Devrimci Parti'yi alaşağı eden Bolşevik liderlere benzetme çabası, Hürriyet okurunun zekâsına hakaret değilse, hedefini (her neyse artık) ıskalayan bir kışkırtma uçuşu! Gül-Erdoğan ikilisini, 1917 sosyalist-liberal geçici koalisyon hükümetinin Adalet Bakanı iken Bolşevik Lenin tarafından tasfiye edilip sürgüne gönderilen Aleksandr Kerensky'nin akıbetini hatırlatarak uyarmaya kalkmak akıllara ziyan bir gayret! Bunu, meselâ Vahabi, mesela 17. yüzyılın ilk yarısındaki Kadızadeliler hareketi dururken, "dinî-Bolşevizm" gibi Hıristiyan Reformasyonunun dogmatizmini vurgulamak için kullanılan, esoterik bir terimle yapmaya kalkmak, entelektüel gösteri değilse, bir şeylerin üstünü örtme gayreti! Her halûkârda ibretlik!
Burada bahsedilen ihtimalin var olup olmadığını bilemem. Bir bildiğim, daha doğrusu kulağıma çalınan, varsa o da bu hükümetin Fethullah Gülen'e yakınlığının başka cemaatlerce kıyasıya eleştirildiğidir. Bu eleştirinin sonucunda ne olacağını kestirmem tabii ki mümkün değil. Onu geçersek, tekrar şu 'Hafiyelik Masası' konusuna dönebiliriz sanıyorum. Burada can sıkıcı olan, bunun bir kamu kurumu olan belediye tarafından uygulanmasıdır --Malezya'nın Kota Baru Belediyesi. Vaktiyle bizim buralarda her yılbaşı uygulanan 'Sarhoşum. Gel!' diye özetleyebileceğimiz --belediyenin, yılbaşı gecesi kafayı çekip zil-zurna sarhoş olmuş tipleri, araba kullanıp kazaya yol açmasın diye, gazinidan eve taşıması-- uygulamasına da taraftar değildim hiç. Alenen karşıydım. Sarhoş olduğu için böyle bir hizmet imtiyazının verilmesi bir yana, hem trafikten men edilmesi hem de en ağır cezaların verilmesi gerektiğini düşünürüm. Gelelim, tekrar, Malezya'nın Kota Baru Belediyesinin, oruç döneminde alenen yemek yiyenlere, ve açık olan büfe ve lokantalara ilişkin aldığı karara.. Ben bunun kabul edilemez olduğunu düşünüyorum. Kendisi için ibadet yapan kişinin başkalarını normal faaliyetlerinden men etmesini bekleyemeyiz. Senenin 11 ayı boyunca yemek yeniliyorsa, 1 ay da yenir. Oruç tutanlar bunun böyle olacağını bilirler. Oruç tutmayanları herzamanki normal faaliyetlerinden menetmek hakları yoktur bence. 'Var' diyorsak, diyecek olursak, oyunun adının değiştiğini de söylememiz gerekir.
Gelelim, güzide yazarlarımızın nedeni kendilerinden menkul üstencilik, horgörü, hatta nezaketsizlikle yaklaştıkları Malezya Federasyonu'na: Her ne kadar diğer dinlere de "barış ve ahenk içinde" riayet edilebilirlerse de, 1957 tarihli Malezya Federasyonu Anayasası'na göre "Federasyonun dini İslam'dır." (bkz. Madde 3/1) Federasyonu oluşturan devletciklerin hükümdarları bölgelerindeki "İslam dininin başları" olarak, Seri Paduka Baginda Yang di-Pertuan Agong dedikleri "Hükümdarların Hükümdarı" Malezya Kralına biat ederler (Madde 3/2) ve "Parlamento, /gerek/ İslam dinine ilişkin işleri düzenlemek /gerekse/ Yang di-Pertuan Agong'a İslam dinine ilişkin işlere dair tavsiyelerde bulunması amacıyla bir Konsey kurmak üzere yasalar çıkarabilir." (Madde 3/3) Malezya Federasyonu'nun resmi dini İslâm'a nüfusunun %60,4'ünün riayet ettiği hesaplanırken, diğer dinler, Budizm, Hinduizm, Hıristiyanlık, Taoizm, Sikhizm ve Şamanizm'dir. Malezya Federasyonu'nda İslami liderlerin büyük çoğunluğu halen Yemen kökenli Araplardır. 4. yüzyıldan itibaren bölgeye ticaret amacıyla gelen Araplar, zaman içinde İslamiyet'in bayraktarlığını üstlenmişler, 13. yüzyıl itibariyle Malezya ve Endonezya'nın büyük çoğunluğu Müslüman olmuş, Arap-Maley karışımı nesiller üremiştir. Federasyonun en eski şehirlerinden olan Melaka (Malakka) 1400 civarında kurulmuş, birkaç yıl içinde İslamiyet'i resmen kabul etmiş, Maleylere "altın çağlarını yaşatmış," 1511'de Portekiz, ardından Hollanda, ardından, İngiliz sömürgecilerin istilâsına, 1795, uğramış, sömürgeciler-arası şiddetli savaşlardan ağır yaralar almış, 1824'te İngiliz-Hollanda Antlaşması üzerine, ülkenin İngiliz Malezyası ve Hollanda Endonezyası olarak ikiye bölünmesini yaşamıştır. 1945 itibariyle dünya kauçuğunun %40'ı, kalayın %60'ını üreten Malezya, petrol, doğalgaz, demir, bakır, boksit zengini olup; kauçuktan başka palmiye yağı üretiminde ön sıralarda yer almaktaydı; halen de öyledir. 1957'deki resmi bağımsızlığına kadar İngiliz sömürgesi olan Malezya, 1942-1945 arası Japonya tarafından işgal edilmiş, bunu izleyen ulusalcı akımlar Müslüman Maleylere karşı Çinli nüfusun rağbet ettiği Malezyalı Komünist Partisi'nin (1930) militan kanadı, Maley Halk Kurtuluş Ordusu'nu doğurmuştur. Japonlarla savaştıkları sürece İngilizler tarafından eğitilen ve fonlanan Kurtuluş Ordusu, 1945'ten sonra bağımsızlık mücadelesini İngiliz kuvvetlerine yönlendirmiş olup, İngilizlerin ilan ettikleri Sıkı Yönetim on iki yıl (1948-1960) sürmüştür. Buna karşın, Malezya Komünist Partisi, silâhlarını 1989'a kadar bırakmamıştır. İngilizler, günümüzde "Batı Malezya" diye bilinen bölgenin bağımsızlığını 1957'de tanımış, Tunku Abdul Rahman ülkenin ilk Seri Paduka Baginda Yang di-Pertuan Agong'u ilan edilmiştir. 1963'te Batı ve Doğu Malezya ile birlikte federasyonu oluşturan Singapur, 1965'te ayrılmış ve bağımsız bir şehir-devlet oluşturmuştur. Günümüzde federe bir meşrutiyet olan Malezya'nın Anayasası, "Reid Komisyonu" olarak bilinen ve beş sömürge yetkilisinden (Lord William Reid, İngiliz; Sir Ivor Jennings, İngiliz; Sir William McKell, Avustralya; Hakim B.Malik, Hindistan; Hakim Abdul Hamid, Pakistan) oluşan bir grup tarafından hazırlanmış olup, 2005 yılı itibariyle 650 değişikliğe uğramıştır. Gel de ders çıkarma buradan...
Ansiklopedik bilgi olarak iyi de, ben, burada çıkarılacak anlamlı bir ders bulamadım. Ya da tek ders şu: Her fiziki ya da siyasi coğrafyada olduğu gibi, Malezya'nın da Türkiye ile benzerlikleri de var farklılıkları da..
Malezya'nın son Yang di-Pertuan Agong'u, Terengganu ya da Darul İman eyaleti/devletciği Sultanı Mizan Zeynel Abidin olup, kendileri 13 Aralık 2006 tarihinde dokuz üyeli (Durbar olarak da bilinen) Raca-Raca Meclisi tarafından beş yıllık bir dönem için seçilmişlerdir. Raca-Raca Meclisi, ülkenin dokuz eyaletinin (ülke toplamı 13 eyalet ve iki federal bölge) hükümdarlarından oluşur (Madde 38) ve yetkileri itibariyle Parlamentodan üstündür. Malezya Federasyonu parlamentosu, ("Meclis") "Divan Negara" olarak bilinen senato, "Divan Rakyat" denilen temsilciler meclisi olmak üzere iki kamaradan oluşmakla birlikte; senatonun 69 üyesinden tümü Seri Paduka Baginda Yang di-Pertuan Agong'un bizzat kendileri tarafından atanır. İlâveten, Parlamentoyu toplama, dağıtma, iptal ve başkanlık etme yetkileri Hükümdarlar Hükümdarında toplanmıştır. (Madde 55) % 80'i yağmur ormanlarıyla kaplı, yaklaşık 330 bin kilometrekarelik tropik bir alana (Türkiye 780 bin km kare) yerleşik Malezya Federasyonu'nun 26,6 milyon nüfusunun (2006 itibariyle) %50,4'ü Bumiputra (Maley) %23,7'si Çinli, %11'i Malayo-Polonezya yerlileri, %7,1'i Hintliler ve %7,8'i Araplar ve Avrupalıların da dahil olduğu diğer etnik gruplardan oluşur. Malezya Federasyonu'nun resmi dili Bahasa Melayu olmakla birlikte, ülkede Çince'nin Kantonîz, Mandarin, Hokkiyen, Hakka, Haynan ve Fûçov diyalekleri ile Tamili ve İngilizce dahil olmak üzere bir düzineden fazla dil konuşulur. Malezya, onyedi yıllık "ulusalcı" Başbakanları Mahathir Muhammed'in ("Malezyalılar, IMF'den yardım almaktansa yoksul yaşamayı yeğlerler") liderliğinde, dünya ekonomi tarihine IMF yardım ve müdahalesini reddeden (1997-98 krizi) buna karşın, yabancı sermayeye açılmak suretiyle küresel ekonomiye eklemlenen, ekonomisini kalay, kauçuk vs. gibi hammadde ihraç eden yapılanmadan kurtarıp, yarı-kondüktörler, cep telefonları, elektronik aletler gibi, katma değeri yüksek ürünlerin imalatına yöneltmeyi başaran tek ülke olarak geçmiştir. 2006 itibariyle Malezya Federasyonu'nun Gayri Safi Milli Hasılası, 308,8 milyar ABD Doları'yla, dünyada 34. sıradadır. Ekonomisinin yıllık büyüme hızı %5,9; fert başına düşen GSMH 12.700 dolar olup, yıllık enflasyon %3,8 civarında seyreder. Güneydoğu Asya'nın dört kaplanından birisi (diğerleri İndonezya, Singapur, Güney Kore) olarak tanınan Malezya'nın GSMH'sının %8,3'ünü tarım, %48,1'ini sanayi, %43,6'sını hizmet sektörü üretir. Ne diyelim, keşke Malezyalaşabilsek!
Ne açıdan 'keşke Malezyalaşabilsek!'?
  • Gayr-i safi milli hasıla açısından mı?
  • Minnacık kralcıklardan oluşan bir federal meşrutiyet olmak açısından mı?
  • Hem 'İslamcı' hem de 'ulusalcı' olunabilmek (bkz. Mahathir Muhammed) açısından mı?
  • Arka kapıdan şeriati getirmek açısından mı?
Hangi açıdan? Ve niye?

nâdim...

Hayat denen katre suya 
Batıp yiten hayallerim 

Şimden kelli, esse n'ola?.. 
Ha fırtınam.. ha yellerim.. 

Çekti, fakat, vurmadı ya; 
Kırılaydı, hay ellerim!..  

Müzmin Anonim

Çift çift yaratıldınız..

.. çifterlek olunuz... yoksa Allahın gücüne gider...

Bu yıl bu yerlerin karı erimez..

.. inşallah..

Çevre dostu..

... ve taş gibi..

Mahvetmek niye?

Gerçek dünyada hayatımızın öncelikleri değişebiliyor; sağlığımız ya da başka şartlarımız elvermiyor olabilir. Bir noktadan sonra, yazmak ağır geliyor olabilir.

Veya, bir şeylere kızabiliyoruz, canımız sıkılabiliyor.. Bir sürü sebepten ötürü, hepimizin aradabir herşeyi silmek istedikleri anlar olabiliyor.

Olmasa daha hoş olur, ama insanız, hayat da sürekli dikensiz gül bahçesi değil...

Benim de --bu blogu silmek veya kapatmak dahil-- vakitsizliğimi, isyanlarımı, acılarımı zarar verecek mecraya dökmek istediğim zamanlar oldu..

Eminim, yaşadığım sürece, daha da olacak.

Fakat, blogu silmedim.

Silmemiş, tamamen erişime sürekli kapatmamış oluşumu bir erdem ya da bir üstünlük olarak konumlandırmıyorum; yanlış anlaşılmasın...

Allah biliyor ya, kaç defa direkten döndüm.

Silemedim, çünkü burada sadece ben yazmıyorum; benim yazdıklarıma yorumlarıyla katkılarda bulunanların da hakkı var. Yüzlerini hiç görmeyecek olsam da, beni kaale alıp buraya kendi kanaatlerini yazmak için vakit ayıran bunca ahbabıma bunu yapamazdım. Yapamadım.

Şu ana kadar yapamadım; inşallah ilerde de yapmam.

Bütün bunları niçin yazdım?

Basit.

Şu sıralar, bir salgın varmış gibi, bir çok blogdaşımın bloglarını silmesi, ya da erişime kapatması bana bunları yazdırttı.

'Duygularınızı anlıyorum, ama bloglarınızdan bizi mahrum etmenizi doğru bulamıyorum' demek için; şikayet ve protesto etmek için..

Tek tek isim vermiyorum --bu doğru olmaz-- ama, eğer burayı okuyorsanız, lütfen açın bloglarınızı.. 

İçinizden gelmiyorsa, canınız çekmiyorsa, yazmayım; ama lütfen bloglarınızı açın.

Unutmayın: Sizi, yazdıklarınızı, yazdıklarınıza kendi yazdıklarını görmek isteyenler, özleyenler var.

Çok şey ifade etmeyecek belki ama, en azından ben varım.