Bağışıksızlık istemi
Zaman Gazetesi hayli ilginç bir gazete.. Çok farklı ton ve renkten, ve seviyeden yazılarla karşılaşmak mümkün..
Bu yazı da Etyen Mahçupyan imzası ile 16 Şubat 2007'de yayınlanmış.. Okumağa değilse bile (!) üzerinde yorum yapmağa değer buldum.
Bağışıklık sistemi
Derin devlet tartışmaları Türkiye'de her zaman tedirginlik yaratmıştır. Çünkü insanlar bir yandan 'çağdaşlaşmak', hukukun egemen olduğu, illegal siyasetten beslenen rant mekanizmalarının ortadan kalktığı bir ülkede yaşamak istemişler; ama aynı anda da tarihten gelen ikircikli konulara bulaşmamaya çalışmışlardır.
Bunun, başka herhangi bir ülkede farklı olduğunu sanmıyorum. Sadece Türkiye'ye has bir sorun, illet veya zaaf değil, örnek vermeğe gerek olmadığını düşündüğüm yaygınlıkta bir endişedir bu.
Dolayısı ile, Etyen beyin dediklerine itiraz edecek olsam, bütün bunları sadece Türkiye bağlamında mevcutmuş gibi konumlandırmış oluşuna itiraz ederdim.
Ama, Etyen beyin odaklandığı, çözmeğe çalıştığı problemin Türlkiye'deki problemler olduğunu dikkate alıp, itiraz etmeyeceğim.
Toplum olarak kendi yakın tarihimize ilişkin epeyce cahil olsak da, bu tarihsel süreç içinde yer almış aktörlerin pek de meşruiyetçi kaygılarla hareket etmediğini, devletin içinde 'derinleşerek' yerleşme eğiliminin her zaman epeyce güçlü olduğunu sezgilerimizle biliriz.
'Sezgilerimizle biliriz' demek esasen 'ona iman ederiz ki' demenin azıcık farklı kelimelerle dile getirilişi.. Normalde, 'sezgi' ile 'bilmek' yanyana bu kadar kolay gelmemelidir bence.
Öte yandan, aktörlerin, devletin içinde 'derinleşerek' yerleşme eğiliminin olmadığı bir zamanı da ben düşünemiyorum. Yöetimi 'Saray' kelimesinin temsil ettiği dönemlerde 'Saray'ı ele geçirmek için ne denli girift manevraların yapıldığını 'saray entrikası' kelimesiyle karşılar olmuşuz zaten..
Ve, evet, yüzeydeki iddialar farklı olsa bile, bu entrikalarda --entrikaların derinlerinde-- meşruiyetçi bir yan, bir endişe de pekbulunmaz.
Bu durum toplumu paralize edip beklemeye ve seyretmeye iterken, kendini 'fikri önder' pozisyonuna koyanlar da bir ara yol bulmak üzere gayret sarf edip dururlar. Amaç hem derin devleti bir illegalite olarak mahkum etmek hem de legal bir derin devletin ne denli elzem olduğu fikrini topluma aşılamaktır.
Amaç.. Bu tabii Etyen beyin okuduğu amaç..
Aksi halde, Etyen beyin de, sırf 'mahkum ettim' diyerek bir şeylerin ortadan kaldırılamayacağını bildiğine eminim. Eminim de, nedense, saf bir Anadolu çocuğu gibi davranıyor..
Evet, 'derin devlet' elzemdir. Ama, derin devlet ile illegaliteyi aynı satırda yazarsanız, zaten bahsettiğiniz şey 'derin devlet' filan değildir.
Yani, ya ne dediğinizi bilmiyorsunuz; ya da demek istediklerinizi tam olarak ve açık seçik söylemiyorsunuz, ya da söyleyemiyorsunuz..
Birincisi de iyi değil, ikincisi de.. İkincisi, bir açıdan da 'karından konuşmak' olarak da görülebilir..
Toplumsal yapıyı tümüyle ahlaksızlaştıracak bir önerme yaparken, aynı anda da kendini çok ahlaklı bir eda ile sunmak Türkiye'de en yaygın aydın tavırlarından biri.
Amiyane tabirle: 'Hay ağzına kurban olayım!' diyesim geldi.. Çünkü, epeyi zamandır Etyen beyin yazdıkları bana da bu hissi veriyordu..
Bizim aydınlarımız kendilerini henüz devletin cazibesinden kurtaramadıkları için, kişisel ahlaklarını da devletçiliğin içinden üretmeye çabalıyorlar...
Ya da, tarihsel dersler kolay unutulamıyor da diyebilir miyiz? 'Allah, devlete millete zeval vermesin' lafı kaç memlekette vardır acaba ve niye?
Gazete sayfalarında bu uğraşın epeyce ilginç ürünlerine rastlamak mümkün. Bunlardan biri de derin devletin bir tür 'bağışıklık sistemi' olduğu tezi idi. Vücudumuzun bağışıklık sistemi içeriden üreyen ve dışarıdan gelen tehlikeler karşısında nasıl teyakkuza geçip onları biz farkına bile varmadan yok ediyor, sağlığımızı koruyorsa; derin devlet de iç ve dış düşmanlara karşı tercihan bizler işin farkına varmadan mücadele vermeli ve sağlığımızı korumalıydı...Doğrusu bu benzetme yüreklerimize su serpen bir 'derin devlet' tanımı yapıyor. Hem her türlü mücadeleyi yapabilen hem de toplumu hiç rahatsız etmeyen bir derin devlet...
Ah, ah.. İşte, tam da 'al bir benzetmeyi ve kuşa benzet' örneği..
Etyen bey, anlaşılan hiç hasta düşmemiş.. düşmüş olsaydı, bağışıklık sisteminin hastayı hiç rahatsız etmemek gibi bir lüksünün olmadığını da bilirdi..
Allah sağlıklığını daim eyleye demekten başka ne söyleyebilirim ki..
Ne yaptığını bilmesek de, ona güvenerek huzur içinde uyuyabilmemizi sağlayan bir 'derin devlet'. Metaforun rahatlatıcı yanı gerçekten cazip, ama ne yazık ki gerçekliğe tekabül etme yeteneği pek yok. Çünkü vücudumuzun bağışıklık sisteminin en önemli yanı doğal olanı yaşatmak üzere kurgulanması ve şeffaf olması.
Etyen beyin yazdığı bu şeyler iyi ki tababetle alakalı değil.. Yoksa, mazallah, 'doku reddi' filan gibi şeyleri hiç dikkate almadığı için, böyle bir yazı yüzünden alemin maskarası olması işten bile değil..
Hadi, diyelim, hayatında organ nakli filan gibi şeyleri de hiç duymadı --olur a gazetecidir; bilmek zorunda değildir. Fakat, alerjiler filan gibi şeyleri de mi hiç bilmez?
Mevsim değiştiği zaman çok sayıda insanın --başkaları için son derece sıradan olan şeylere-- alerji peydahladıklarını da mı bilmez?
Elini belli kumaşlara süremeyenleri, belli kokuların yakınına bile gelemeyeneleri, bazı deterjanlar vb kimyasallara temas dahi edemeyenleri de mi bilmez?
Bilmez gibi görünüyor. O zaman biz söyleyelim:
Bahsedilen herşey başkaları için normal ve doğal olabilir, ama bazı bünyeler (kendi doğallıkları içinde, ve anlaşılmamış sebeplerle) bunlara çok çiddi sonuçlara varacak tepkiler verir. Bu tepkiyi de o bünyelerin bağışıklık sistemi verir.
Mesela, kişisel olarak, benim karnından konuşanlara karşı anlaşılmaz bir alerjim vardır.
Toplumun doğal değişimini 'zararlı' saymaya eğilimli, görünmeyen ve denetlenmeyen bir koruma mekanizmasının bağışıklık sistemiyle alakası yok.
Aferin. İlk fırsatta Etyen beyi, bu müthiş keşfi için tebrik etmek ve münhâl varsa kendisine bir Tıp Nobeli takdim etmek gerekir.
Bu derece bilgili olduğu aşikar iken, kendilerine bir de Sosyoloji ödülü vermek tabii ki farzdır...
Vücudumuzda bağışıklık sisteminin harekete geçmesi, 'doğal' olmayan bir gelişme söz konusu olduğunda ortaya çıkıyor ve mekanizma vücudu yine 'doğal' haline çevirmek üzere harekete geçiyor.
Eveeet.. Vücudumuz da doğal; ortam da doğal; vücudumuzun bağışıklık sisteminin tepkileri de doğal.. rahatsızlık vermesi de doğal..
O da doğal, bu da doğal.. herşey doğal..
Dolayısı ile, neyin 'doğal' olduğu etrafında lâfı dolandırmadan, durumun niçin ve nasıl 'rahatsızlık' olduğunu, önemli olup olmadığını; onu gidermek için alınacak tedbirlerin yan etkilerinin ne olacağını (mesela, bağışıklık sistemini ne derece zedeleyecek olduğunu) dikkate almak gerekiyor.
Dolayısıyla işin püf noktası 'doğal' olanın ne olduğu konusunda zımni bir konsensüsün varlığı.
Aynen öyle.
Ve, bence, bu 'püf noktası'na da, bağışıklık sistemi filan gibi metaforlarla gelmeğe çalışmak ciddi bir talihsizlik. Çünkü, konu hakkında pek bir şey bilmeyince, kişi kendi argumanını kontripiyede bırakabiliyor... yazık oluyor.
Derin devlete dönersek, buradaki kritik soru, toplum için doğal olanın ne olduğuna kimin karar vereceğidir.
Yani, mesele sadece bir etiket olarak 'derin devlet' sakızını çiğnemek, dile pelesenk etmek değil.
Önce, bir bağışıklık sisteminin var olmasının gerekli olup olmadığı ile başlamak lazım. Ardından da nelere tepki vermesinin 'doğru' olacağını konuşmak lazım.
Anladığım kadarıyla, Etyen bey, kaşla göz arasında --itiraz eder gibi başladığı-- 'derin devlet' etiketli 'bağışıklık sistemi'nin gereğini kabul ediyor oldu burada.
Kendisini devletin derinliğine atmış olan gayri meşru kapıkullarının toplum için neyin iyi ve doğru olduğuna karar verip, sonra da 'gereken' mücadeleye girmeleri ise tek kelimeyle suistimaldir.
Bunu böyle söyleyince kimse itiraz edemez tabii ki.
Fakat, azıcık deşelim bunu...
Birincisi, kimlerdir bu 'gayri meşru kapıkulları'?
Bunlardan bu kadar rahatlıkla bahsedebildiğine göre, ismini koyması gerekiyor. Evet, kim(ler)dir bunlar?
Ama, daha bitmedi.. Madem 'kapıkulları' diyor, o zaman da şu soruda bize yardımcı olması lazım:
Hangi kapının, kimin (ya da kimlerin) kapısının (kapılarının) kullarıdır bunlar?
Kısacası, bu kapı (ya da kapıların) sahibi (ya da sahipleri) kimdir, kimlerdir?
'Kapıkulları'ndan bahsedip geçmek yetmiyor. Asıl 'gayri meşru' nerdededir?
Bu sorulara yardımcı olamıyorsa, bence karnından konuşmuş oluyor. Faydalı olmuyor.
Ama derin devleti ille de bağışıklık sistemi gibi görme eğiliminde olanların, günümüzde ortaya çıkan kronik hastalıkların birçoğundaki nedenin bizzat bağışıklık sistemindeki bozukluklar olduğunu hatırlamalarında yarar var.
Bu doğru olabilir. Dolayısı ile, evet, bağışıklık sistemini tedavi etmek gerekiyor denilebilir. Ama, imha etmek ne derece akılcıdır?
Öyle ki hastalıkların esas nedeninin istenmeyen iç ve dış gelişmelerde değil, bunlarla bağışıklık sistemi arasındaki ilişkide yattığı söylenebilir.
Herşey söylenebilir... Bütün bünyelerde, bağışıklık sistemlerinin tepki karakteristiklerini iki şey belirler: Birincisi, genetik yapının kendisi (yani, irsî olabilir) diğeri de bünyenin mazisi (geçmişte hasb el kader atlattığı hastalıklar)..
Irsî ise, yapacak birşey pek yoktur. Hasta ölümüne kadar bu hal ile yaşamak zorundadır.
Değil de, bünyenin mazisi ile ilgili ise, bu geçici bir durumdur, bünye yeni şartlara bir zaman sonra intibak eder..
Madem 'sezgilerimizle biliriz' demek Etyen bey tarafından meşru bulunuyor, benim 'sezgilerimizle biliyor' olduğum bir endişe edici şey var: Ermeniler bunu, Türkiye'nin bağışıklık sisteminde beğenmedikleri şeyleri, ırsî görüyorlar. Öyle görünce de, haliyle, onların gözünde bu bünyenin ölmesinden başka bir çözüm olamıyor.
Eğer böyleyse, bu tespite katılamadığım gibi, bu yoldaki çözüm arayışlarının doğal olmayan bir ölümü ötülü olarak önerdiğini düşünüğümü de eklemek isterim.
Doğanın bile beceremediğini, toplumu anlamayan, bilmeyen, birtakım düzeysiz insanların, sırf kaba saba bir ideoloji ile silah gücünü birleştirdikleri için becerebileceklerini sanmak fazlasıyla romantik bir görüş olurdu.
Bu romantikliğin pek de güzel bir örneğini Etyen beyin bu yazısında gördüğümü düşünüyorum.
Buna yeni renkler ve heyecanlar ekleyen şeyler de var tabii.. 'Toplumu anlamayan, bilmeyen, birtakım düzeysiz insanlar'a karşılık, Etyen bey gibi antitezlerin varlığı..
Ne mutlu ki, toplumu anlayan, bilyen, birtakım düzeyli insanlarımız da var..
Doğrusu gelinen noktada meseleye tersten bakıp, toplumun en hastalıklı kısmının ayrımlaşıp 'derin devlet'leştiğini varsaymak daha ufuk açıcı bir yaklaşım gibi gözüküyor.
Kaç defa tekrar ettim.. Bence, Etyen bey, tıptan aşırılmış metaforları kullanmasa çok daha sağlıklı olur..
Bağışıklık sisteminin hastalık haline gelmiş olduğunu iddia etmenin tercümesi, bünyenin olmasi gerektiğini söylemek olduğunu yukarıda anlatmıştım..
Tevekkeli, Etyen beyin tıptan anlamadığı aşikâr..
Böyle olunca, onun teşhislerini ciddiye almak çok zorlaşıyor.. O kadar ki, hastanın kim olduğunda bile hemfikir olmak zorlaşıyor..
Her hâl ü kârda, 'Allah acil şifâlar versin' demek zorunda kalıyorum.