Zevcini kendisiyle aldatan hain zevce..
Ne olacağım dememeli.. bana ne demeli.. Orası öyle de, her zaman da aklımıza gelmiyor; fakat, mesele o da değil, daha önemli, çok daha önemli şeyler var hayatta.. Gecenin bir vaktinde, şöyle bir dolanasım geldi, aradabir yaptığım üzre Haber3.com isimli siteye de yolum düştü; haberleri kısa başlıklar halinde, komprime, dizerler; siz de beğendiğinizi seçersiniz. Giderek azalan manav tezgahları gibi; tek farkı bugüne kadar poşete çürük sokuşturmamış olmaları.. O da olacak, tabii, ama henüz müşterinin ayağı alışsın istiyorlardır eminim. Neyse. Bir haber başlığı gözüme ilişti. "Çapkın koca baltayı taşa fena vurdu !".. Hoş bir magazinel haber olabilirdi.. Çok sık olunca fazla oluyor da, aradabir bu tür şeylere de bakmak iyi geliyor. Sosyoepistemolojik saiklerle, toplumu daha iyi tanımak açısından... Geçenlerde de, şaşkın bir aşığın sabahın seherinde, köy yerinde, yanlışlıkla, sevgilisi yerine, 5 çocuklu bir kadını kaçırmağa kalktığını okumuştum. Aşkın gözünün kör olduğunu tabii ki bilirdim, de tavuk karası denen --alacakaranlıkta seçememek gibi-- bir illete düçar olduğunu bilmezdim. Hikayeyi kısaca nakledeyim de, benden beri kimseler zan altında kalmasın. Ben gazetenin yalancısıyım. Yani, yalan dediğim neredeyse kesin de, vebali benim boynuma değil. Yalansa, yalana bonus palavralar katarak aktarmağa ayrıca gerek duymuyorum demek istiyorum. Neyse, hikaye şöyle: İkisi de yirmili yaşların altında olan (öyle hatırlıyorum da, kız sanki bir hayli daha küçüktü) kız ile erkek cep telefonu marifetiyle tanışır, birbirlerini severler, moderndir ve normaldir ama, aksilik ve gericilikten başka bir şey bilmediği aşikar olan aileleri bu beraberliğe karşı dururlar. Bunun üzerine, gençler de çare üretirler. Karar verirler, sabahın köründe kız evden çıkıp köyün çeşme başında bekleyecek, çocuk da beyaz arabasıyla (rengini ben uydurdum, ama, yakıştı) gelip kızı mutlu geleceklere alıp götürecektir. Köy yeri olduğu için, dikkat çekmemek amacıyla, kızın modaya uygun bir şalvar giymesini de kararlaştırmış olmaları beklenir. Köy yeri dedik ya; zaten millet sabahın ilk ışıklarıyla uyanır, bir de Ramazan faktörü, yani sahur filan.. köyde seher vakti hareketlilik dikkat çekmez pek. Üstelik gelecek olan araba da bir Mercedes'tir. Kararlaştırdıkları üzre, beyaz arabasıyla, beraberinde de bir iki seyis arkadaşı ile esas oğlan zuhur eder. Alacakaranlıktır daha. Ağırdan almağa da gelmez. Çeşme başında bekleyen hatun kişiyi derhal derdest edip yola sermek gerekir.. Fakat, aksi şeytan, çeşme başımda bekleyen kişi yavuklu değil, sahur vakti su almağa gelmiş olan 5 çocuklu bir başka hatun kişidir ve bu işgüzar üstelik bu çocuklarla gitmeğe pek de gönüllü değildir. Gönülsüzlüğünü de, hiç yeri ve zamanıymış gibi, feryad vü figanla dile getirince bir çuval incir ve dolayısı ile, seven gönüllerin kavuşmak ihtimalleri mahv vü perişan olur... Olaya, sırasıyla, köylü, Jandarma ve ardından da Türk Adliyesi karışır.. Dava halen devam ediyor olabilir; dolayısı ile mahkeme zabıtlarının yayınlanması an meselesi. Gelişmelerden haberdar olursam, sizi de düşüneceğim, merak etmeyin. Aklımın bir kenarında, cennet vatanımın bu tür lüzumsuz dertleri; asıl yazıyı okumak istedim. Azıcık okudum, ve başlığın aslında ve kesinlikle yanlış atıldığına kanaat getirdim. Doğrusu benim burada kullandığım şekliyle olmalıydı. O hikayenin hülasası da şu: Tebabetle iştigal eden çiftin enteresan sergüzeşti dile düşürülüyor. Adam, doktor --yani, tabip--, anlaşılan hemşirelere yöneltmiş ilgisini daha çok. Günahını almayayım, belki hemşireler adamın aklını çelmiştir --ki, kadın şeytandır hipotezi de bunu bilhakkın destekler. Adam, bütün masumiyetiyle, kimbilir hangisinin ne gibi dertlerine emayıl ve çet isimli gavur icadı şeylerle cevap bulmak, yardımcı olmak için çırpınırken, önüne ve elinden geleni yaparken, karısı --ki, o da bir doktor, yani tabibe-- durumdan şüphe vazifesi çıkarır. Ateş olmayan yerden duman çıkarmak amacıyla, adamın emayıl, çet ve diğer bilumum umum hemşirelere yardım amaçlı kullandığı iletişim şeylerinin parolasını filan ele geçirir. Kadının fettan bir şey olduğu böylece besbellidir. Ondan sonra da işe koyulur. Bu kanallarda, kendisini, kendi kocasına bir hemşire olarak tanıtır ve yardımlar ister. Ama, adamın aksine, kadın kötü niyetlidir --şeytan dedik ya. Yazışırlar, çetleşirler ve adamı sonunda hain emellerine kurban olmağa ikna eder --bir yerde buluşacaklardır. Fakat, hain kadının niyeti bambaşkadır, benim masum hemcinsiyet kardeşimin aksine; buluşma amacıyla hastaneden çıkar da, buluşacakları yere gitmek yerine, yolda bir lagalüga radyosunu arar. Kendi kocasını, kendi elleriyle, yoldan çıkarmış olduğunu itiraf edip pişmanlık, nedametler beyan etmek şurada dursun, tam 25 dakika boyunca hem bu marifetlerini anlatır car car.. hem de o masum kardeşimizin ipliğini pazara çıkarır.. Ardından da adamı boşar. Bu sütten çıkmış beyaz kaşıktan daha ak, doğmamış bebekten daha günahsız kardeşimin söyleyebileceği tek cümle "Çok pişmanım. Ondan özür diliyorum" iken, acımasız ve hain kadının son sözleri, gözünü kırpmaksızın adamın kalbine kalbine soktuğu kamayı bir tur daha döndürdükten sonra, şunlar oldu: "10 yıldır yatakta taklit yapıyorum. Söyledim, rahatladım".. Şimdi.. sorarım size, 10 senedir masum kocasına böyle bir yalanı yaşatan birisinin bu yaptıklarından sonra siz de benim gibi düşünmez misiniz? Kulağıma aradabir çalınan, dinen 'kadın şeytandır'da bir hikmet yok mudur; hadi dini filan bir yana bırakalım, Hz Zübeyde Anamızın 'Erkeğin okumuşu kadı, kadının okumuşu cadı olur' deyişi de mi gerçekleri yeterince sarih ve bariz kılmıyor?.. Tabii ki kılıyor. Durum ayan beyan ve acı bal gibi ortada. Ama, bu kısa ve acıklı hikayenin daha derin anafikirleri var. Bunları da açıklamak, bu mübarek günde bazı önemli gerçekleri, geleceğimizi tehdit eden tehlikeleri özellikle tebarüz ettirmem, ve annelerimizi uyarmam gerektiğini düşünüyorum. Anneler, annelerimiz, lütfen iyi düşünün.. Kızlarınızı okutmayın. Görüyorsunuz işte, nelere yol açabiliyor bu. Kendi kocasına, kendisini, bir başkası sandırtarak onu yoldan çıkartmak ne demektir.. şeytanın bile aklına gelmez bu.. ama, zaten fıtratta var olan bu yetenek, üstüne üstlük bir de okumuşlukla birleşince, gördüğünüz üzre, inanılmaz boyutlara varabiliyor. Evet, okutmayın. Toplumun sağlığı, geleceği, herşeyi sizin elinizde. Bunun, laikçilik dahil, dinimizde yeri olduğunu da biliyorsunuz. Üzerinizde en ufak bir hakkım ya da hatırım varsa, istriham ediyorum, çok iyi düşünün. Biz erkekleri de siz emzirdiniz, büyüttünüz; bizim masum olduğumuzu en iyi siz bilirsiniz.. Tekrar söylüyorum, yalvarıyorum: Okutmayın. Ayrıca, ve bilhassa, bu yazıyı lütfen kızlarınıza hiç okutmayın. Yanlış anlayacaklarından, ve daha da beteri, beni doğduğuma pişman edeceklerinden korkarım. Ama, siz benim hüsn-ü niyetimi biliyorsunuz; beni o fettan şeytanlardan koruyacağınızı da ben biliyorum; canım anneciğimlerim benim. Bu mübarek Ramazan Bayramını sizlerden uzak ve mahzun geçirdiğim için ne kadar üzgünüm bilemezsiniz, ilk fırsatta gelip o gül deren ellerinizden öpmek, nurlu yüzünüzden şefaatlere vasıta dilemek, mukaddes nefesinizle hayır dualarınızı almak istiyorum inşallah. Kalbi, sütünüz kadar, temiz bu evladınızı da, dediklerini de, hiç unutmayın e mi... Hadi, çok öptüm..