Kaht-ı ricâl. Derin Devlet. Derin çete.

Ömer Lütfi Mete, yakın zamanda derin devlet kavramına en fazla kafa yoranlardan birisi; mesela, 'Derin Devlet / Tanımlanamayan Güç' isimli (Prof. Mahir Kaynak ile beraber kaleme aldığı) kitabı bu konuda okunmaya değer eserlerden. Bunun yanısıra, 'Derin Millet Manifestosu' isimli kıtabı da okunmağa değer bence.

Aşağıda, yazarın Zaman Gazetesinde, Yorumlar bölümünde 2007-02-02 tarihinde yayınlanmış bir yazısı var. Yazı bence önemli noktalara değiniyor ve hiç de hoş olmayan, hatta acı da denebilecek çıkarımlara götürüyor bizi...

Derin çete!

Sayın Erdoğan'ın 'derin devlet' konusunda dile getirdiği yakınmacı ifadeler ve o ifadelere yönelik eleştiri ve değerlendirmeler, esasen yoğun bir kafa karışıklığının yaşandığı alanı büsbütün bulandırmış görünüyor.

Her şeyden önce belli ki 'derin devlet' teriminden herkes aynı şeyi anlamıyor; hatta, yer yer aynı deyimle birbirinin zıddı olabilecek anlamlar kast edilebiliyor.

Esasen, bu da son derece doğal bir durum; zira, üzerinde konuşulan yapı her yerde ve her zaman önemli ölçüde mahrem, karanlık.. Belki devletler için hayati; ama şu veya bu ölçekte kirlenmesi kaçınılmaz bir çark oluşturuyor.

Takip edenlerin bildiği üzere, Sayın Erdoğan bu fasılda

  1. 'Derin devlet' deyimini sadece birtakım kamu kurumları ile ilintili sayılan ve sanılan çete oluşumlarına indirgedi,
  2. Dink suikastının cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olabileceğini söyledi,
  3. Şemdinli olayını da tamamen içerideki karanlık ellerin melaneti ilan etti.

İlginçtir ki Sayın Başbakanımız böylece, bir anlamda, yabancı servislerin ülkemizde yürütmüş bulunabileceği karanlık faaliyetleri yok saymıştır.

Hatta Sayın Erdoğan'ın bu söyleminden yola çıkabilecek genellemeci bir eğilim, gelmiş-geçmiş bütün karanlık olayları iç fitne odaklarının marifeti saymaya ve dahi PKK'nın pek çok kanlı eylemini bile resmi kurumlarımızla bağlantılı 'derin çete' faaliyeti şeklinde 'derin devlet' üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne üstlendirmeye kadar varabilir.

Hiç şüphe yok ki Sayın Erdoğan'ın böyle bir kastı yoktur. Mesele; terminolojisi oluşmamış, kavramları oturmamış bir alanda ciddiyetle kafa yormadan ahkâm kesmenin azizliğinden ibarettir.

Öyle de görünüyor ki, bu dikkatsiz yaklaşımlar, Türkiye'de başka devletlerin 'derin devlet' uzantılarını maskelemekten ve rahat faaliyet yürütmelerine katkıda bulunmaktan başka bir işe yaramayacak.

Oysa bazılarının 'derin devlet' saydığı, benimse, resmi ilintileri yüzünden 'derin çete' diye tanımladığım birimler hep var olmuş ve maalesef sayısız melanet işlemiş, birçok yargısız infaz uygulamışlardır. Bunlar tabii ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne mal edilmişlerdir.

Bu yüzden de 'derin devlet' denince akla hep bu çetelerin güya devlet adına yaptığı karanlık eylemler gelmiştir. Tabii ki bu gerçekler, Türkiye'de başka devletlerin 'derin devlet' konumundaki birimleri tarafından yapılmış veya yaptırılmış sayısız karanlık faaliyeti inkâr etmemizi gerektirmez.

Fakat medyamızdaki dış güdümlülük katsayısının yüksekliği sayesinde, sadece yerli 'derin çete' yapılanmalarının faaliyetleri, doğru veya yanlış, en azından sorgulanmak istenmiş, başka ülkelerin 'derin devlet' çarkları tarafından yürütülen veya yürütülmüş bulunması muhtemel faaliyetler ise tam aksine bilerek veya bilmeden maskelenmiştir.

Esasen 'derin devlet', adı her ne olursa olsun, devletlerin 'bağışıklık sistemi'dir. Bir insan vücudundaki bağışıklık sistemi nasıl kendiliğinden harekete geçerek arızaların önünü almak üzere programlanmış ise, 'derin devlet' de aynı şekilde devletin şu veya bu organını tahrip ederek bekasını tehdide yönelecek düşmanca girişimleri engellemeye çalışır.

Derin devlet, bazı yorumlarda dile getirildiği gibi 'devlet zaafa düşünce devreye giren bir güç' asla değildir. Böyle durumlarda ortaya çıkanlar olsa olsa 'derin çete' niteliği taşırlar. Derin devlet, devletin zaafa düşMEmesi için vardır. Başka bir ifade ile eğer var ise derin devlet, sadece devlet zaafa düşMEsin diye vardır.

Devlet zaafa düşmüşse de, 'derin devlet' ya hiç yoktur, ya düşman ülkelerin 'derin devlet' yapılanmaları karşısında başarısızdır, ya da iç iktidar çekişmeleri yüzünden 'derin çete' niteliğine bürünmüştür.

Bu noktada 'derin devlet' denince ille de kurumsal yapı olarak 'gizli servis' veya benzeri bir örgütlenmeyi anlamak, Sayın Erdoğan'ın yaşadığı talihsizlikte de görüldüğü gibi esasen 'devlet etme' işini anlayamamak veya yanlış anlamak gibi sonuçlar doğurabilir.

Bu da 'derin devlet' denince ille de olumsuz veya kısmen olumsuz bir örgütlenmeden söz etme alışkanlığını yaygınlaştırmaktadır. Oysa 'derin devlet', devletin dost veya düşman bütün başka devletlere mahrem kalması gereken sırlarından ibaret sayılır ve ille de doğrudan bir kurum niteliği arz etmesi gerekmez. Fakat bizde 'devlet etme' işi ile birlikte devlet bilinci de törpülendiği için 'derin devlet' neredeyse yalnızca, netameli, birey haklarını kısıtlayan, toplum mühendisliği yapan ve en önemlisi devletin mevcut resmi baş sorumlusundan mahrem, hatta ona karşı faaliyetler yürütebilen yapılanma algılanmaktadır.

Konuya tanım deneyeceksek, var olmayan bir yapılanma türünden söz etmiş oluruz ama devlet etme işinin gereğini çerçeveleriz.

Buna göre 'derin devlet', bir ülkede sistemin tarihe, millete ve Hakk'a karşı hesap verecek makamlar silsilesinin en tepesindeki makam başta olmak üzere gerçek siyasi sorumlulara bağlı, onların bilgisi, yönlendirmesi ve denetimi altında çalışan mahrem yapılanmadır.

Böyle olduğu için de, meselâ bizim ülkemiz için, başbakan dışında herhangi bir makamın yönetim ve denetimindeki her örgütlenme su katılmamış bir 'derin çete' niteliğindedir.

Bu yüzden de fikrimce Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yaptığı bütün ihtilallerin kadroları birer 'derin çete' kadrosundan ibarettir. Buna, 12 Eylül gibi, tamamen emir-komuta zinciri içinde gerçekleşen darbe de dâhildir.

Ayrıca bu darbelerdeki 'derin çete' oluşumları da, tamamen bağımsız ve yerli örgütlenmeler değil, başka ülkelerin 'derin devlet' yapılanmalarının bizdeki uzantılarından ibarettirler.

Bu temel ilkelerin ışığında, özellikle konunun çok sık karıştırılan sapı ve samanını ayıklamak bakımından bir örnekleme yapalım:

Sultan II. Abdülhamit'in jurnal teşkilatı, 'derin devlet' nitelemesiyle anılmayı hak edebilir ama 'Teşkilat-ı Mahsusa' etmez. Zira, ikincisi yer yer ve zaman zaman devletin değil bir partinin gizli örgütü gibi çalışmıştır.

Abdülhamit ise bu yapılanma ile kendi iktidarının devamını sağlamaya çalıştığı kadar devletin de bekası adına hareket etmiştir. Gerçi bu teşkilat da ister istemez birtakım haksızlıklara yol açmış, bazı mağduriyetler üretmiş bulunabilir. Bu, onun iç siyasi hesaplaşmalara alet olduğuna hükmetmeye yetmez.

Abdülhamit'in saltanatını sürdürme ve devletin bekasını gözetme çabası, birbiriyle örtüşen irade olarak onun jurnal teşkilatını, 'derin devlet' niteliğine yaklaştırmaktadır.

Ancak, bu da, kurumlaşmadığı ve yapı olarak kendi devamlılığını sağlayamadığı için yukarıdaki benzetmemizde olduğu gibi 'devletin bağışıklık sistemi' niteliğinde bir örgütlenme sayılmaz.

Baştan beri serdettiğim bu görüşlerin benimsenmesi durumunda Türkiye'nin durumunu teşhis için varılacak bir hüküm kalmaktadır: Türkiye'de 'derin devlet' olmadığı için ya tamamen yerli 'derin çete'ler veya yabancı 'derin devlet'lerin uzantısı niteliğinde 'derin çete'ler vardır.

'Derin devlet'in yerini 'derin çete'ler doldurmaya kalkıştığı için de benim gözümdeTürkiye Cumhuriyeti bugün artık devlet değildir.

Evet.. Malesef, Ömer Lütfi Mete'nin haksız olduğunu söyleyemiyorum... Acıdır. Bugünkü haliyle, “Türkiye Cumhuriyeti bugün artık devlet değildir” sözünün isabetli olmadığını söylemek zor...

Ve, tekrar evet, bence de, adına gerçek anlamda ('derin çete' değil) 'derin devlet' diyebileceğimiz 'devletin bağışıklık sistemi' niteliğinde bir örgütlenmenin hem var olması gerekiyor, hem de bugünkü yönetim şeklimiz itibariyle de bunun Başbakanlığa bağlı çalışması gerekiyor.

Orası öyle, de; bizim de, bir şekilde, gerçek anlamda 'devlet adamı' niteliği taşıyan başbakanlar seçmemiz gerekiyor.

Ne dediğini bilen; gelmiş-geçmiş bütün karanlık olayları iç fitne odaklarının marifeti saymaya ve dahi PKK'nın pek çok kanlı eylemini bile resmi kurumlarımızla bağlantılı 'derin çete' faaliyeti şeklinde 'derin devlet' üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne üstlendirmeye varacak laflar etmeyen devlet adamları..

İşimiz hiç de kolay değil.

Allah yardımcımız olsun.

{Kaht-ı ricâl: Devlet adamı yokluğu anlamına gelir.}