Emekli ol. Memlekete dön. Lagaluga et.
Örneklerini tek tek sayamayacağım; ilgilendiğim tarih oldukça eski, isimleri hatırlamıyorum, ama bir şey dikkatimi çekmişti: Ilim ve fen okusunlar diye Osmanlı tarafından tam-bursla yurtdışına (Paris'e?) gönderilenlerin neredeyse tamamı ya orada ya da geri döndüklerinde edebiyatçı (şair, yazar) veya siyasetçi olmuşlar..
Edebiyatı ya da siyaseti seçmelerini de anlıyorum; çok uzun zaman boyunca uykuya yatmış bir toplumu uyandırmak...
Iyi de, toplum uyanınca ne bulacak? Daha fazla sayıda edebiyatçı ya da siyasetçi.. fakat, hala daha aynı imkansızlıklar ve aynı cehalet..
Daha sonraları, Cumhuriyet döneminde, bu biraz daha düzeldi galiba –artık ilim ve fen tahsili için gönderilenlerin çoğu birer edebiyatçı ve siyasetçi olarak dönmüyorlardı.. Aslında, birçoğu geriye filan da hiç dönmedi ya, neyse.
Ama, her nedense, dünya nüfusuna oranladıgımızda, Türkiye topraklarından çıkan bilim adamlarının dünyanın krema tabakasındaki (en iyileri arasındaki) sayısı bana hiç denecek kadar az gelmiştir hep. Örnekleri yok değil, ama, çok çok azdır.
Tek başına bunun sebebini bilmek isterdim: Zeka seviyemiz mi düşük; ya da, o değilse, asıl sebep nedir?
Kendi konusunda krema tabakasında (bir zamanlar) yeri olan bir bilim adamımız, mesela, Oktay Sinanoğlu, bu yüzden, dikkatimi çekiyor.
Emekli olup Türkiye'ye gelmesinden önce Sinanoğlu hakkında belki bir şeyler duymuştum –belki, ama, hatırlamıyorum. Geldikten sonra da 'Türk Aynştaynı' (!) olarak lanse edilince bakayım neyin nesidir dedim.
Biraz bakındım... Evet, Oktay bey, bir 'child prodigy' (harika çocuk) imiş galiba... Hatta, daha sonraları, 'harika genç', 'harika ortayaşlı' sayılabilecek kadar da devam etmiş.
ABD'de çok genç yaşlarda, çok iyi bir üniversitede, 'tenure' (kadrolu ögretim üyeliği –ki, hangi yaşta olursa olsun, elde etmek hiç de kolay değildir), kürsü sahibi olmak (bu daha da zordur) gibi artı puan sayacağımız şeyler var. Kendi konusundaki bilimsel çalışmalarını saymadık bile.
Kısacası, benim, okuduklarımdan çıkardıgım kadarıyla, Oktay bey, kendi ihtisas sahasında takdir edilen bir bilim adamıymış.
Okuduklarım arasında gördüğüm tek olumsuz şey, o da olumsuz sayılırsa, 35-40'ından sonra kendini tatile çıkardıgı yolundaki laflar..
Yani, Oktay bey, 'Eh, kürsü dersen kürsüm de var, iyi bir okulda da hocayım. Bundan daha fazlasını neme gerek. Artık, biraz da hayatın tadına varayım' demiş olabilir.
Bunu yadırgamıyorum. O tür zekaların da kendilerine iltimas geçme hakları vardır –hatta gerçekten zeki olanlar hayatın sadece ilim-irfan olmadıgını bilirler... Oktay beyi takdir etmeliyim: Dar sahada bilim yapmak yerine, hayatı geniş yaşamış.
Aslına bakarsak, bunu en iyi bilenler bu ülkede yaşar. Herkes ilim irfanla uğraşmanın zor olduğunu, hayatın da kısa olduğunu bilir ve tufaya gelmemek için, tedbiren genç yaşlarda, beyinlerini önce dumura uğratır sonra da emekliye ayırırlar...
Ama, başka bir yerde bir ufak mesele var: Sinanoğlu gibi, sonunda ülkesine geri de dönen, en iyi kimyacımızdan ne yapmasını beklerdiniz?
Sizi bilmem, ama, ben –naçizane– bu kişinin hazır memlekete dönmüşken, burada başka gençleri yetiştirmeşini, ülkedeki kimyacıların sayı ve seviyesini daha da yukariya çekmesini, ihtisas alanında bir 'center of excellence' olmamıza yardım etmesini filan beklerdim. Hala daha da bekliyorum.
Peki, buna karşılık, yaptıgı nedir?
Türk dilinin ve Türkiye'nin bekası (geleceği ve devamlılığı) üzerinde millete faydalı nasihatlerde, telkinlerde bulunmak...
Iyi, buna benim itirazım pek yok. Yok, ama, ülkenin bekası sadece konuşmakla olmuyor ki. Bize, ilim adamları da lazım. Hem de iyi ilim adamları...
Sinanoğlu'nun, niçin bu ilim adamlarını yetiştirmek yerine, başka herhangi birisinin kolayca yükleneceği bir görevi –arka planda siyaset yapmağı– tercih ettiğini anlamıyorum. Anlayışla da karşılayamıyorum.
Şimdi.. Sinanoğlu uzerine odaklanmak belki biraz da haksızlık, herşeyin öznesi o değil tabii ki.
Benzer durumda olan çok kişi var: Kimisi ABD'de, kimisi Avrupa'da, kimisi de Japonya'da kıymetli çalışmalar yapmışlar ve sonunda bir kısmı emeklilik vb gibi sebeplerle memlekete dönmüşler..
Bu kişiler ne yapıyor?
Bilgilerini kimlere aktarıyorlar? Aktarıyorlar mı?
Benim gördüğüm kadarıyla, hayır, aktaran filan yok.
Ülkeye geri dönenlerin neredeyse tamamı ya bir köşeye çekilip ölümü bekliyor, ya da bir kısmı 'Ülkeyi Hain Düşmandan Kurtarma Meydan Muharebesi'nde hariçten kurmaylık gazelleri okuyorlar..
Hain Düşman da çoğunlukla, yine bu ülkedeki başka birileri.. hani, yıllarca bırakıp gittikleri ülke var ya, o ülkeyi şimdi kurtarmağa sıraları geldi ve ölmeden önce bunu yapacaklar.. Bir tür son görev yani..
Bunu görünce, ben ancak şöyle düşünebiliyorum:
Bu 'kıymetli' insanlar emekli oluncaya kadar zaten başka yerlerde başkalarına faydalı oldu; emekli olduklarında da (bir kısmı) memleketlerine döndü –sağolsunlar.
Aramıza katılan bu kıymetli insan kalıntılarının net faydası da, Allah gecinden versin, emr-i hak vaki olduğunda gıda zincirine burada –bu ülkede– katılmaları olacak..
Şüheda fışkıracak olan toprağımız zaten vardı, buna bir de ulema fışkıracak ekliyorlar yani..
Yediğimiz salatada, çorbada, yemekte bunca kıymetli ulemanın katılımının olduğunu bilmek de bir şeydir tabii..
Fakat, lezzet ya da kalite açısından bir farklılık yaratır mı sorusuna cevap vermek pek de kolay değil..
Emekli olmuş, ununu elemiş, eleğini de aşmış çok sayıda başka kıymetli insanımızın daha geri dönüp bu toprağa, gıda zincirine, katılması gerekiyor...
Farklılık yaratıp yaratmayacağını ancak elde daha fazla veri olduğunda görebileceğiz.