Oh olsunculuk..

Şu sıralar nedense gözüm Haluk Şahin'e de takılıyor. Bugün de bir yazısı gözüme ilişti. Konusu Irak ve ABD'nin oradaki durumu; başlığı da 'Bush doktrini çökerken'. Yazının tamamını buraya almıyorum, isterseniz Radikal'de, isterseniz bu yazının yorumlar kısmında okuyabilirisniz.

Haluk Şahin, eskiden pek böyle değildi diye hatırlıyorum; şimdikinden farklıydı sanki. Yazılarında fevkalade bir hafiflik ve insanın içine bir tür su serpen bir ton buluyorum.. Mesela, ilk okuyuşta bu yazısını sevdim. Üstelik, içerikli bir yazıya da benziyordu.

'Yanlış hesap Bağdat'tan döner'den hareketle ABD'nin Irak'ta yanlış yaptığını vurguluyor, ardından da --dersini de almış olduğu için-- ABD'nin 'mecburen' razı olduğu yeni realiteye işaret ediyor: ABD, Ortadoğu'da, hem öyle her istediğini yapamayacağını bilhakkın anlamış, hem de eski diktatörlüklerin yerine demokrasi getirmek macerasının pek de akıllıca ya da uygulanabilir olmadığını görmüş. Bu yüzden de, Baker raporundaki tavsiyelere uyup, işine gelecek cinsten bir diktatör arıyormuş.

Benim bu yazıdan çıkardığım temel şeylerden birisi bu. Yani, buraların ahalisinden birisi olarak, bir güzel 'Oh olsun!' demek..

Başka şeyler de var tabii.. Bush'un ve Cumhuriyetçi Parti'nin (ABD) sonunda iktidardan gitmesi neredeyse mukaddermiş. Buna da oh olsun! Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste..

Oh, içim rahatladı. Hain düşman, sonunda, Allahın da yardımıyla dize gelmiş, mutlu mesut günlerimize tekrar döneceğmiz zamanlara gün sayıyoruz..

ABD'nin kovboylarının Irak'ta duvara toslamış ve dersini almış olması ve 'alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste' durumları gerçekten iyi haber..

Ramazan Bayramı münasebetiyle verilecek daha iyi haber pek aklıma gelmiyordu doğrusu..

Yani, ilk okuyuşta öyle.. fakat, yazısının şu son paragrafı yok mu?..

Bu değişimin en çok etkilediği ülkelerden birisi kuşkusuz Türkiye olacaktır. 21. Yüzyıl'da hayat çok hızlı: Irak konusunda eski ezberi bozulan ve ezberleyeceği yeni metni bir türlü bulamayan Ankara'nın bir kez daha yepyeni şeyler düşünmeye başlamasının zamanı gelmişe benziyor.

Aba altında sopa göstermek gibi duruyordu sanki..

Ama, niçin olsun ki.. Haluk Şahin bizdendir ve ABD'nin abasının altındaki sopayla ne işi olabilir. Olamaz tabii. Ben de öyle düşünüyorum.

İşte böyle light takılırken, kâfir Şeytan dürttü; tuttum 'acaba Mahir Kaynak bu konuda ne düşünüyor; bir şeyler yazmış mı?' dedim. Dürten de 'dengeli beslenme' şeytanımdı.. Hatırını kıramadım ve baktım. Ve, baktığıma hem memnun hem de bin pişman oldum..

Memnun oldum, çünkü, ben Mahir Kaynak'ın yazılarında apayrı bir seviye ve vukufiyet bulurum. Onun fikirlerini okudukça, çocukken beni omuzuna alan büyüklerimin omuzlarında hissettiğim gibi hissederim --aniden daha uzakları görür olmak yani..

Fakat, Mahir Kaynak'ın pedagojik formasyonu on para etmez. İnsan, omuzlarına çıkardığı çocuğa hoş manzaralar gösterir, ve illâ da çirkinlikleri de gösterecekse, bunu da yavaş yavaş, alıştıra alıştıra yapar.. Öyle beklersiniz; değil mi? Mahir Kaynak sözkonusu olunca, bunu daha çook beklersiniz.. Ben kaç senedir bekliyorum.

Uzaklara bakıp, görebildiğim şeylerin hayranlığıyla heyecan duyan bir tip olmasam, Allah biliyor ya, omuzlarına tırmanmak için onca gayreti bir yana bırakın, Mahir Kaynak'ın yanına bile yaklaşmam.

Bu sefer de öyle oldu. Manzara hiç de Haluk Şahin'in gözlerinden göründüğü şekliyle, semi-magazinel, 'oh olsun, eden bulur' dedirtir gibi çıkmadı. Bu manzarayı görmek istemezdim, tabii ki bin pişman oldum.

ABD'nin gurunun kırılmış olması iddialarının pek de doğru ya da anlamlı olmadığı yana, bunların önemli bile olmadığının farkettirilmiş olması insanın canını fena halde sıkıyor.

Şunu demek istiyorum: Dar kafalı, sıradan bir aptal olmaktan son derece memnunum; beni rahatsız eden şey, aradabir de olsa bunun bu kadarla kalmadığı, düpedüz gerizekalı olduğumun bana farkettirilmesidir.

Bu yüzden yazılarını beğenerek okusam da, Mahir Kaynak'ı zerre kadar sevmem. Zaten Derin Devlet'in adamıdır falan filan..

Hem.. akıl var izân var.. Tutup böyle şeyleri yazmanın da ne alemi var yani..Bu hâl, bizim az sayıdaki iktisatçımızda görülen bir şey; başka ülkelerde pek görülmez. Oralarda herkes ne yapacağını bilir; tabii ki iktisatçıları da...

Eldeki datadan hareketle aynı grafiği kırk türlü ve rengarenk çizmek varken, bizimkilerin bazıları, kelalâka konularda habire ahkâm keserler.. Yalçın Küçük de, bir anlamda, böyledir.

İnsanın, 'Be adam, emekliliğin çoktan gelmiş belli. Sen de çekil bir köşeye nü filan boya; gördükçe huzurumuz kaçsa bile, görmezden gelebilelim. Böyle anlamadığımız şeylerle kafamızı meşgul etme!' diyesi geliyor..

Neyse. Pardon. Kusura bakmayın, aradabir ben de mecburen zıvanadan çıkabiliyorum. Bu blog olmasa evde bir şeyleri kırıp dökmem gerekecek.. İyi ki bu blog var da, yazıp rahatlamam kısmen mümkün oluyor..

Şimdi.. ben biraz daha sakinleşmeğe çalışayım; bu arada siz de şu alıntıya bir göz atın isterseniz..

Irak'tan çekilmek
Bazıları ABD'nin Irak'ta başarısızlığa uğradığını ve bir bataklığa saplandığını düşünse bile bunun doğru olmadığı ve başlangıçta öngördükleri Irak'ı bölme planının başarıyla uygulandığı kanaatindeyim. Siyasi yapılanmanın ırk ve mezhep farklılıkları üzerine kurulması bunun en önemli göstergesiydi. ABD işgaline karşı direniş adı verilen eylemler gerçekte bu parçalanmayı pekiştiren bir sürece dönüştü.

ABD askerlerinin Irak'ı tamamen terk etmeyip güvenli sayılan Kürt bölgesinde konuşlandırılması, şartların gerektirdiği bir eylem olmaktan çok projenin önceden planlanan bir safhası olarak görünüyor.

Direnişçi Sünniler'in sadece Şiiler'le çatışması, ABD ile işbirliği içindeki Kürtler'e karşı herhangi bir saldırıda bulunmamaları tüm gelişmelerin kontrol altında gerçekleştiği intibaını uyandırıyor.

Gelişmelerin bundan sonraki aşamaları konusunda bir senaryo oluşturmak ve bunun ülkemizi nasıl etkileyeceğini hesaplamak zorundayız. Üçe bölünen Irak'ın güneyindeki Şii bölgesinin İngiltere'nin kontrolüne bırakılacağı anlaşılıyor. Ortadaki Sünni kesim, Suriye için öngörülen rejim değişikliği gerçekleştikten ve oradaki Baas yönetimi yerine Sünni egemenliğinde bir iktidar oluştuktan sonra bu ülkeyle yakın ilişki içinde olabilir.

Irak'ta kurulan Kürt yapılanması Türkiye ile çatışma içinde olmayacaktır ve ülkemiz aleyhine sayılacak bir tavır sergilemeyecektir ama Güneydoğu Anadolu'yu da etkileyecek bir odak haline gelecektir. Burada ikili bir yapı gözlemlenebilir. Hukuki yapı ve siyasi tavır Türkiye'nin kabul edeceği biçimde olacak ama hem Kuzey Irak'ta hem güneydoğumuzda fiili bir özerklik sağlanmaya çalışılacaktır. Genelde şekil ve görüntü üzerinde yoğunlaştığımız için bu konuda dikkatli davranılacak ama fiili bir ayrışma sağlanacaktır.

İkili bir kontrol mekanizması yani ekonomik bağımlılık ve Kürt yapılanması ülkemizin siyasetini derinden etkileyecek iki faktör haline gelecektir. Karşılaşacağımız durumu yıllar önce 'Büyüyerek küçüleceğiz' başlıklı bir yazıda irdelemiştim.

Kürt yapılanması bölgede kullanılacak önemli bir manivela haline gelmektedir. Bu konuda hamaset ve duygusallığın yerine siyaset ve aklı koymak zorundayız. Bölgedeki oyuncular içinde kartları en güçlü olan biziz ama bunları en etkili biçimde oynayacağımız konusunda ciddi şüphelerim var. 'Yakarız, yıkarız, yaptırmayız' söylemlerini bir yana bırakıp her hamleye uygun bir karşılık vermek, halkı galeyana sevk etmek yerine devleti aktör konumuna getirmek zorundayız.

Aslında büyük oyunlar oynanabilir ama kitleler öylesine şartlandı ki, bir tren gibi önümüze döşenen rayların dışına çıkamıyoruz. Yıllarca konuyu kendi çizdikleri çerçeve içinde yürüten, hamaseti alabildiğine kullanan çevreler hem Kuzey Irak'ta bir yapı oluşturdular hem de güneydoğumuzda devletin etkisini sınırladılar. En büyük engelimiz bugün de onlardır.

Tamam, sizi bilmem, ama ben sakinleştim sayılır...

Açıkcası, ABD'nin Irak'a demokrasi getirememiş olmasının ne açıdanABD'nin yenilgisi sayılacağını ben de anlamıyorum. Aynı şekilde, Irak'ın üçe-beşe bölünmesinin, nasıl oluyor da ABD'nin burnunun sürtülmesi anlamına geleceğini de çözemiyorum.

Benim bildiğim, bütün savaşlar, bir başka devletin ya işgal yoluyla, ya da daha küçük parçalara ayrılması yoluyla istenilen şekilde davranmasının sağlanması amacıyla yapılırdı. ABD'nin Irak'ta elde ettiği sonucun tam da bu olduğunu niçin anlayamadığımızı da anlamıyorum.

Fakat, o kadarla da kalmıyor mesele.. Esasen bir sınıf hareketi olan PKK'nın belini bükeceğiz diye bizde canlanan/hortlayan milliyetçilk aynı etkiyi bugün Güneydoğumuzda yapmış ve PKK'ya karşı olması doğal olan Kürd feodalleri ile Türk milliyetçileri aynı safta buluşmuş gibidirler. Bu, Osmanlı döneminde olsa akıllıca olabilirdi, ama, şimdi öyle değil pek.

Pax Ottomana devri kapanalı beri çok oluyor, ve Kürd feodallerinin de asıl çıkarlarının Türkiye olmadığına karar vermeleri an meselesi gibi görünüyor. Gerçi, tam olarak o kadar keskin olmasa bile, kararsız olduklarını sanıyorum --eski güven ortamı pek yok.

Bu durumda, PKK'nın aradan çekilmesiyle ortalık feodallere kalacak ve onlar da ABD'nin Türkiye içindeki manivelası olmuş olacaklar..

Benim, Mahir Kaynak'ın dediklerinden anladığım budur, ve isabetliysem, manzara hiç de hoş bir manzara sayılmaz..

Biliyordum.. Mahir Kaynak'ı hiç okuMAmalıydım...