Atan da yiyen de...

Eski başbakanlardan Tansu Çiller'in dediği "Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir." sözü zaman içinde yanlış bir zemine mi oturdu, yoksa Tansu Çiller'in o malum gafları yüzünden taa başında mı yanlış yerde söylenmişti? Bu sorunun cevabını veremiyorum. Çünkü, hakkında derde devadan gayri her şey yazılmış olan Susurluk vakasının tam olarak ne olduğunu bir türlü öğrenemedik.

Bu nesilde öğrenebileceğimizi de, giderek artan bir kesinlikle, ihtimal dışı görüyorum. Ama, bu yazıda ilgimi çeken konu Susurluk değil, "Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir." sözünün kendisi ve zaman üçünde bu sözün kullanıldığı yerlerdeki anlamları..

Tekrar söyleyeyim: Amacım Tansu Çiller'in gaflarını açıklamak, ya da beceriksizliklerini methetmek yoluyla aklamak değil. Vezirken rezil olmasına da uğraşmıyorum; onu benim yardımıma ihtiyaç dumaksızın pekala yapabildiğini sanıyorum. Aynı şekilde, yazıda zorunlu olarak ismi geçen kişilere ya da kurumlara yönelik olarak da methetmek veya hedef göstermek gibi bir niyetim yok.

Ben, tıpkı Özal'ın "Benim memurum işini bilir" deyişinde olduğu üzere, nerede ne bağlamda söylendiği dikkate alınmaksızın, artık sadece ve sadece memurların rüşvet almasına atıfla (ve bunu da meşrulaştırmak gayesiyle) söylenildiğinin sanılması gibi; Çiller'in de bu lafı, Devlet'in emrinde olup da üniformasız herhangi bir silahlı aktivitede bulunmanın tukaka edilmesi anlamına geliyor. Bu sözün bu anlamdan, ve Susurluk bağlamında çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Çürük elmaların sepetten ayrılması ve atılması şart, tabii ki, ama, bütün sepeti çürük elma kabul etmek, farzetmek, de doğru olmayabilir.

Bu bağlamda, rastladığım bir örnek var. Yeni değil. Yeni olmayışının sebeplerinin başında da, kulunuzun bir Emin Çölaşan okuru olmaması geliyor belki de.. O yüzden, bu benim dikkatimden çok uzun zaman kaçmış..

Yazıya, her türlü ileri-geri uygun-aykırı yazının yazıldığı forumlardan birinde, 'Tarih ve Demokrasi Forumu'nda rast geldim. Kimim gönderdiği yazılıydı ama orjinal metnin yazarının ismi yazılmamıştı. Merak ettim, Google sayesinde çok da zorlanmadan buldum: Emin Çölaşan...

Önce, bunun da bir gazetecilik fantezisi olmak ihtimali aklıma geldi; galiba öyle değil, biraz daha bakınca başka yerlerden de teyid edici linkler buldum.

Bunlardan birisi bozkurt.net isimli bir siteden. Cenaze ilanı gibi duran metnin ilgili bölümü şöyle:

Kerkük Feneri - Özel
Irak Türkmen Cephesi kurucu üyesi ve eski genel başkanı Sabah KETENE öldürüldü.
Bugün Kerkük'te saat 13:20'de kimlikleri belirsiz kişiler tarafından ateşli silah saldırısına uğrayan Irak Türkmen Cephesi kurucu üyesi ve eski genel başkanı Sabah KETENE Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Mekânı cennet olsun, yakınlarına ve sevenlerine bassağlığı dileriz.

Bir başkası da BizTürkmeniz.com'daki bu yazı:

Şehit Sabah Ketene için Anma Toplantısı İstanbul'da Yapıldı
22.04.2006 tarihinde Kerkük'te Şehit edilen Sn. Sabah Ketene İstanbul'da anıldı.
Şehadetinin 40.gününde Sn. Sabah Ketene için Merkezi İstanbul'da bulunan Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği tarafından pazar günü 28.05.2006 tarihinde bir Anma Toplantısı düzenlendi.
Toplantı Abdullah Kerküklü tarafından okunan Kuran-i Kerim ile başladı. Arkasından dernek genel başkanı Kemal Beyatlı bir konuşma yapıtı. Beyatlı, Şehit Sabah Ketene'nin yaklaşık iki dönem Irak Türkleri Derneğinin genel başkanlığını, Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu Başkanlığını bir dönem ve Irak Türkmen Cephesinde Yürütme kurulu üyeliği v.s. görevlerinden bahsettikten sonra Sabah Ketene'nin dava arkadaşlarından: Bahattin Türkmen, Yaşar İmamoğlu ve Cüneyt Mengü tarafından Ketene'nin milli davalardaki duruşundan uzun uzun konuşmalar yapıtılar.
Konuşmaların sonunda dernek genel başkanı Kemal Beyatlı tarafından "Türkmen liderleri, başkanları, fikir adamlarının suikastlarla ve haksız yere öldürülmelerinde Türkmen toplumu bunu normal ölüm cenazesi gibi davranmamaları gerektiğini, bunun içinde bütün Türkmen bölgelerinde top yekûn tepki gösterilmesi, siyasi ve sivil kuruluşlar, esnaf ve memurlar en ağır şekilde tepkilerini göstermelerini" vurguladıktan sonra toplantı bütün Türkmen Şehitleri için Kuran-i Kerimle ve Fatiha okunarak sona erdi.
Kemal Beyatlı - İstanbul

Emin Çölaşan'ın sözkonusu yazısı da bu:

Kahraman
Geçen yıl yayınlanan Şu Benim Gazetecilik. Yaşadıklarım isimli kitabımda Kahraman başlığı altında birini anlatıyordum. Orada ismini vermemiştim. Şimdi veriyorum: Sabah Ketene. Türkmen kökenli. Önce kitabımdan o bölümü birlikte okuyalım:
Bir devlet büyüğüyle konuşuyorduk. Bana şöyle dedi: "Tanıdığım gerçek bir kahraman var. Sizin yazılarınıza hayranmış. Mutlaka tanışmak istiyor. Bir gün buralara yolu düşerse haber vereyim, tanıştırayım."
Aradan yaklaşık bir ay geçti, devlet büyüğünden haber geldi. Konuğu Ankara'ya gelmiş. Üçümüz onun evinde buluştuk, tanıştım. İlginç bir adamdı. Sokakta görseniz süklüm püklüm, sıradan bir insan olarak tanımlardınız ve dikkatinizi bile çekmezdi. Mensup olduğu kurum adına yurtdışında PKK'ya karşı ekibiyle birlikte büyük işler yapmıştı. Uzun uzun sohbet ettik. Hiç çekinmeden anlattı. Onları olduğu gibi yazabilmek isterdim. Ekibinden aslan gibi çocuklar diye söz ediyordu. Verilen görev doğrultusunda hedef ülkeye ayrı ayrı gidiyorlar, orada ekibin öteki bireyleriyle buluşup gerekeni yapıyorlardı.
Bir ülkede kendilerine hedef verilmişti. Anlatıyor ve aynı zamanda hayıflanıyordu: "Kaldığı apartmanda asansörün önünde sıkıştırdık, en az on kurşun yedi. 'Ölmüştür' diye bırakıp gittik. Fakat adam yedi canlıymış. Altı ay hastanede yoğun bakımda kaldı ve sonunda düzelip çıktı. Onu bitiremedik. Fakat bundan sonra işe yaramaz."
Kuzey Irak'ta (Erbil'de) PKK'nın bir binası var. Burada hem gazete basıyorlar, hem de binayı karargâh olarak kullanıyorlar. Bina birkaç katlı. Altında boş dükânlar var ama kepenkleri kilitli. [Sabah Ketene ve ekibi] Binayı havaya uçurmak için gidiyorlar. Fakat çevrede sıkı güvenlik önlemleri alınmış. Görev dönüşü bir gün bana gazeteye geldi, anlatıyordu:
"Abi bu sefer canımız çıktı. Önce ayrıntılı keşifler yaptık. Çevreyi öğrenmek için iki arkadaş simitçi kılığına girdik. Çok iyi Arapça bildiğimiz için dikkat çekmedik. Tam üç ay sabah 4'te kalktım, fırından simit aldım ve binanın çevresinde sattım. Böylece geleni gideni iyice öğrendik. İş geldi bombaları yerleştirmeye. Bir gece sabaha karşı dükkânların kilitlerini usulca söküp içeri girdik ve patlayıcıları yerleştirdik. Bina yok oldu. İçerideki yirmi sekiz (PKK'lı) kişi de aynı akıbete uğradı. Ama bu sefer çok yoruldum. Zor bir işti. Ankara'ya yolum düşünce size uğramak istedim."
PKK terörünün en yoğun olduğu dönemde turistik yörelerimizde birbiri ardına bombalar patlamış ve tüm turistler kaçmıştı. O yıllarda yöredeki ormanlarımızı da cayır cayır yakıyorlardı. Bunları bir ülkenin yaptırdığı belli olmuştu. Anlatıyordu:
"Malzemeleri ayrıca gönderip o ülkeye geçtik. Onların turistik yörelerinde birkaç bomba patlattık, oraları da derhal boşaldı. Onların başkentinde, metronun önünde bir patlama oldu ve halk paniğe kapıldı. Sonra dikkat ettiyseniz, o ülkede de çok büyük orman yangınları çıktı. Güzelim ormanlarına yazık oldu. Ama bizi sabote eden yakınımızdaki ülke pabucun pahalı olduğunu ve ne ekerse onu biçeceğini görmüş oldu. Bir daha bu gibi işleri açıktan yapamadılar."
"Biz çalışmalarımızı gizli tutmak zorundayız. Ama belli yerlerimiz olması gerekir. İstanbul'un göbeğinde bir yerde göstermelik turizm bürosu açmıştık. Bizim ekipten ve amirlerimizden başka geleni gideni yok. Yani turizm falan yapmıyoruz, bir şey alıp satmıyoruz. Bir gün büroya maliyeciler gelip vergi defterlerini istediler. Tabii bizde böyle bir şey yok. Adamlara buranın 'çok özel' bir yer olduğunu söylememiz de mümkün değil. O gün savdık. Ertesi gün yine gelip zabıt tuttular. Vergi kaçakçılığından işlem başlatıldı."
Sonrasını devlet büyüğü anlattı: "Bana telefon etti. 'Başımız derde giriyor, büronun kimliği açığa çıkabilir' dedi. Maliye bakanına durumu bildirdim, vergiciler çekildi."
Onu uzun zamandan beri görmedim. Bana cep telefonu bırakmıştı, birkaç kez aradım ama numara kullanılmıyor. Acaba şimdi ne yapıyor? Bilmiyorum.
Yukarıda anlattığım kişiyi görseniz, asla dikkatinizi çekmez. Aklınıza onun bir kahraman olduğunu kesinlikle getirmezsiniz. Türkiye"de birileri her dümeni çevirirken, birileri de kelle koltukta en büyük işleri başarıyor. Keşke mümkün olsa da, kamuoyu onları tanıyabilse. Ama onlar hep gizli. Hep perdenin arkasında. En kutsal görevleri canları pahasına yerine getiren, kendilerini vatana adamış insanlar. Namussuzları, üçkâğıtçıları, vurguncuları çoğu zaman biliyoruz da, vatana millete hizmet eden o kesimi tanımıyoruz bile.
Sabah Ketene için kitabımda aynen bunları yazmış, ancak ismini doğal olarak vermemiştim. Halen görevde olmayan devlet büyüğü beni birkaç gün önce aradı: "Duydunuz mu, Sabah Ketene'yi Kuzey Irak'ta öldürdüler... Taradılar. Zaten oralıydı, Kerkük'te gömüldü."
Demek Türkiye bir kahraman evladını daha yitirmişti. İsimsiz kahraman Sabah Ketene, Allah sana rahmet eylesin, nurlar içinde yat.

Son olarak da, bununla ilgili olabileceğini sandığım bir pasajı başka bir yazıdan, Aksiyom Dergisinden alıntılayayım:

Asala operasyonlarında öne çıkan bazı isimler kahraman ilân edildi. Eski Başbakan Tansu Çiller, söz konusu şahısların isimleri söylendiğinde, "Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir." dedi. Peki, Asala'yı kim bitirdi? Söylenen kişiler mi yoksa bir başka güç mü? Bazılarına göre kahraman ilan edilenler haricinde Asala operasyonunda Irak vatandaşı Türkmenler kullanıldı mı?

Şimdi... "Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir." lafı halâ daha sadece Susurluk bağlamında ve negatif anlamda mı kullanılmak gerekir acaba?