Şey Kitâp Şey Kêrim
Bilmiyorum, sizin de aklınıza hiç önce yazacağınız yazının başlığı gelmiş de 'buna bir yazı yazmak ne kadar hoş olurdu' demişliğiniz var mıdır.. Hani, o malûm fıkrada olduğu üzere, adamın terziye gidip, 'şu düğmeye bir gömlek dikiver' dediği üzere.. İşte, bu yazı da aynen öyle ortaya çıktı. Daha doğrusu çıkmağa gayret ediyor --yani, her kelimesini yazarken bir sonrakinin ne olacağını düşünmekle meşgul olduğum bir yazı.. Türkçesi: Buraya kadar yazdım ve hala daha ne yazacağım hakkında bir fikrim yok.. Fikrim yok, ama bunun sebepleri var. Birincisi fikrim yok; ikincisi de bir taraftan bir fikir edinmek, öte taraftan da o fikir çerçevesinde bir yazı planı oluşturmak için vaktim yok. Buraya yolu aradabir olsa da düşenlerin benim fikirsizliğimi --alışkanlıkla bileşik-- anlayışla karşılayacaklarına neredeyse adım gibi eminim de, vakitsizlik meselesi biraz yeni... bunu bir mazeret olarak kabul edecek çok sayıda kişinin olacağını sanmıyorum. O yüzden, bütün vakitsizliğim arasından vakit çalarak yazıyorum. Kıymetinizi bilin yani. Beni, bunu yazarken, 'oturduğu koltuğun ucuna tünemiş, mevzu bir bitse de hemen fırlayıp gitse' cinsinden tetikte bekleyen tiplerden birisini aklınıza getirerek gözünüzde canlandırabilirsiniz. Vardır öyle tipler. Ve, evet, ben de illet olurum onlara.. Nezaketen dinleyen, daha doğrusu sizi onu oraya mahkum etmiş gibi düşündürten, dinlemekten çok vade doldurmak zorunda kalmış intibaı veren, lafınız bitse de özgürlüğüne kavuşsa türünden sizi vicdan triplerine mahkum edenler.. Böyle zamanlarda, bazan pasifist sadistiğim tutar ve acıma duygusuyla birleşir.. lafımı tam ortasında keserim: fırlayıp gitmeği denesin diye.. Ama, yerinden kalkmağa hamle ettiği anda lafın bitmediği, gidemeyeceği dank eder ve acınası bir çaresizlik içinde koltuğa --öncekinden daha da ucuna-- ilişirler.. Bütün muhabbet artık 'piç' olmuştur. Siz lafa devam etmek istemezsiniz, onunsa --aklı zaten başka bir yerde ve gitmekteydi-- dinlese bile artık anlamak imkânı hiç kalmamıştır. Çok can sıkıcı bir açmaza dönüşmüştür. Anlatmak istediğimi gözünüzde canlandırabildiniz mi, bilmiyorum, ama gözünüzde canlandırabildiyseniz içinize bir daral geldiğini tahmin ediyorum. Eğer öyleyse, sizi anlayışla karşıladığımı, bütün empatilerimin sizinle olduğunu bilmenizi isterim. Yok, gözünüzde canlandıramadıysanız, sizin de içinize daral gelmiştir muhakkak --'bütün bunca satırda ne diyor bu ?!' diyerek.. Eğer öyleyse, sizi de anlayışla karşıladığımı, bütün empatilerimin sizinle olduğunu bilmenizi isterim. Neyse. Çok şükür ki, hem anlayanlar hem de gıcık olanlarla empatileşecek bir yere varabildim. Şindi de, bunca vakitsizliğime rağmen, bu yazının başlığına uygun bir şeyler yazmağı deneyeyeyim... Eurovision denen yarışma taslağı hakkında yazmak isteyebilirdim. Aslında istiyorum da. Fakat, müzikten çok fazla anlamam. Bir dinleyici olarak fena sayılmam ama daha fazlası elimden gelmez. Bir dinleyici olarak baktığımda da, yazmak çok anlamlı gelmiyor. Bunca vakitsizlik arasında, vakit ayıracak bir şey değil gibi.. Hakkında konuşmak ziyan yani.. Siyaset filan üzerine de yazılabilirdi bu başlık altında bir şeyler.. Yani, inananların kulağına hoş gelecek kelime ve cümleler kurup aslında alakasız hatta kurduğunuz cümlenin kulağa çalındığı haliyle ters düşecek anlamlar içerebilecek bir şeyler demek.. Mesela, geçenlerde kulağıma çalınan ve Meclis'in giderayak Türkiye'deki bütün camileri Diyanet'e bağlamak konusunda aldığı karar gibi.. Liberalliği ile bildiğimiz iktidarımızın bütün camileri bir devlet kurumuna bağlamak konusunda bu denli hevesli olmasının ne denli ilginç olduğu bir yana; bir devlet kurumu olan Diyanet'e ülkedeki camilerin tamamının bağlanmasının 'devlet dini' yolunda atılabilecek en önemli adımlardan birisi olduğunu vurgulayabilirdim. Ama, vaktim yok; dolayısı ile yapmayacağım. Zaten, zinanın suç olmaktan çıkarılması bu konudaki çok daha önemli örneklerden olması bunu gereksiz kılıyor. Peki, onu yazma --tamamını işlemeğe vaktin yok--, bunu yazma --çok daha ilginç örnekleri-- daha önceden sergilendi.. Ne yazabilirim? Hiç. Yazacak bir şey yok aslında. Yok. Yani, var. Başka hiç bir şey olmasa bile şunu yazmam lazım: Shake it up, shekerim. Yoksa, bu yazı hem hiç anlaşılır olmaz, hem de eksik kalırdı. Mazallah.