Gezdim Urum ile Şamı...
Hayır, kabahat tam olarak benim sayılmaz. Ben, kendi halinde ciddiymiş gibi duran, kimsenin de takmadığı, daha da beteri, eksikliğini hissetmediği mevzualarda, sağda solda lafazan malumatfuruşluklar yaparken, lüzumsuz şeyleri üstüne vazife edenlerden birisi, blog açmamın hayra alamet olacağından filan bahsettiydi..
Ben de, şeytana uyacak değildim ya, uydum bu hayırlara tebdilsever ahbaban-ı meçhulerin aklına açtım bu gördüğünüz sergiyi, maksat memlekete hizmet; fazlası ziyandır diyerek...
Allah için, yazdım bir şeyler.. hem de ciddi ciddi yazdım. Herkesin ciddiye aldığını iddia etmek beni aşar ama, çok da bakan oldu, vallahi; ama, ne kadarını kimlerin anladığı hakkında en ufak bir fikrim ya da şüphem yok. Kimesnenin kalbini açıp içine decoder yerleştirecek imkanım da hiç olmadı, hele de o büyük ikramiyeyi tek sayıyla ıskalayalı beri..
Bir şekilde bunu tespit etmek yolunda inatkar, nasıl yapılacağı konusunda da naçar; dünyada hüzn-ü kuruntuların en büyük amili olan şeye, istatistiklere, blogumun istatistiklerine, başvurmak zorunda kaldım. O kadar çaresizdim.
İstatistikler ise, bana çözümden çok rakkam verdiler; rakkamlar da alarm.
Siteye bakanların sayısıyla, okuyanların sayısı arasında bir ilişki olmadığı gibi, yorum yapanların sayısı da vicdan sahibi her müslümanı hayretten dehşete düşürecek bir seviyedeydi.
Bunu seviyesizlik seviyesindeydi şeklinde demeyişimimi, büyük dedemin manevi şamarına borçluyuz ama, o, apayrı bir meseledir.
Yorum sayısının azlığını dert edişim, popülarite kaybetmek endişemden değil, Hakk saklasın; fakat okuyanların anlamakta zorlanmalarına yol açacak şekilde uzun uzun cümleler halinde meramımı anlatmamın amaca tam da hizmet edemeyebileceği zehabının bende yerleşmesi ihtimalini görür gibi oluşumdandı..
Yıllarca, ardarda dizmek için biriktirdiğim onca kelime, terkip, deyim, atasözü, vecize, graffiti, ve daha bilmem ne bela, sırf, kıymetli ziyaretçilerim, az önceki gibi, 300 harflik monoblok bir cumleyi okumak tembelliği yüzünden bakıcılığa tenzil-i rütbeyi tercih edecek diye, göz göre göre heba olmamalıydı.
Siz de, benim gibi, inanmayacasınız, ama arayan bulur derler, ve evet başka, bambaşka bir sebebi vardı... Yorum girişine izin vermemiş olduğumu farkettim. Tabii, bu keşifte istatistiklerin, her zaman olduğu üzre, sadre şifa bir katkısı yoktu. Tamamını kendi zekamla çözmek zorunda kaldım. Aklımı kullanmama gerek bile yoktu.
Yorumları da, öyle, ardına kadar açmak da, bendeniz kalender rasihe pek uymayacağından, kontrollü bir geçişe karar verdim ve uyguladım. Sonuçlara aradabir bakıyorum ve övünülecek derecede buruk bir memnuniyeti ifade etmem yanlış olmaz bence. Yani, damlamasa da akacaktır bir gün inşallah durumları..
Ben, zaten, bu işten ekmek yemek peşinde filan değildim. O piyango biletinde ıskaladığım büyük ikramiye çıkmış olsaydı, siz benim bir byte'ımı zor bulurdunuz böyle kıymet bilmezler arasında. Ama, kader kadar, kaderle bir olup beni bu gayya kuyusuna iten o meçhul nabekarlar utansın.. Herkesin zamanı kıymetli; utanacaklarsa utansınlar artık yani, demek istiyorum.
Bir yandan bekleyeduralım, bir yandan da diğer rakiplerin neler yaptığını biraz araştırmak filan fena olmaz düşüncesiyle, beni kendilerine dahi yakışmayacak geyik muhabbetlerine mübtela eyleyen ve sırf bu yüzden gün ortası yatacak yerleri olmayan bir kaç dostumun --'dostum' deyişim başka uygun kelime bulamadığındandır, anlayın artık-- blogları üzerinden yerinde tedkik faaliyetlerine yöneldim.
Kulunuz faninin blogistanda ilk sürekli ve anlamdan ari yorumlarını serdettiği vel dahi kendisinin kovulmamışlığını her daim hınçla yadettiği İzlenimler nam semi-somurtuk entel-i jentsiyanın yuvalandığı fikri suç mahalline tipik her kader kurbanı gibi rücu eyledim. Her zamanki gibi, bu kıymeti takdirden fevk mekandan fikir aldım, feyz aldım, bilgi ve enformasyon aldım; ama, ilham nanay.
Ardından başka yerlere de uğradım tabii, ama, zikredersem üzülürler diye, üzülseler de gam yemeyeceklerime geçiyorum heman.
Bunların arasında, Ecemice nam pembemtrak bir yer daha vardı. Hem pembemtrak hem matrak hem protest hem de kıyasa cüret eden olursa bu fakirhaneden misliyle yorum alan bir blog. İncelemeye değerdi. Fakat, hüsn-ü niyetim yanlış anlaşılmış olsa gerek --daha doğrusu anlaşılmış olsa gerek-- ki, ilgili blog sahibi prenses, pembe puanlı kısrağını kaptığı gibi, çifteyi yiyen başta bendeniz olmak üzere, bizlere aldırış etmez görünerek maveranın arkasından kafdağına yollanırken, üstümüze bir de kapıyı kilitlemez mi? Zor bela dışarı çıktık. Şimdi düşünüyorum da, belki de çıkmakla yanlış ettik.
Kronoljik sırayla gelecek olursak, sırada Jazzetta var. Burası semi-sırıtkan izvestiya kaçaklarının mekanı olduğundan, makale ya da yorum sayısını burada ciddiye almanın bir alemi yoktu. Hiç bir zaman da olmamalıdır. Başka blog sahiplerine aşağılık duygusu aşılamak amacıyla kasden ve teammüden öyle yapıldığı gün gibi aşikardı. Dolayısyla, bu blogu değil de müdavimlerini vak'a analizine tabi tutmak en akıllıcasıydı gibi göründü. Öyle göründü ama hata etmişim. Kendi kendimin vak'a analizi çok uğraştırdı beni. Halen de çıkabilmiş değilim işin içinden... Gelecek nesillere de çözecek problem bırakmanın ahde vefa örneği sayılacağını da bildiğimden daha fazla kurcalamak istemedim.
Oradan sonra sıra Siyahi'ye geliyor ama işin aslını ararsanız Siyahi'den hiç bahsetmek istemiyorum. Neresinden bahsetmeyeyim bilmem. Benim açımdan, Jazzetta isminin alenen uydurma olduğu belliydi, o yüzden o konuda tek kelime etmedim; ama, Siyahi'nin ne olduğuna iyice bir bakmadan önce, çok ciddi çelişkilerle dolu olduğunu da hatırlatmak lazım. Birincisi sayfa bembeyaz. Ondan sonra da, blog sahibinde Habeş kökenli saraylılıktan eser yok. Yani, bu bakımlardan arayacak olursanız, otantiklik sıfır. Yok, efendim, öyle değil de, isim benzerliğiyle Fatih Sultan Mehmed dönemlerinde o korkunç ve ilginç resimleri yapmış o sapıktan, Mehmed Kara Kalem'den ilham almış diyecekseniz ona da itiraz etmem, ama, katılacağımı da sanmıyorum. Öyle birisine benzemiyor hiç. İyi çocuktur bence. Gerçi günahını da almayayım, hiç yüzyüze gelmişliğim de yoktur. Yorum sayısı cinsinden hiç de fena değil, ama, biraz da ketçap şişesi gibi.. Bazan pek az, bazan da gümbür gümbür yani. Yanlış ve tutarsız bir okur kitlesine hitap ettiğine kanaat getirdim. Ben okurun o kadar çevik olanından maada, daha tutarlı olanını cezbetmek peşindeyim.
Oradan, acı bir rüzgar, İni'kâs isimli bir yere savurdu beni. Hayır, tenkid etmiyorum ama, insan isim seçerken daha dikkatli davranır da demeden edemiyorum. Nedir o İni'kâs.. yazarken klavyeye takla attırmak, şapka taktırmak yetmiyormuş gibi, bir de anlamı hakkında hiç bir fikrim yok. Hangi aklıbaşında kişi, yeniliş mi yansıma mı ne karın ağrısıdır o anlamlardan birine karşılık gelen bir kelimeyi --ve nereden-- bulur da bloguna isim seçer? Hekesin sular seller gibi bilip konuştuğu öz İngilizcemiz varken, bu yapılanın alenen gericilik olduğunu siz iddia ederseniz ben sesimi kesinlikle çıkartmam. Eski adı 'asmakilit' imiş.. yeni adının 'kara üzüm habbesi' filan olması gerekirdi bence... ama, herkes benim kadar yaratıcı olamıyor, olmak zorunda da değil tabii. Dışarıdan böyle mazbut ve anlaşılmaz görünen bu mekanın içi tam anlamıyla curcuna şenliği.. Yani, ben diyeyim 'yalel' siz deyin 'yeah, baby!'.. öyle bir yer.. İki yazıdan birini hiç anlamıyorum, diğerini de yanlış anlıyorum. Gerçi, aynı şeyi Jazzetta için de söyleyebilirdim, ama, orayı geçtik.
Neyse, bu ismilazımdeğil blogda size 'yaw, dünya ne kadar da zengin, değişik ve acayip fakat zeki yaratıklarla dolu' dedirtip ve tövbeye getirtecek cinsten tiplerle karşılaşacaksınız, sakın şaşırmayın. Beni bir endaze derseniz, orada, kimin ne dediğini ne kim ne de ne anlıyor. Öyle bir yer.
Uzaktan dehşet, yakından felaket.. derken, bir isim zuhur etti: 'oyumben'.. Haydaaa.. hani, tamam, Müzmin Anonim de biraz garip belki ama, artık alıştım. 'oyumben' azıcık ağır geldi. Profiline baktım.. ve.. işte, orada filim koptu..
Arkadaş kısvesi altında, düzinelerce temsili insan.. yani resimleri ya da avatar dedikleri bedenine tanrı girmiş şeyler.. aaa, bir de resim falan sergileyenler var..
Öyle dandik, silik, müphem, muğlak resimlerden bahsetmiyorum, bayaa net ve fotojenik resimler.. Daha da ilginci, kadın haklarının son derece berbat olduğundan dem vura vura birbirimizi baydığımız bu cennet vatanda, millet --yani, taife-i nisa-- boy boy endam endam resimlerini yapıştırı yapıştırıvermiş orta yere..
'Bunlar da ne, yahu bu memleket nereye gidiyor, ne olacak bu Blogcu'ların hali, ne biçim ehl-i Sünnet vel Cemaattir bu' demeğe kalmadı, içlerinden birisi Sharon Stone'nun siparişini almak için başında bekleyen çıtır garson kızdan gözlerinin altındaki kırışıklıkları gizlemek için bulduğu o ziyadesiyle zekice hileyi taklid eder gibi duran bir hanım hanımcık kızımız dikkatimi çekti. Bakalım ne gibi enteresan mantı tarifleri ve kazandibi teknikleri bulacağım diye tıkladığım zaman çok ciddi bir hayal kırıklığına uğradığımı söylemem lazım. Yaşına başına bakmadan, bu hanım hanımcık kızımız benim burada yılların unufak ettiği birikim ile yapmağa çalıştıklarımı yapıyor. Yani, ben uğraşıyorum, o yapıyor. Şimdi, ben linkini vermiş olabilirim, ama, bu illa sizin de gidip bakmanızı gerektirmiyordur. Hele, beyler; genç ve bekar beyler.. hazır şeker, pardon Ramazan bayramı da yaklaşıyor, gümüş tepsiyi de bir yerlerden uydururuz deyip çikolata tedariğine başlamadan önce dikkatli olun, iyi düşünün derim. Güzelliğine bir diyecek yok, ama, birincisi, niçin Sharon Stone gibi gözlerini çekik yapmış onu bir araştırın derim. Bunu da sadece IQ'su 160 ya da daha yukarı olanların yapmasını öneririm --sizin bu öneriye ihtiyacınız olmadığını da biliyorum, ben diğerlerini caydırmağa çalışıyorum; anlayın artık--, haspam, pardon, hanım kızımız çok da zeki duruyor. Sonra demedi demeyin; ilk karşılaşmada tırsarsınız, karışmam. Hayırlı bir sonuçla bağlanırsa mesele, o zaman o şanslı itoğluitin de bana mantı tarifleri ve kazandibi teknikleri bulacağım bir blog açmak borcu olacak ona göre... Ha, aklımdayken, sitenin ismi de 'Benim Seçtiklerim'.. yani pek de şansınız yok çocuklar..
Oradan, rastegele hatun kişi, ya Allah bismillah deyip başka bir fıstık zenneyi tıkladım. Blog ismi 'ezo_ez' ya da 'tanterosa'.. hangisini tercih etmek gerektiğine karar veremedim. Pek de manalı olan resmin dışında tenha sayılır gerçi ama, zaten tanıtımda 'aklın varsa çocukluğunu cebine koy ve kaç!!!' yazıyor.. Kaçamadım, çünkü cebim delikken düsürerek çocukluğumu kaybedeli çok zaman olmuştu, ama durup anlatacak kadar da vaktim yoktu. Uzaklaştım mecburen.
Aynı duayla, bu sefer de 'Açelya'nın Günlüğü'ne geldik.. Blog'un subdomain ismi 'AcelyaXXX' olunca insan şaşırıyor ama ahlake mugayyir bir şey yok. Bir vesikalıktan, hoş bir MonaLisa duruşlu bir hatun kisi size bakıyor.. Gülümsüyor olduğuna zor şer karar verdim, ama, emin değilim. Sitede 'Tecavüzcü Coşkun ve Nuri Alço' konusunda ilginç bir sosyopatolokriminolojik analiz ve hemen yanıbaşında da hanım kızımızın artık şüpheye mahal bırakmayan gülümsemeli bir resmi var. Hem güzel hem de akıllı bir kız. Daha da akıllandığında fotoğraflarını her yere asmayacağına eminim.
Oradan ayrıldık, blogun tanıtım isminin bir paragraf halinde ifade edildiği 'Sen artık; seni gördüğümde, kalbimin ufacık bir ürpertiye bile teslim olmasını sağlayamacak kadar bitmişsin...' bloguna geldik. Bu isimde nedense insanda repulsive bir cazibe uyandıran bir şeyler var.. Neyse. Peçeli olsa gerek ki, gözleri konuşuyor hamfendinin ve o gözlerin ne dediği --biz zorlanmayalım diye, sağolsun-- hemem o bir çift gözün altında yazıyor: 'Bu gözler neler anlatıyoo ah bi bilsenn...' okudum ama anlamadım. Vaktim de dar olduğu için, başka bahara diyerek, yola serdim..
Oradan, hızla, 'sade-yasam' isimli bloga avdet ettim ve 'aha, işte, tipik moderen Turkish kadın' dedim. Hamfendinin yazdıklarının tamamını okuyamadım. O kadarı benim için fazla olurdu. Ama, eminim güzel şeyler yazıyordur. Oldukça hamarat bir Turkish kadın olduğunu sanıyorum, çünkü, 'Diğer Bloglarım' dediği yerin altında tam 59 adet blog ismi saydım. Bu bir rekor değilse eminim saçmalıktır ama bu konuda bir şey demek bana düşmez tabii ki. Vesikalık? Tabii ki mevcut, ve özellikle dudaklarının sınırlarını belirleyen çizgiler pek de hoş durmus. İkinci bir estetikle alınması halinde daha da bir hoş olacağını iddia edenler de olabilir tabii. Fakat, azıcık daha sabreder sayfanın aşağılarında beklerseniz, 'dağlar kızı Reyhan' fotoromanının çekimlerini hatırlatır ve başrolde de hamfendiyi bulacağınız bir dizi fotoğraf da önünüzden geçecek.. İlginç.. başka ne diyebilirim ki.. Ha, yazılar? Dağınık saç modasının asıl ve eski uygulayıcılarından birisi olduğunu filan sölüyordu galiba..
Oradan hoop başka bir yere.. ve aniden kendimi ruh hastası gibi hissedecektim, çünkü blog 'PİSİ PİSİ / Psikolojik Danışma Günlüğü' ismini taşıyordur, fakat hiç de öyle olmadı. Beni evlatlığa kabul etse, anneliğe dünden kabul edeceğim kadar şefkatli ve içten bir tebessümle bakan 'yasemin ateş benli' hanımefendiyle karşılaştım. Yaşı konusunda kararsız olduğu ortada çünkü bir satırda 30 diğer bir satırda 31 yazıyor ve niçin yazmak ihtiyacı duyduğunu da bilmiyorum ama olsun, adresini yazmamış hiç olmazsa. Blogun içeriğinde çok şükür psikoloji filanla ilgili bir şeye rastlamadım, dolayısıyla ruh sağlığımın eski haliyle ayrıldım oradan.
Oradan da al beni.. dur valla onu kasdetmedim.. 'Ayça'nın -çe hali....' isimli bloga. Valla, resimde görüldüğünden çok daha normal şeyler yazıyor bu hanım kızımız. Ben şahidim.
Gözünüz eğer 'hayat' isimli 'BabasininBarbiesi' blogundaki resme takılırsa, onun sırf resim seçmek açısından bir talihsizlik olduğunu düsündüğümü söylemem lazım. Sitenin içeriğinin soft-porno ile alakası yok, bilakis faydalı bilgiler de içeriyor.
Buradan, dikkatinizi çekmemesi çok da mümkün olmayan 'Bakımlı Kadının Sayfası'na giderseniz size kendini 'Merhabalar... Ben Nehir, 35 yaşındayım ve evliyim..' diye tanıtan bir hanımefendiyle karşılaşıyorsunuz. Bunu deniş olması iyi oldu, demek ki diğerleri kesin bekar ya da dul.. Ve, blog tabii ki, 'Bakımlı Kadın' hakkında. Açıklama kısmında ayrıca şunlar da yazıyordu: 'Kadın, güzellik, sağlık, moda, bakım, egzersiz, diyet, Kişisel gelişim vs. bir kadını ilgilendirebilecek herşeyi BİRARADA ve BURADA bulabilirsiniz..Zaman içersinde internet üzerinden topladığım tüm güzellik ile ilgili bilgilerimi bu sayfa üzerinden bakımına ve kişisel gelişimine benim gibi önem veren bayanlarla (belkide baylarla da) paylaşmak istedim...' fakat ben yine de bir şey anlamadım. 'Bakımlı Kadın' dendiğinde ben hep yanlış anlarım çünkü.. hani, arabaya bakım yaptırmış iseniz araba 'bakımlı araba' olur; ama, araba hem kendi kendine bu 'bakım' kararını veremez hem de bunun maddi külfetini karşılayamaz. Böyle bakınca, 'Bakımlı Kadın' ile 'kendine itina gösteren kadın' arasında anlam farkı vardır sanırım. Yanılıyor olabilirim tabii ki..
Buradan da hızla ayrıldım. Sırada ismi 'kleopatra81' olan bir blog varmış.. Bir öğretmen. Daha 25'lerinde.. Keşke asker künyesi gibi bir isim seçmemiş olsaydıdan öteye eleştirecek çok şey bulamadım. Tamam, iltimas geçiyor olabilirim: Benim de lise yıllarımda 'kleopatra81' hanım kadar güzel bir hocam olmuştu ve sınıfın neredeyse tamamı gibi ben de ona platonik aşık olmuştum. İngilizce hocamızdı, ve sayesinde ingilizceyi de sevdim ve bakın ne hale geldim. Ama, bunda onun kabahati yoktu. Walla. 'kleopatra81' hanım hocamın da sitesinde pek de denk düşmüş bir şarkı ve sözlerini bulacaksınız: 'Çok aşığın var diyorlar'.. Eminim o, onu, başka birisi için söylüyordur, ama, benim çocuksu muzipliğim de onun öğrencilerinin bu şarkıyı seve seve söylediklerini bana söylüyor. Ama, kimsenin günahını da almayayım. Duru ve derin bir güzelliği var. Dünya ahret hocam, şey, bacım olsun. 'Çok aşığın var diyorlar'ı da hocanımdan kopya çekip apardım. Affedin hocam :)
En sonunda da Berrin Sulari'nin bloguna vardım. Samimi olmak gerekirse, gezdiğim bloglar içinde sadece Berrin hanımın resim yerleştirmesini yadırgamadım; çünkü o bir ses sanatçısı olmak iddiasında. Davud Sulari onun dedesi imiş. Davud Sulari benim çok sevdiğim bir ses ve sanatçı idi. Onun torunu olmak belki de bir talihsizlik.. dinleyen, dedesine yakın bir yerlerde olmasını bekliyor çünkü. Fakat, ister öyle olsun, isterse de bağımsız bakayım, ben Berrin hanımın yerinde olsam amatör kalmağı tercih ederdim.
Neyse.. uzuun bir seyahat oldu..
Peki, ne öğrendim?..
İlk öğrendiğim şey, ben bu blog işini hiç öğrenemeyeceğim.
Ondan sonra?
Valla, gördüğüm kadarıyla, bizim millet Internet denen şeyi sadece dürüst ve samimi insanların kullandığını sanıyor..
Az daha rahat hissetseler iç çamaşırlarıyla çekilmiş resimlerini de yayınlayacaklar..
Ama, ona hiç gerek yok, koskoca sepetten bir adet sapık çıkacak ve birilerini pişman edecek..
Keşke bu kötü ihtimali onlara birisi söylese de resim-mesim gibi şeyleri böyle kamusal erişime açmasalar..
Ama, millet özgür ve reşit. Ve, ben akıl vermek için kimim ki..
Çok aklım olsa, orada burada blog nasıl tutulurmuş diye sürtmez, ve bu kadar da uzun bir yazı da yazmazdım.