Ben, kazak. Ve, dört kadın.

Yıllar önceydi. Yaz tatillerinde, yılbaşılarda vs memlekete döndüğümde, aradabir arkadaşlarla buluşur bir yerlere giderdik.

Gidebileceğimiz yerler de o kadar fazla değildi aslında. Sigara dumanı ile karışık çay buharlı atmosferleri yüzünden, kahve/kahvehane türünden yerleri sevmezdik; bar/meyhane türünden mekanlar da ya çok gürültülü olurdu, ya da çok sıkış-tıkış; restaurant/lokata gibi yerlerde de öyle uzun boylu oturup sohbet etmek mümkün olmazdı.

Geriye, kala kala, klüpler/lokaller filan gibi mekânlar kalıyordu. Bu yerlerin sorunu da, hele o zamanlar, sohbetten maâdâ, kumara mekânları oluşuydu.

Bütün bunlardan dolayı, beş yıldızlı otellerin lobilerini tercih eder olmuştuk çoğunlukla.

Beş yıldızlı otellerin lobileri idealdi. Siz özellikle çağırıp bir şeyler ısmarlamazsanız, kimse gelip size burada ne arıyorsunuz filan demezdi. Galiba, hele de uygun bir şeyler giymişseniz, sizi otel müşterisi sandıklarındandı bu.

Bu önyargı, anlaşılan, karşılıklıydı. Normal ahali de, bu otellerin ya çok aşırı pahalı olduğunu düşünür; ya da içeriye girenleri ciddi bir elemeden geçirdiklerini sanar; bu yüzden de bu otellere pek de giden olmazdı. Böylece, lobileri her zaman olağanüstü tenha ve sessiz olurdu.

Hatta, o kadar ki; bir defasında ikinci kuşaktan bir kuzenimle birlikte Harbiye'ye bir iş için yolumuz düştüğünde, (Anadolu'nun küçük bir kasabasında doğmuş büyümüş ve İstanbul'a sadece alış-veriş için aradabir gelen) bu kuzenim sıkışmış ve bana etrafta bir cami filan olup olmadığını sormuştu. Orada öyle bir şeyin olmadığını söylediğimde de hayli telaşlanmıştı. Durumu acildi.

Hemen yakındaki Hilton'a gitmeği önerdiğimde, telaşı büsbütün artmıştı: Sanki, Bulgaristan'a iltica etmeği önermişim gibi..

Onu teskin/ikna etmek için çok uğraşmam gerekmemişti --o kadar acildi.

Fakat, ancak, Hilton'a girerken nasıl davranması gerektiği konusunda kısa bir kurstan sonra: Başını dik tut. Etrafa umursamaz gözlerle bak. Görevlilere bakma, bakarsan da tepeden bak ki seni müşteri filan sansınlar. Benim yanımda yürü, havadan sudan sohbet edelim..

Sanki banka soymağa gidiyoruz..

Sonunda başardık.. Hilton'un efsanevi (!) tuvaletine gitmekle kalmadık; çıkış yolunda, benim ısrarımla, lobide oturup bir şeyler de içtik...

Aradan onca sene geçmiş olmasına rağmen, ne zaman karşılaşsak, bu gazamızı anlatır..

Neyse; konumuza dönelim:

İşte; yine böyle bir gün; içimizde arabası olan tek arkadaşımızın ve ona getirip hediye ettiğim 'kolon'ların (hoparörlerin) sayesinde cıstak cıstak diye cüml'aleme 'hava' (!) ata ata, geldik Hilton'un lobisine.

Oturduk sohbet ediyoruz. Sohbet dediğimiz şey de, işten güçten ve siyasetten konuşmak.. karı-kız muhabbeti yok; sansür olduğundan değil tabii, ama huyumuz değil pek öyle kişiye özel şeylerden bahsetmek..

Yerde, diz hizasında sehpamsı masamtrak bir şey ve etrafında karşılıklı iki koltukta oturan dört arkadaşız. Hepimizin erkek olduğunu söylemeğe gerek yok herhalde.

'Cin tonik' içenimiz de var, viski içenimiz de, çay kahve içenimiz de..

Aşağı yukarı yarım saatli oturmayız ki, yanımdaki koltukta oturan arkadaşım hafifçe bana doğru eğilerek usulca iledeki masamtrak şeyin etrafında oturan kadınlardan birisinin bana baktığını fısıldadı.

Ben de, bana baktığını nereden çıkardığını, belki de kendisine baktığını söyledim; ama o öyle olmadığını ısrar etti. Nasıl yapmışsa, test etmiş. Bana bakılıyormuş...

Başımı kaldırdım, kaçamak bir göz attım. Sekiz-on metre ötede, orada da dört kişi (kadın) oturuyordu. Arkası bana dönük ikisini tabii ki göremedim, ama gördüğüm ikisi otuzlarının ortalarında filan, eli yüzü düzgün denecek türden kadınlardı..

O tür otellerde rastlanabilecek cinsten fahişelere filan da benzemiyorlardı giyim kuşamlarından. Tarz ve davranışları da son derece normal, hatta muhafazakar bile sayılırdılar. Aramızda da, en az, 10-12 yaş farkı olmalıydı.

Döndüm yanımdaki arkadaşıma, "hadi canım sen de; garson filan bakınırken sen öyle sanmışsın" türünden bir fırça fısıldadım.

Ama, o ısrar etti. Ben ise böyle bir ihtimalden dahi rahatsız olmuştum.

Öyle ya, bir kadın tarafından taciz ediliyor olduğum anlamına gelecekti bu!

Erkek adamın karizmasını çizerdi böyle bir muameleye tabi olmak!

Şaka bir yana; böyle şeyler benim huyum değil, bana ters gelir. Öyle olmadık yerlerde birilerinin ilgisini öekmiş olmak ihtimali bile beni rahatsız eder. Zaten, aramızda makul sayılmayacak bir yaş farkı da var ki, hiç bir şekilde olacak şey değil.

Fakat; her ne kadar inanmasam ve rahatsız olsam da; "acaba haklı mıdır?" diyerek, aradabir göz ucuyla kontrol de etmedim değil.

Evet. Bakıyordu. Ve, ısrarla bakıyordu.

O da yetmemiş, yanındakine de beni göstermiş, onu da baktırmıştı.

O da yetmezmiş gibi, biraz sonra, bana sırtı dönük olan diğer arkadaşlarının da dönüp bakmasını sağlamıştı.

İnanılmaz rahatsız edici bir durum!!

Acaba bir yerden tanıdık birileri miydiler?

Yok. Hiç birisini gözüm hiç bir yerden ısırmıyordu.

Ben de, artık ne kadarsa, çaktırmadan arkama dönüp baktım: Olmaya ki, arkamda onların tanıdıkları birisi vardır...

Arkamızda kimseler yoktu.

La havle..

Bizim grup hep bir ağızdan "hadi hadi iyisin!"ler fısıldıyorlar, benim tepem de daha da atıyor..

Bu sırada, kadınlardan birisi yerinden kalktı; bize doğru geldi.. yanıbaşımda durur gibi yavaşlayarak geçti gitti..

Tuvalete filan gitti dedik.

Döndü; yine yanıbaşımızda durur gibi yaptıktan sonra, masasına gitti.

Ardından, kısa fasılarla, diğer üçü de neredeyse aynı şekilde dururcasına yavaşlayarak geçti ve geri döndüler..

Bizimkilerin hepsi de, ittifakla beni süzdükleri iddiasındalar..

Tövbe tövbe..

Ben bir tek kadının tacizinden rahatsız olmuşken, şimdi dört tane oldular..

Ne yapabileceğimi düşünüyorum..

Yok. Gidip sormak olmaz.

Kalkıp gidelim dedim, bizimkiler kabul etmedi...

Ben böyle düşünürken, onlar garsonu çağırdı ve hesabı ödeyip kalktılar.

Ve, yine aynı şey.. Dördü birden, yanıbaşımda dururcasına yavaşlayarak geçip gittiler...

Ben bir oh çektim, bizimkiler ise hala daha aynı havadalar.. böyle bir fırsatı nasıl kaçırırsın diye hem kızgınlar hem de makaraya alıyorlar..

Ben ise, dedim ya, karizmayı hem çizdirmiş hem de çizdirmemiş olduğum için bir tür memnun; böyle garip bir şeyle muhatap olmuş olmaktan dolayı da hem kızgın hem de afallamışım..

Neyse..

Bir saat kadar sonra da biz kalktık.

Beni eve bıraktılar.

Üstümü başımı değiştirirken birden ne farkedeyim??..

O gün annemin kendi elleriyle ördüğü özel bir kazak giyimişim meğer..

Özelliği de şu: Parça parça değil, bilmemkaç tane şiş ile bir defa örülen, dikişsiz bir kazak.. Örerken ben de hesaplamalarda yardımcı olmuştum. Günler sürmüştü. Zor bir işti.

O anda dank etti.

Elimi alnıma nasıl da şiddetle şaklattığımı bir ben bilirim.

Meğer bu kadınların derdi ben değilmişim...

Giydiğim kazağımmış..

Anlaşılan örgüye meraklıydılar ve bu kazağın özel bir şey olduğunu farketmişler; ve yanımdan gelip geçip kazağı süzmüş, incelemişler!

Onlara ne kadar ne saydırdığımı buraya yazamam!

Medeniyetsiz şeyler!

Garsona söyleselerdi, çıkarıp onlara gönderirdim; istedikleri kadar incelerlerdi.

O günden sonra bir daha o kazağı kamusal ortamda giymedim!