Nisyânın ahlâkı
Nuray Mert benim takdir ettiğim fikir sahipleri arasındadır. Ama, o da insan ve tapılacak mertebede değil. Bunu ispatlamak için olsa gerek, aşağıdaki yazıyı Radikal'de yazmış.. İlgilenenler yazının orjinalini oradan okuyabilirler; yazının başlığı "İsyanın ahlakı"...
Normal olarak makalelerin arasına değil de ya başlarına ya da sonlarına yorum yazarım. Bu seferki biraz daha sohbet havasında olsun diye, Nuray hanımın yazısının içine not düşmek istedim.
Filistin'in, Lübnan'ın ve hatta tüm dünyanın içinde bulunduğu durum insanı isyan ettiriyor, ama isyanın da ahlakı, edebi olmalı, yoksa neye isyan ediyoruz? İsrail'in Filistin ve Lübnan'da yaptıklarına karşı çıkmak için işin içine Hitler'i, soykırımı katmak neyin nesi?
Nesi olacak? Müslümanlar, ya da müslümanların yaşadığı memlekette yaşayanlar ya da benzerleri, Yahudilerin bugünkü güçlerini, Yahudilerin yapageldikleri, Hitler-bazlı propogandadan aldıklarını; ve, lafın içinde soykırım olunca sihirli bir gücün imdada geleceğini sanıyorlar da ondan..
Halbuki, bu Hitler-bazlı propogandanın yürütücüsü, ya da kaynağı Yahudiler değil. Kökeninde ABD'nin İkinci Dünya Savaşı sonrası siyaseti vardır ve özünde de başta Almanya olmak üzere kıta Avrupasının terbiye edilmesi vardır. Daha doğrusu, ABD'nin kendi yaptıklarını hoş gösterebilmesi için hiç kimsenin muhalefet edememesi gerekiyordu. Soykırım iyi bir kılıf olmuştur.
Bu nasıl isyan, nasıl insanlık, nasıl Müslümanlık?
Son derece anlaşılır bir güya isyan, ve aynı derecede de bilindik bir güya Müslümanlık...
Eller buna 'lip service' diyorlar, yani 'dudak ucuyla vaaz', ya da 'dostlar alışverişte görsün'cülük.. Yani, oturduğu yerden usulca tezahürat yapmak, ama, ne ayağa kalkmak, ne de ne zaman ayağa kalkacağı hakkında fikri olmak..
Son olaylar üzerine İslamcı veya sağ basında çıkan bazı yazıları bu açıdan son derece rahatsız edici buluyorum.
Ben 'rahatsız edici'den öteye, riyakar buluyorum. Amacı galeyana bile getirmek değil, söylemiş olmak sadece..
Bakın size iki örnek vereyim; 1 Ağustos tarihli Vakit gazetesi yazarı Hasan Karakaya'nın yazısının başlığı, 'Değil Hitler, kudurmuş itler yapmaz bu vahşeti'. 1 Ağustos tarihli Bugün gazetesinde Nuh Gönültaş imzalı yazı 'Artık Yahudilerin soykırım iddialarına karşı delillerimiz var!' başlığını taşıyor.
'Yahudi Soykırımı'nın ne kadarının soykırım ne kadarının da propoganda olduğunu hiç bir zaman tarafsız tartışamadı ki dünya. Dolayısı ile, bunun otomatik olarak gerçek olduğunu kabul edecek kişilerin arasında Nuray Mert'i bulmak beni şaşırtmalıydı.
Akıl, vicdan nasıl böyle kısa devre yapar anlamak mümkün değil, ama hep yapıyor, İsrail'e karşı öfke, Filistin davasına destek, bir şekilde soykırım inkârına varıyor.
Ya inkâr değilse?..
Neden bir milletin uğradığı zulum, tarihin bir başka büyük zulmünü inkâra varsın?
O ayrı. İkisi de zulumdür. Bunda tartışılacak bir şey yok.
Ama, bunlardan birisi bir 'insanlık suçu' olarak takdis edilirken, diğerinin yalap-şap bir 'savaş suçu' addedilmesi adaletsizliktir bence.
İkisi de zulumdür.
Buradan nereye varacağız? Gönültaş, "Gördüğümüz ile Hitler'i kıyaslama imkânımız olmasa da gördüğümüzün daha şiddetli olduğunu düşünmememiz için bir sebep yok" demiş, bu nasıl bir akıldır? Sadece üç yaşında çocuk zekâsı sadece gördüğünü algılar, insanı insan yapan temel özelliklerden biri hafızasıdır.
Evet, ama, bu hafızanın ne kadarı yapay doldurulmuş hafızadır? Bunu hiç bir zaman öğrenemedik.
Yahudi Soykırımının olmadığını söyleyenler geçmişte de oldu; ama, bunları ya cadı avıyla yakalayıp temsili çarmıhlara gerdiler, ya da tükürük hokkasında boğdular.
'Söyletmen urun!' taktiğinin kullanıldığı her yer bana şüpheli geliyor. Nuray hanıma gelmiyor anlaşılan.
Yine aynı mantıkla devam etmiş, "Madem yakın olan büyük olandır, o halde İsrail, Hitler'den daha büyük bir zalimdir." Neden zalimlerin büyüklüğü kıyaslamasına giriyoruz, nereye varacağız buradan Hitler'i aklamaya mı, Yahudilerin başlarına gelenleri hak ettiğine mi? Bir Müslüman'ın zulum tasavvuru bu mudur, bu olabilir mi?
Evet, öyle bakmak yanlış.
İsrail'in kuruşulu ve Filistin meselesinin başlangıcında, Yahudi soykırımının büyük rölü oldu. Daha sonra, Yahudi soykırımı İsrail devletinin kurucu ideolojisinin temeline yerleşti, İsrail devletinin ve politiklarını meşrulaştırmak yönünde fazlasıyla kullanıldı. Ama durum bu diye, çareyi soykırımı reddetmekte, Hitler'e haklılık çıkarmakta görmek kadar zavallı ve insanlık dışı bir tavır olabilir mi?
Hayır, ama, öte yandan da 'soykırım' iddiaları arkasına gizlenip, her türlü muhalefeti susturmaları da sözkonusu oluyor.
Herşeyin bir kefareti var ve ödenir.
Olup olmadığı, olduysa da ölçeğinin ne olduğu bir türlü açıklığa kavuşmamış bu 'soykırım'ın da artık kefaretini çoktan ödenmiş sayabiliriz.
Daha da ötesi, hiç bir dahli olmayanlarca ödenmiştir..
Bedelinin, kefaretinin, ödendiğini kabul ederek artık Yahudilere ve özellikle İsrail'e daha fazla avans vermenin bir anlamı olmasa gerek.
19. yüzyıldan itibaren Batı'da yükselen antisemitizmin faturası Ortadoğu'ya yüklendi, Hitler'in soykırımından önce Rusya'da 1881 katliamları (pogrom), dahası Hitler'in yükselişini hazırlayan antisemitizm dalgası vardı. Batı, İsrail'e koşulsuz destek vererek bu utancından sıyrılma yolunu tuttu.
Birilerine rağm edilerek başka birilerinin gerdeğe girmesini tarif ediyoruz burada...
Ne kadar acı çekmiş olursa olsun, hiç kimsenin başkalarına tecavüz etmeğe hakkı yoktur.
Yani, acı çekmiş olanın (ya da böyle bir iddiası olanın) yoldan geçenlerin alenen ırzına geçmek hakkı yoktur.
Fakat, Yahudiler ve özellikle de İsrail böyle bir hak iddiasında. Öyle görünüyor. Öyle davranıyorlar.
Sonuçta, Ortadoğu'ya yüklenen fatura kabardıkça kabardı, sorun büyüdükçe büyüdü.
Faturayı daha da kabartan, faturanın doğrudan doğruya nemasını yüyenler (beneficiaries) olmasa o kadar gam değil, yani olmazdı belki.
Fakat, en az zulum gördükleri coğrafyadaki masum insanlara, en çok zulum gördükleri coğrayada kendilerinin yaşadıklarını tatbik ettikleri zaman işler karışıyor.
Adalet duygusu dediğimiz şey tek taraflı olmaz --uzun süreli olmaz-- ve sonunda 'never again' diyerek ikrahla andıkları şeyler adalet ve mukadderat olarak gerçekleşir.
Tarihi hesaplaşma yapacaksak işe buradan başlamak lazım, insanlık ayıbı olan antisemitizme savrularak değil.
Hem Semitizm hem de anti-Semitizm Yahudilerin problemidir. Biri bir diğerini besler ve besliyor da. Bu anlaşılır bir şeydir.
Problem sahibi olmaları imtiyaz sahibi olacakları anlamına da gelmez. Problemi çözmek için yardımcı olmanın önşartları da olmalıdır. Bu önşartlardan başında da kendilerinin problem olmakta ısrarcı olMAmalardır.
O yüzden, bu konuyla çook uzaktan ve beeelki alakası olan Semitizmin de anti-Semitizmin de lafın arasında bahsedilmesi dahi konuyu dağıtmaktır bence. Dünyanın en önde gelen derdi, bilâ kayd ü şart, Yahudilerin rahatını sağlamak değil.
Zaten, Müslüman dünya ve genelde İsrail politiklarına karşı çıkan herkes, bu köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyor. Bu ortamda, daha acısı birilerinin aklının daha çok buna yatması, bu köşeye doğru hızla koşmaları.
Bu ihtimale, ya da böyle bir arzunun --hatta, yöneltme gayretlerinin-- varlığına katılıyorum. Ama, sırf bu yapılmayacak diye de aklımızı dumura uğratmamalıyız.
Ama aslolan tabii, sadece politik bir hataya düşmemek değil, bir insanlık hatası yapmamak, zor zamanda insan kalabilmeyi başarmak.
İnsan kalabilmek iyi bir şey. Ama, önce kalabilmek gerekiyor. Bunu yapmanın en iyi yolu da sürekli birbirimize 'aman, efendilik bizde kalsın' demek değil herhalde.
Biraz da, yeteri kadar insanlığımızı bir yanda muhafaza ederken, nush ile uslanmayanın nasıl tekdir edileceğini, tekdir yeterli olmazsa sonraki adımların nasıl olması gerektiğini konuşmakta fayda var bence.
Eskilerin bir lafı vardı, aklıma geliyor: Zengine zulum, fakire cereme..
İsrail'in en kuvvetli tarafı, aynı zamanda da en zayıf tarafıdır: Dünyanın dört bir tarafında yaşayan Yahudiler.. Bu dünya diasporasının huzurunun biraz bozulması demek İsrail'in huzurunun hepten kalkması demektir.
Suçsuz insanların alenen katledilmesi sözkonusu olduğunda suçun şahsiliğinden pek bahsedemeyiz. O suçlardan dolaylı ya da doğrudan çıkarları olanlar da suç ortağı addedilir.
Türkiye'de de yeteri kadar iyi temsil edilen dünya Yahudi diasporasının bunu mutlaka göz önüne alması, ya da sonunda göze alması gerekiyor.
Böyle bir dönemde, bunları yazmamın bana nasıl bir maliyeti olabileceğini tahmin edebiliyorum. Bu kadar hassas bir konuda, bunları söyleyen birinin İsrail'e gizli destek vermekle itham edileceğini, dahası soyunda sopunda Yahudilik aranacağını tahmin edebiliyorum.
Hayır. Ben Nuray Mert'in bu yazısı yüzünden böyle değerlendirilMEmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu yazısı, yerli yerine pek oturmamış, acemice ve yalap-şap yazılmış bir muhalefet yazısı denemesiydi bence. Kabahat kasıt cinsinden değil, beceriksizlik üzerinden aranmalıdır.
Daha önce de yazdım, bu konulardaki 'aykırı' sayılan görüşlerimden dolayı, hakkımda tuhaf söylentiler çıktı. Okuduğum liseyi, adımı kurcalayıp sonuçlara varanlar oldu. Umurumda değil, akılımı, vicdanımı ve inancımı bu tür vehimlerle ipotek altına aldırtmam, herkese de aynı şeyi tavsiye ederim.
Okuduğu lise, yazdığı köşe, şu, bu... Beni ilgilendirmiyor.
İçeriği önemli. İçerik..
İçerik, sırf aykırı olmak adına, böyle beceriksizce hebâ edilmemeliydi.