Kerkük, Otranto, Nemse...

Yakınlarda, içimizde yeniden doğmakta olan bir Kerkük aşkı müşahade ediyorum. Kerkük'ü sevmeğe hiç bir diyeceğim yok; hatta daha da ileri gidip, bir çok 'neo-Kerkük-sevdalısı'ndan daha fazla Kerkük'ü sevdiğimi de iddia edebilirim.

Ama 'sevmek', ya da 'sevdalısı olmak' başka bir şey; 'benim olsun' demenin gerekçelerini sıralamak ve bunları anlamlı kılmak bambaşka şeyler...

Bugün adına daha bir netlikle 'Türk' dediğimiz insanların geçmişte fethettiği yerleri tekrar ihya etmek gibi bir planımız varsa, ve bunu da ilk-giren prensibi ile yapacaksak, sırada Kerkük'ten önce çok yer var.

Orta Asya, mesela, ilk sırada olmalıdır..

Yok, konuyu Osmanlı Devleti (İmparatorluğu) ile kısıtlı tutacaksak, ve yine en eskisinden başlayacaksak, Balkanlar ilk sıralarda olmalı.

Ardından da, madem egzotik şeylere kafa yoruyoruz, ilk aklıma gelen Fatih Sultan Mehmed zamanında (1480 idi galiba) fethedilen ve kısa zaman için Osmanlı hakimiyetinde kalan, İtalya'daki Otranto Kalesi ve şehir geliyor.

İtalya'daki Otranto'yu almak hiç de fena olmazdı; böylece AB'ye girişimiz konusunda ikidebir oyunbozanlık eden Avrupalı 'geriatric'lerin iki dudağı arasında kalmazdı.

Hmm... hiç de fena bir fikir değil gibi.. Bu konuya daha fazla zaman ayırmam lazım.. ;)

Nitekim, tarihlere bakarsak, Kerkük, Osmanlı'nın eline kalıcı olarak taa 1534'de geçmiş.

Yavuz Sultan Selim'in bölgenin fethi için görevlendirdiği Bıyıklı Mehmed Paşa Mayıs 1516'da Mardin Koçhisarı yakınlarında Safevileri yenilgiye uğratıp Kerkük de dahil Mardin, Musul, Hısn-ı Keyf ve Rakka gibi yerleri alarak bölgede Osmanlı hakimiyetini sağladı. Fakat bölge üzerindeki Osmanlı-İran mücadelesi sırasında sık sık el değiştiren şehir, Kanuni Sultan Süleyman'ın 1534 tarihinde düzenlediği Irakeyn Seferi'nin ardından tam olarak Osmanlı idaresine girdi.

Buradan bakınca, Kerkük'ten önce halletmemiz gereken başka bir şey daha var: Nemse (ya da Nemçe) illeri.. yani, Avusturya ya da daha doğrusu Viyana..

Evet, bu nalet şehri, ilki (1529'da) Kanuni Sultan Süleyman kumandasında, ikincisi ise (1683'te) Merzifonlu Kara Mustafa kumandasında kuşattık ama bir türlü ele geçiremedik...

Hatta, bu konuda, Hasan Mutlucan'ın o Davudî sesiyle okuduğu bir de kahramanlık türküsü vardır ki, kulaklarınızda çınlamağa başladığı anda ecdad hatırına küheylana atlayıp sefere çıkasınız gelir:

Kırımdan gelirim adım Sinandır Kılıncımın suyu kandır dumandır Gizlenme Nemçelü halin yamandır

[meraklısına not: Buradaki 'kırım' Kırım şehri değil; 'savaş' demektir.]

Görüldüğü üzere, içimizde kanayan yaralar az değil.. Hem de, henüz Sakarya'ya hitaben, 'Nerede kardeşlerin; Yeşil Nil, mavi Tuna?'yı da saymış bile değilim..

Buradan şuraya gelmek istiyorum: Eğer amacımız kumda oynayan neo-Osmanlıcılık ise, Kerkük'ten önce daha çoook yer var.

Yok. Eğer mesele Misak-ı Milli (İstiklal Savaşı öncesi ve sıralarında varılmış olan 'Ulusal Yemin') kapsamında değerlendirilecek ise, o zaman Kerkük tabii ki önemlidir.

Önemlidir ama aradan hayli zaman da geçti. Neredeyse yüz sene..

Ve, unutmakla kıyaslarsak, yüz sene sonra aniden hatırlamak hiç hatırlaMAmaktan iyidir, de, hem hatırlayanlar yadırganır, hem de bunca yıldan sonra aniden hatırlananlar irkilebilir.

Ben, naçizane, Kerkük'ü böyle apansız hatırlamanın sebebini Misak-ı Milli'ye bağlamak taraftarı değilim. Korkarım böyle bir şeyi hiç kimse, biz dahi, inandırıcı bulmaz. Ve, bunu da oradaki Türkmenler için yapıyor olmak çok yanlış anlaşılır.

Kerkük'ü sırf Türk(men)ler hatırına almak --ya da öyle bir görüntü vermek-- bizim bir problemi çözmemiz değil; bilakis, yeni ve daha büyük problemler yaratmamız anlamına geliyor, benim baktığım yerden.

Osmanlı'nın hatalarından ibret ve dersler, doğrularından da örnekler almalıyız. Osmanlı'yı bir yana bırakalım, ABD'nin hatalarından ders alsak yeter: Kerkük'ü petrolü için ya da oradaki Türkmenler için işgal etmemiz bence doğru değil.

Bizim üzerinde düşünmemiz ve anlatmamız gereken şey, orada var olan Türkmen, Kürt ve Arapların (hepsinin) daha huzurlu ve refah içinde yaşamaları için ne yapacağımızdır.

Ve, sadece bunu anlatırsak, ve gayelerimiz makul bulunup kabul edilirse, taa Kerkük'e kadar --hatta daha geniş bir coğrafyaya da-- davet ediliriz.

Başka bir deyişle, buradaki yönetim modelimizi ve onun getirdiği mukayeseli refah ve huzuru anlatmamız lazım.

Bundan daha iyisini yapmak istediğimizi de anlatmamız lazım. Birlikte olursak, neleri daha iyi yapabileceğimizi de beraber konuşmamız lazım.

Bunları konuşabileceğimize ve birlikte yola devam etmek isteyeceğimize ben inanıyorum.

Yeter ki, kendi kendimizi dolduruşa getirip ganşmet peşindeki çapulcu sürüsü konumuna indirgemeyelim. Çünkü, biz o değiliz, hiç de olmadık. Ama, kısmen onu unutur gibi olduk.

Çok da zamanımız yok. Hiçbir zaman da olmaz böyle şeylerde.

Fakat, ne yapıp yapıp, aydınlar, ya da aydın müsvettleri olarak, bunları hatırlamak zorundayız.

Hatırlayıp, ortak ahenge yönlenmek zorundayız.

Aksi halde, hayranı olduğum (Kerküklü) Muçıla'nın

Bu khannan [*] Kervan göçer bu khannan Kerküki sal mezâda Meni kurtar bu khannan

hoyratını çağırmak zorunda kalacağımız günler gelir...

Kerkük önemlidir, ama --bence-- akıllı olmanın alternatifi değildir.

[* 'bu khannan' iki anlama gelir. 'bu kandan' ve 'bu handan'.]