Teksesli küresel demokrasi

Aşağıdaki yazı 21 Mayıs 2007 tarihinde Neşe Düzel imzası ile, Radikal gazetesindeki 'Neden?' temalı söyleşiler dizisinde, 'Rusya'nın etki alanına girmiş askerler var' başlığıyla yayınlandı. Yazı, kendisi de bir gazeteci olan Yasemin Çongar ile yapılan söyleşidir.

Yasemin Çongar'ın ilginç bir pozisyonu var; yani bana hep ilginç gelmiştir. neden böyle düşündüğümü uzun uzun anlatmak yerine, Yasemin hanımı kısaca tanıtan bir metni buraya almak isterim:

Yasemin Congar is the Washington bureau chief of the Turkish newspaper Milliyet, for which she writes two weekly columns on U.S. politics and culture. She also is the Washington correspondent for CNN Turk. Among her many assignments, she has covered the Gulf War, writing from Baghdad, Amman, Jerusalem, and Northern Iraq.

Çok kısa özetleyecek olursam, Yasemin hanımın Milliyet gazetesinin Washington bürosunun şefi olduğunu, CNN-Türk'ün de Washington muhabiri olduğunu yazıyor.

İlginçlik de burada doğuyor. Şöyle: Aynı gazetenin Ankara muhabiri Türkiye'nin ne düşündüğünü pek de kolayca özetleyemezken, Türkiye'den 3-4 kat daha fazla nüfusa, ve hesaplayamayacağım kadar da küresel nüfuza sahip ABD'nin ne düşündüğünü Yasemin hanım bir çırpıda söyleyiverebiliyor. Hiç de tereddüt etmeksizin, ABD'de herkes tıpatıp aynı şeyleri düşünürmüş gibi, ABD'de dış politikada farklı görüşler yokmuş gibi..

Bunları, kendinden bu kadar emin söyleyebilmesini çok enteresan buluyorum. Bunu yapabildiğine göre, hayran olunacak bir yetenek olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bütün dünya alemde, ABD'nin nabzını Yasemin hanımdan daha iyi tutabilen başka bir gazetecinin var olabileceğini düşünemiyorum.

Bu da son derece normaldir. Zaten, bu denli yetenekli olmasa, Milliyet gazetesinin Washington bürosunun başına getirilmezdi herhalde. Bu da bizim şansımızdır. Dünyanın başka ülkeleri, başka gazeteleri kara bahtlarına, kem talihlerine ne kadar ağıt yakarlarsa yaksınlar, bu gerçek değişmeyecek.

Neyse. Neşe Düzel'in bu olğanüstü yetenekli gazeteci ile yaptığı söyleşinin tam metni; Türkiye'deki olaylara ABD'nin ne gözle baktığı, ABD'nin Türkiye'de kimleri veya neleri desteklediği, desteklemediği vb önemli konuları Yassemin hanımın tereddütsüz dilinden okumak isteyebilirsiniz.

Türkiye bir NATO ülkesi. Ordusu NATO'ya bağlı bir ordu. Bu nedenle bu ülkedeki bütün darbeler ya Amerika'nın bir kışkırtmasıyla ya da onun açık onayıyla gerçekleşti. Bu gerçek bilindiği için ne zaman Türkiye'de askerlerin siyasete müdahalesi ihtimali doğsa, bütün gözler ne düşündüğünü anlamak için Amerika'ya çevrilir. Askerlerin gece yarısı gerçekleştirdikleri son internet muhtırasından sonra da böyle oldu. Amerika'nın, bu muhtırayı izlemesi muhtemel bir askeri darbe hakkında ne düşündüğü herkes tarafından merak edildi. Amerika'yı çok iyi tanıyan Milliyet'in Washington temsilcisi Yasemin Çongar'a, Amerikalıların TSK'nın muhtırasına nasıl baktığını, bir darbeyi destekleyip desteklemeyeceğini, bir darbeden sonra Türkiye'nin ve ordunun, Batı kampı dışında yeni ittifaklar aramasından endişe edip etmediğini, AKP'nin politikalarına nasıl baktığını, ordunun son dönemdeki çizgisini nasıl değerlendirdiğini sorduk.

Türkiye'deki bütün askeri darbeler Amerika'yla bağlantılı yapıldı. Bizim ordu Amerika'dan onay alarak harekete geçti. Onun için ne zaman ordu hareketlense gözler Amerika'ya çevrilir Ve onun tavrının ne olduğu anlaşılmaya çalışılır. Amerika, Türkiye'de yaşayan insanların kendisine yüklediği rolün farkında mı?

Yetkililer farkında. Washington'da olup da Türkiye'yi biraz tanıyanlar, ağızlarından çıkan bir lafın bile Türkiye'de bir etki yapacağını biliyorlar ve konuşurken laflarını tartıyorlar.

Amerikalılar, şimdi darbe hakkında ne düşünüyor? Bir darbeyi destekleyecekler mi sizce?

Bence desteklemeyecekler. Amerika'nın darbeyi desteklememesi, bir darbeyi özendirmeyeceği, teşvik etmeyeceği ve bir darbe olabileceği izenimini aldığında da 'darbe olmasın' yönünde bir mesaj vereceği anlamına geliyor. Yoksa darbe olduktan sonra Amerika hiçbir şekilde Türkiye'yle ilişkileri kesmeyi göze alamaz. Hükümette asker de olsa, sevmediği bir milliyetçi parti de olsa, sonuçta onunla işbirliği yapmanın yolunu aramak zorunda Amerika. Ayrıca Amerika'nın Türk Silahlı Kuvvetleri'yle hâlâ çok yakın ve önemli ilişkileri var. Bu ilişkileri bozmak istemezler. Ama şöyle bir değişim de var.

Değişen nedir?

Daha önceki dönemlerde Türkiye'de ordu kendisini Batılılaşmanın, modernleşmenin, Batı'yla ilişkilerin, Batı kurumlarına bağlılığın öncü gücü olarak kabul ettiriyordu. Son dönemde ise Türk Silahlı Kuvvetleri'nden gelen birçok mesaj TSK'nın özellikle AB karşıtı olduğu yönünde bir izlenim yarattı Washington'da. AB'yle çıkarları bire bir örtüşmese de, ABD'nin Türkiye'ye yeni stratejik bakışı Türkiye'nin geleceğinin Avrupa Birliği'nde olduğu yönünde. Bush yönetimi de, bu yeni stratejiyi paylaşıyor. AB'ye üyelik sürecinin aksamamasını, Türkiye'nin AB sürecinin gerektirdiği sivilleşmeyi yaşamasını istiyorlar. Sürecin devamının birinci koşulunun da askerin siyasete karışmaması, demokrasinin sürmesi, bir darbenin yapılmaması olduğunu biliyorlar. Darbe olursa Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecinin kesileceğinin ve süreci bir daha başlatmanın çok zor olacağının herkes farkında.

ABD'nin yeni Türkiye stratejisi, Türkiye'nin AB üyesi olması mı?

Evet. Kendi çıkarları gereği de buna samimiyetle sahip çıkıyorlar. Türkiye'nin içinde olduğu bir AB'nin hem kendilerine daha yakın bir AB olacağını varsayıyorlar, hem de Türkiye'nin uzun dönemli siyasi ve iktisadi istikrarı için AB'nin büyük güvence olacağını düşünüyorlar. Daha önemlisi, Türkiye'nin AB üyeliğini, 11 Eylül sonrası özellikle Batı'da bir İslami fobi yaşanırken, 'İslam'la demokrasi birlikte yürüyebilir mi? Müslümanlar Batı'yla barışabilir mi?' sorularını en iyi cevaplayan bir organik kurumsal ilişki biçimi olarak görüyorlar. Ortadoğu ve Arap ülkelerinin Türkiye'nin AB sürecini yakından izlediğini biliyorlar. Türkiye'nin reddedilmesinin ya da kendisinin bu yoldan çıkıp bambaşka bir dünya aramasının bu ülkelerde 'Batı karşıtlığı' gibi bir karşılığı olacağını düşünüyorlar.

Amerika, kendi onayı olmadan Türk ordusunun darbe yapabileceğine dair bir endişe taşıyor mu?

Taşıyor. Bu ihtimali her zaman göz önünde tutuyor. Kendi kontrolü dışında bir gelişme olabilir diye endişeleniyor. Zaten kafalarında 'Ordu darbe yapmayı istiyor mu? Türk ordusu bu aşamadan sonra darbe yapar mı?' sorusu hep var. Bu soruları Türkiye'den gelen herkese soruyorlar.

Amerika'nın TSK'yla en üst düzeyde çok yakın ilişkileri var. Biz Türkiye'de 'Acaba son muhtıra emir-komuta zinciri içinde mi oldu, bu muhtıra alt rütbeli subayların üste dayatması mıydı?' diye tartışıyoruz. Onların kafalarında da aynı sorular var. Türk genelkurmay başkanıyla konuşuyor olabilirler, ondan izlenim alabilirler ama, sonuçta Türk ordusunda her subay kademesinin ne düşündüğünü bilemiyorlar. Nitekim askerin muhtırası Amerikalılara sürpriz oldu. Böyle bir şeyi beklemiyorlardı. Muhtıra açıkça bir darbe tehdidini içeriyor.

Amerika, AKP'nin politikasıyla ilgili gizli endişe taşımıyor mu?

Hayır. AKP Türkiye'yi Ortadoğu'ya savurttu, AB'den uzaklaştırdı diye hiç düşünmüyorlar. AKP hükümetini Batı'ya en yakın, çalışmaya en müsait hükümet ve parti olarak görüyorlar. Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice daha yeni Senato'da bir soruya, 'Türkiye'nin son birkaç yılda Avrupa normlarından uzaklaştığını kesinlikle söyleyemeyiz. İslami kökenli bir parti Türkiye'yi Avrupa'ya entegre etmek için her şeyi yapıyor. Biz de demokratik süreci canla başla destekliyoruz' dedi. Refahyol deneyiminden sonra Amerika için AKP'nin nasıl bir politika izleyeceği ilk başta büyük bir soruydu. Ama şimdi Amerika şunu gördü. Bu hükümet IMF'yle tam da Amerika'nın istediği biçimde hiç aksatmadan çalıştı. AB üyeliğine bugüne dek hiçbir hükümetin yapmadığı yatırımı yaptı, AB rotasına sahip çıktı. Bunlar Amerika için önemli göstergelerdi.

Washington, AKP'nin Ortadoğu'daki dinci güçlerle işbirliği yapacağına dair korkulara sahip mi?

Hayır. Batı'yı bırakıp Ortadoğu'daki dinci güçlerle ittifak yapacak diye bir şey yok. Ama Hamas olayı yaşandı.

Türk hükümetinin Hamas'ın Filistin'deki seçilmiş siyasi liderini değil de, sürgündeki askeri liderini Ankara'ya davet etmesi Amerika'nın AKP'ye bakışında değişiklik yaratmadı mı?

Bu olay, ilişkilerde bir yılı etkiledi. Çok kızdılar. Amerikan yönetiminde son derece etkili bir yetkili bana, 'Bu 'Hamas görüşmesi bizim için 1 Mart tezkeresiyle eşdeğerdir' dedi. Ama daha sonra AKP'nin tavrı, Amerika'nın ve AB'nin Hamas politikasının çok dışına çıkmayan bir tavır oldu ve Türkiye İsrail'le yakın işbirliğini aksatmadı. Yalnız şu var, Amerika açısından Hamas olayı, Türkiye'yi çok daha yakından izleme ve Türkiye'yi her aşamada uyarma gibi bir etki yarattı. Mesela Demokratların ağır toplarından Richard Hallbrook'tan daha yeni İran'la ilgili uyarı geldi. 'Kulağımıza, Türkiye-İran diyaloğunun bir ortak planlamaya dönüştüğü geliyor. Eğer Türkiye ile İran ortak planlama yapıyorsa, bu NATO'nun altını oyar' dedi. Yani 'bir NATO müttefiki bunu yapamaz' dedi. Bu, Ankara'yla Tahran'ın bir nükleer pazarlık içinde olduğu dedikodularına karşı bir uyarıdır. Bence kesinlikle böyle bir şey yok ama bu laflar dolaştırılıyor ve Türkiye sert tepki görüyor.

Muhtıraya karşı Amerika pek bir tepki göstermedi ilk başta. Daha sonra biraz daha sert açıklamalar yaptı. Böylece AKP'nin Ortadoğu politikasını mı cezalandırmaya çalıştılar yoksa gizlice orduyu mu destekliyorlar?

İkisi de değil. Önlerini göremediler. Belki hükümet istifa edecekti ya da muhtıranın hemen arkasından bir askeri girişim daha olacaktı, ne olacağını göremediler. Oysa Türkiye'de demokratlar muhtıraya karşı ses çıkardılar. Mitinglerdeki görüntüye ek olarak TSK, Türk halkının genelinden destek alan bir girişim daha yapmış olsaydı, Amerika buna karşı duramazdı. Ayrıca Amerika, hükümetin açıklamasını da öngöremedi. Türkiye'de bugüne dek hiçbir hükümet 'Genelkurmay başbakana bağlıdır. Biz bu açıklamayı kabul etmiyoruz' dememişti. Ayrıca Amerika AB'nin kararlılıkla karşı çıkacağını da göremedi. İngiltere Başbakanı Blair'in darbe karşıtı açıklaması Amerika'da çok ciddiye alındı. Zaten bütün bunlar olduğunda Amerika ofsaytta kalmış bir ülke durumundaydı. Türkiye'deki demokratik sesin gücünü ve son dönemdeki demokratikleşmenin düzeyini kavramadığı ortadaydı. Sonuçta yanlış yaptıklarını anladılar.

Eğer, Türk ordusu Kuzey Irak'ta Amerikalıların istediği türden bir politika izlemek için söz verirse, Amerika darbeyi destekler mi?

Hayır. Amerika'nın stratejik faydası AB üyesi bir Türkiye. AB üyeliği hem Türkiye'nin uzun dönemli ekonomik ve siyasi istikrarı açısından önemli, hem de Türkiye gibi kimliğiyle ve dünyadaki yeriyle Amerika için çok önemli bir müttefikin Batı ittifakına bağlı kalacağının bir garantisi. Türkiye AB üyesi olursa, kimsenin Türkiye'yi kaybediyor muyuz diye bir endişesi olmaz. Amerika, AB üyesi olan Türkiye'yi kalıcı olarak kazanacak. Ayrıca, Türkiye iktisadi kriz yaşadığında Amerika'yla baş başa kalıp ondan aldığı garantilerle IMF'den milyarlarca dolar borçlanmak zorunda kalmayacak. Türkiye, Amerika'ya ekonomik yük olmaktan çıkacak. Dış politikası Batı'yla çok daha birbirine oturacak. Türkiye'nin AB üyeliği, Ortadoğu'ya ve Müslüman ülkelere vereceği mesaj açısından çok önemli.

Amerika, şu anda hem orduyla hem hükümetle ayrı ayrı pazarlıklar sürdürüyor olabilir mi?

Ayrı ayrı diyaloglar sürdürdüğü kesin de, Türkiye'nin rejimine ilişkin pazarlık yaptığını, darbeye özendirecek bir mesajı TSK'ya gizli olarak verdiklerini zannetmiyorum.

Peki Türk ordusu Amerika'nın karşı çıkmasına rağmen darbe yaparsa bunun sonuçları ne olur?

Bu biraz Türkiye'deki tepkiye bağlı. Diyelim ki seçilmiş hükümeti askeri müdahaleyle görevden uzaklaştıran bir ortam oldu, Amerika bunu tasvip etmez. Ama ambargo da uygulamaz. Açıklama yapar, demokrasiye dönüşü teşvik eder. Zaten öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, Türkiye en büyük darbeyi ekonomik olarak görür. Yatırımcı kaçar. Amerika, Türkiye'de darbeyi gerektiren bir durum olmadığını, bir şeriat riski bulunmadığını, laikliğin tehlikede olmadığını düşünüyor.

Amerika, bir darbeden sonra Türkiye'nin yeni ittifaklar aramasından endişeli mi?

Bunun gerçekçi olmadığını düşünüyor. Türkiye İslam âlemine savrulur mu diye fazla endişe yok ama, Türkiye Batı'dan, demokratik ülkelerden kopup, otoriter rejimlerle işbirliği yapan bir ülke haline gelir mi diye bir endişe var. Rusya sempatisi Amerika'yı rahatsız ediyor ancak Türk ordusu, bütün askeri stratejilerini, eğitimini, silah varlığını büyük ölçüde Batı'ya bağlamış bir NATO ordusu sonuçta. Türkiye, dünyadan kopuk, Rusya'nın kanadı altında bir otoriter rejim olarak yaşabilir mi? Yaşayamaz. Ama şu var. Putin'in konuşmasının TSK'nın internet sitesinde yayımlanmasını Amerikalılar kendilerine bir mesaj olarak yorumladılar.

Genelkurmay Başkanı Büyükanıt tam da Washington'dayken Putin'nin konuşmasının TSK'nın sitesinde yayımlanmasından nasıl bir mesaj aldılar?

Bu, TSK'nın mentalitesini anlamalarına biraz yardımcı oldu. Batı karşıtlığı anlamında... TSK'nın içinde Rusya'nın antidemokratik otoriter rejimine bir sempati var. Bu tedirgin edici bir şey Amerika açısından. Ordunun içinde Amerika karşıtı, Rusya'ya sempati duyan ve başka alternatifler arayan sesler artarak çıkıyor. Ama TSK'nın içinde, AB yanlısı ve Amerika'yla ilişkileri çok iyi götürmek isteyen muhtemelen sayıları çoğunlukta olan önemli etkin subaylar da var.

Rusya'nın Türkiye'deki gelişmeleri nasıl izlediğine dair Amerikalılar bir şey söylüyor mu?

Söylüyorlar. Türkiye'de Rusya'nın etki alanına girmiş asker ve sivil kafalar var diye düşünüyorlar. Ama son tahlilde, TSK'nın çoğunluğu ve karar veren güçleri açısından ve de sivil hükümetler bakımından, Batı'dan kopup, Rusya tercihini yapacak güçte bir eğilimin olmadığını düşünüyorlar.

Peki herhangi bir darbeden sonra Türkiye'nin, Rusya'yla yakınlaşabileceğine, onunla ittifaka ve onunki gibi bir otoriter sisteme savrulacağına dair Amerikalıların bir endişesi yok mu ?

Türkiye'de bir darbenin, küreselleşmenin sonucu olan ekonomik süreçlerle çok ciddi cezalandırılacağını düşünüyorlar. Çünkü öyle bir Türkiye bugünün dünyasında ayakta duramaz ve onu öyle bir krizden de Rusya kurtarmaz. Gene IMF kurtarır. Sonuçta bu ekonomik cezalandırmanın Türkiye'yi Batı sistemine ve Amerika'ya geri döndüreceğini görüyorlar. Yani Türkiye'deki demokrasinin en büyük güvencesini ekonomide görüyorlar. Rusya'yla ittifak özlemleri yok mu? Var. Batı karşıtı, Rusya yanlısı özlemleri dile getirmiş önemli üst rütbeli subaylar var. Ama günün sonunda kararı, Rusya'yla ittifak özlemindeki üst düzey subayların vermeyeceğini düşünüyorlar.

Türkiye'nin bir darbeyle Batı'dan kopmasının, dünyanın siyasi dengelerini nasıl etkileyeceğini Amerikalılar kendi aralarında tartışıyorlar mı?

Tartışıyorlar. Mesela en çok şu beş soru soruluyor. Birincisi, 'Mitinglerden AKP bir mesaj alacak mı?' diye soruyorlar. 'Madem AKP kendisini AB ve Batı yanlısı demokrat bir parti olarak tanımlıyor. Sadece dindar kesimi temsil etmenin ötesinde bir temsil gücü olmalı. Dindar olmayan demokratları da temsil edebilmeli ve sadece aday listelerinde değil parti yönetiminde, ve hükümette de bu insanlara yer vermeli. Böylece AKP'nin kimliğinin sadece dindar bir kimlik olmaması, darbenin gerekçesi yapılabilecek bir dinamiği ortadan kaldırabilir' diyorlar. İkinci olarak 'Mitinglerde verilen mesaj ne?' diye soruyorlar. Amerika Türkiye'de iki yıldır kabaran milliyetçilikten çok rahatsız. 'Bu mitingler milliyetçi oylara dönüşecek mi? Milliyetçi partilerin gücü artacak mı? MHP, CHP seçmene ne tür mesajlarla gidecekler? Amerika ve AB karşıtı, içe kapanmacı, koyu dar bir milliyetçilik mesajı mı verecekler? Bununla oy alacaklar mı?' diyorlar.

Sordukları üçüncü soru ne?

'Seçim süreci demokratik işleyecek mi? Mesajlarla, muhtıralarla bir müdahale olacak mı? Seçimden hemen önce AKP'yi kapatma davası açtırılacak mı? Genel seçimin ve cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçları saygı görecek mi? Türkiye AB yoluna devam edecek mi?' diye soruyorlar. Bütün bunlardan, sürecin normal işleyeceğinden, askerin müdahale etmeyeceğinden emin değiller. 'Bir süreç başladı. 27 Nisan bir atımlık barut gibi değil. Sonuçları olan bir süreç bu. Bu süreç nereye varacak? Bu sürecin devamı gelecek mi? Bu süreçte K. Irak ve PKK nasıl bir rol oynayacak? Milliyetçi mesajları ve partileri güçlendirmek, AKP'yi zor durumda bırakmak için mi kullanılacak?' diyorlar. Amerika bu soruların cevabını net veremiyor ve belirsizlikten endişe ediyor. Bir başka soru da muhtıranın emir komuta zincirinde yapılıp yapılmadığı konusunda soruluyor.

Ne düşünüyorlar peki?

Bizim tartıştığımız gibi onlar da 'Bu muhtıra bazı belli rütbedekilerin ve genç subayların inisiyatifiydi de Büyükanıt bunu sahiplenmek zorunda mı kaldı' diye soruyorlar. Bu soru ortada dururken, TSK Amerika'yı şaşırtan muhtıra adımını atmışken ve henüz geri adım atmamışken, Amerika, muhtıranın devamının gelebileceğinin endişesinde. 'Emir-komuta zinciri altında olmayan yeni bir askeri girişim olur mu?' kaygısında.

Bu söyleşiyi okuyunca aklıma bir soru takıldı: 'Rusya'nın etkisinde kalmak' ne demektir?

Biraz bakındım ve Genelkurmay Başkanlığının sitesinde şu yazıyı (' Vladimir Putin’in 43. Münih Güvenlik Konferansında Yaptığı Konuşma'nın metnini) buldum.

Çok da kısa bir metin değil; dolayısı ile, içinden ilginç bulduğum kısımları buraya almam gerekti.

Acaba, Yasemin hanımın değindiği 'Rusya Etkisi' şu paragraflar olabilir mi?

Ancak, tek kutuplu dünya nedir? Bunu ne kadar süslerseniz süsleyin, netice itibariyle tek tip durum, tek erk, tek güç merkezi, tek efendi anlamına gelir.

Tek egemenin, tek efendinin olduğu bir dünya demektir. Sonuç olarak, bu durum sadece sistemin içindekiler için değil, aynı zamanda egemenliği elinde bulunduran için de ölümcüldür, çünkü onu içeriden yıkar.

Ve bunun demokrasiyle kesinlikle hiçbir ortak noktası yoktur. Çünkü, bildiğiniz gibi, demokrasi azınlığın menfaat ve fikirleri ışığında, çoğunluğun iktidarı demektir.

Rusya olarak, bize birileri hep demokrasiyi öğretiyor. Fakat her nedense, bize demokrasiyi öğretenler, kendileri öğrenmek istemiyor.

Günümüz dünyasında, tek kutuplu dünyanın kabul edilemez olmasının yanı sıra, aynı zamanda imkansız olduğu kanaatindeyim. Ve bunun tek sebebi, günümüz dünyasında tekil liderliğin varlığı halinde, askeri, siyasi ve ekonomik kaynakların yetersiz kalacak olması değildir. Bundan daha önemlisi, model bizatihi kendisi kusurludur, çünkü esası gereği modern uygarlık için ahlaki bir temel yoktur ve olamaz.

Bunun yanı sıra, şu anda dünyada olan ve tartışmaya henüz başlamış olduğumuz şey, geçici bir kavramdır, tek kutuplu dünya kavramı.

Peki, sonuçları nelerdir?

Tek taraflı ve çoğu kez gayri meşru olan eylemler hiçbir soruna çare olmamıştır. Üstelik, yeni insanlık trajedilerine sebep olmuş ve yeni gerilim noktaları yaratmıştır. Kendi kendinize değerlendirin: savaşlar ile yerel ve bölgesel çatışmalar son bulmamıştır. Sayın Teltschik bu konuya yumuşak bir dille değinmiştir. Bu çatışmalarda kaybolan ve hatta ölen insanların sayısı eskisinden daha fazladır. Çok daha fazla, çok daha fazla!

Bugün, uluslararası ilişkilerde gücün – askeri gücün – neredeyse sınırsız kullanımına şahitlik ediyoruz. Bu güç, dünyayı daimi çatışmalara sürüklemektedir. Sonuç olarak, bu çatışmaların hiçbirine kapsamlı bir çözüm bulacak güce sahip değiliz. Siyasi bir çözüm bulunması da imkansız hale geliyor.

Uluslararası hukukun temel ilkelerinin her geçen gün artan bir şekilde küçümsendiğini görüyoruz. Ve aslına bakılacak olursa, bağımsız yasal normlar, gittikçe bir devletin hukuk sistemine benzemektedir. Bu tek devlet, en önemlisi ve en başta ABD, her yönden ulusal sınırlarının ötesine geçmiştir. Diğer uluslara dayattığı ekonomik, siyasi, kültürel ve eğitimsel politikalar bunun kanıtıdır. Peki, bundan kim hoşnut? Kim bundan memnun kalıyor?

Uluslararası ilişkiler alanında, herhangi bir sorunun, mevcut siyasi atmosfere bağlı olarak, sözüm ona siyasi olarak öncelikli konulara göre çözümlenmesi yönünde bir iradenin baskın hale geldiğini görüyoruz.

Elbette, bu son derece tehlikeli bir durumdur. Bunun sonucunda, hiç kimse kendini emniyette hissetmiyor. Bunu vurgulamak istiyorum – hiç kimse kendini emniyette hissetmiyor. Çünkü, hiç kimse uluslararası hukukun taştan bir duvar gibi kendilerini koruyacak durumda olduğunu hissedemiyor. Elbette, bu türden bir politika silahlanma yarışını da tetikliyor.

Bu gücün hakimiyeti, kaçınılmaz olarak, bazı ülkeleri kitle imha silahları edinmeye teşvik ediyor. Ayrıca, daha önce bilinseler de, yeni bazı önemli tehditler ortaya çıkmıştır, ve bugün, terörizm gibi tehditler küresel bir nitelik kazanmıştır.

Bence ilgili bölümler buraları olmalı; Putin'in konuşmasında, bunun haricinde başka noktalar da var tabii, ama asıl önemli kısımlar bunlar bence.

İyi de, kendisi elinden gelse --Irak örneğinde gödüğümüz üzre-- bütün dünyaya demokrasi ihraç etmek isteyecek olan ABD'nin, 'tek kutuplu' bir dünya arzusu sahibi olmak ihtimalini eleştirmenin neresi kötü olabilir ki?

Dünyanın her bir ülkesinde --tek tek-- çok sesliğin şampiyonluğunu yapan ABD'nin, ülkelerarası platformda teksesliliği savunması hangi aklı başında in sanın aklına hafsalasına sığar ki?..

Sığmaz tabii...

ABD bütün dünyada kayıtsız-şartsız ve topyekün demokrasi istiyor.

Bunu artık hepimiz biliyoruz. Demokrasi de, malum, çoksesliliktir. İster ülke, isterse de dünya ölçeğinde bakalım, çokseslilik ve demokrasi dediğimiz zaman --otomatik olarak-- 'tek kutuplu' olmayan bir sistem demiş oluruz.

Putin de bunu diyor zaten.

Bu durumda, Putin'den etkilenmiş olmak neden olumsuz bir şey olsun ki?

Türk ordusunda, küresel anlamda çokseslilik, yani küresel demokrasi arzusu olanların varlığı --kendisi de bir demokrasi aşığı olan-- ABD'yi rahatsız edemez.

Yani, bu mümkün değil. Böyle bir iddia, ABD'nin o güzelim hasletlerini inkâr anlamına gelir bence.

İşte, tam da bu noktada, aniden, Yasemin hanımla ilgili en derin hayal kırıklığımı yaşıyorum:

Yasemin hanım, Türk ordusundaki küresel demokrasi arzusunun ABD'yi rahatsız ettiğini söylüyor ve --dolayısı ile-- ABD'nin o güzelim hasletlerini inkâr ediyor.

Böyle olunca, Yasemin hanımın ABD'yi o kadar da iyi tanımadığına hükmetmek zorunda kalıyorum.

Ya da, Türkiye'de herkesin her söylenen masala tereddütsüz inandığını sanıyor olduğuna...

Hangisidir bilemem.

Ama, ne farkeder ki?..

Her iki ihtimal de aynı kapıya çıkıyor.