Elvedâlar yazı...
Bağdat sakinleri sistemli bir şekilde şehirden dışarı itiliyorlar. Bazı aileler, uyandıklarında bir Kaleşnikof mermisinin ilişiğindeki zarfta "bölgenizi terkedin yoksa karışmayız" diyen bir mektup buluyorlar.
Bu tehdit ve saldırıların arkasında Sadr'in adamları var --Mehdi Ordusu yani. Herkesin bildiği, ama, kimsenin sesli söyleyemediği bir gerçek bu. Geçtiğimiz ay, ölüm tehditleri ve saldırılar yüzünden iki farklı aile bizimle kalmak zorunda kaldı. Üstelik, milislerin hedefi sadece Sünniler değil, Şiiler, Araplar ve Kürtler dahil orta sınıfın çoğunluğu hedefte.
Diğer bölgeler de İslamcılar tarafından ele geçiriliyor. Amerikalıların buralarda hiç bir denetimi yok. Ya da istemiyorlar; çünkü, bir mahallede Sadr'in milisleriyle başka milisler çatışmağa başladığında, Ameriklaıların bütün yaptığı bölgenin etrafını sarmak ve olanları seyretmek.
Mahallenin erkekleri Haziran ayının başından beri sokaklarda devriye geziyorlar. Kimisi çatılarda nöbet tutuyor, kimisi de mahalleye giriş yapan anayollara kurulmuş uyduruk bariyerlerin arkasında oturup sessizce bekliyor. Amerikalıların ya da Hükümetin güvenlik sağlamasını beklemek sözkonusu bile değil. Bütün ümit edebileceğiniz şey, dost ve akrabalarınızın hayatta kalması --tehlikeden uzak ya da güvenlikli değil, sadece hayatta kalmaları. Artık o kadarına razıyız.
Benim için, Haziran ayı, yaşmak takmadan dışarıya çıkmağa cesaret edemeyeceğim günlerin başlangıcı anlamına geliyor. Normal olarak tesettür giymem, fakat, artık Bağdat'ta onsuz araba kullanmak mümkün değil. ('Araba kullanmak' deyişim sizi yanıltmasın, 'arka koltukta oturmak' anlayın --yoksa, çoook uzun zamandır arabayı kendim kullanmış değilim.)
Arabada başı açık olmak dahi ailenizi tehlikeye atabiliyor. Duymak istenmeyecek bir şeyleri söyleyenler oluyor ve arabadaki kardeşiniz, babanız, kuzeniniz, dayınız ya da amcanız orada öylece oturup söylenenleri sineye çekemiyorlar. En son araba kullandığımdan beri o kadar zaman geçti ki.. Kadınsanız, saldırıya uğrama ihtimaliniz var.
Bazan eski giysilerime bakıyorum --blucinler, tişörtler, renkli etekler... ve, sanki bir başka âlemden, bir başka zamandan kalma bir gardrobu inceliyormuş gibi oluyorum.
Bir zamanlar, iki sene öncesine kadar, kamusal bir yere gitmeyeceksen, aşağı yukarı istediğin herşeyi giyebilirdin. Bir arkadaşın ya da bir akrabanın evine pantolon ve tişört, hatta --pek makbul tutulmasa da-- blucinle bile gidebilirdin. Artık öyle yapmıyoruz, çünkü yolda arabanızın bir milis tarafından değilse bile öbür milis tarafından durdurulup aranma ihtimali var.
Tesettüre bürünmemiz için ortada (henüz) bir kanun yok, buna karşılık, işgal ile salıverilmiş, tepeden tırnağa siyahlar kuşanmış başları sarıklı tipler, aşırıcılar ve fanatikler var; ve belli bir noktadan sonra artık itâatsizlik de yoruyor sizi. Artık görünmez olmak istiyorsunuz.
Başıma yalap-şap örttüğüm siyah ya da beyaz yaşmağın beni bir nebze görünmez yaptığını hissediyorum --karalara bürünmüş kalabalıklar arasında kamufle olmak böyle daha kolay.
Eğer bir hanımsanız, üzerinize dikkat çekmek istemezsiniz --Irak polisinin de, siyahlar kuşanmış milislerin de, Amerikan askerinin dikkatini çekmek istemezsiniz. Ne farkedilmek ne de görülmek istersiniz.
Tesettüre, tabii ki, karşı değilim; kişi bunu kendi isteğiyle yaptığı müddetçe. Bir çok arkadaşım, akrabam yaşmak takar. Çoğu da savaştan sonra başladı. Önceleri belâdan ve lüzümsuz alâkadan sakınmak içindi, şimdi takmağa devam edişlerinin sebebi, çıkartmanın anlamı kalmayışından. Ne hale geldi memleket..
Ne kadar yaygınlaştığını da Haziran ortalarında, çocukluk arkadaşım M.'nin ülkeyi terk etmek öncesi vedâlaşmağa gelişiyle farkettim. Hemen arkasında kardeşi, eve girdiğinde yoların durumundan ve sıcaktan şikayetle lafa başladıydı. Durumun acayipliğini ancak ziyeretlerinin sonunda idrak eder oldum. Akşam basmadan gitmek üzere hazırlanırken, yanıbaşında duran bej yaşmağına uzandı. Bir yandan, bana, vurulup ölen bir komşusundan bahsederken, öbür yandan da yaşmağı savurup başına öyle bir güzel biçimli bağladı ve itinayla çenesinin altından iğneledi ki, bilmeyen de senelerdir tesettür giydiğini sanır. Bütün bunların hepsini de aynaya filan bakmaksızın yaptı --yüzlerce defa yapmış gibi.. Bunların hepsi iyi hoş da, M. Hiristiyan.
Eğer M. sessiz sedâsız yaşmak takabiliyorsa, ben de takarım.
Bu ay, sayısını aklımda tutamayacağım kadar çok sayıda kişiyle vedâlaştım. Kimi vedâlaşmalar acele ve kaçamak idiler --hani aldığınız bir tehdit yüzünden sabah şafak sökerken kaçmadan önce gece yarısı komşuyla vedâlaştıklarınız vardır ya, aynen öyle.
Ek yerlerinden ayrılmağa başlayan bir memlekette artık daha fazla kalamayıp terketmek zorunda kalan akrabalar ve arkadaşların 'elvedâ'larıysa uzun uzun ve duygu yüklüydü.
Başka 'elvedâ'lar daha serin, sanki gündelikmişçesineydiler. Suratınızda sahte bir gülümseme ile "görüşmek üzere" dediğiniz --ama, kapıdan çıktığınızda, sevdiklerinizden birisini daha kaybetmenin yükünü kaldıramaz olduğunuz, çökmek isteyeceğiniz türden..
Böyle zamanlarda, Bush'un 2003 senesindeki konuşmasını hatırlarım: İddialarının arasında, başarılarından birini daha sayarken, 'sürgün'deki sevinç dolu Iraklıların, Saddam'ın devrilmesiye birlikte, kendi ülkelerine dönüşlerinden bahsetmişti. Halen işgâl altında tuttuğun ülkenin haricinde yaşayan Iraklıların sayısını bilmek istiyorum. Ülke içinde yerinden yurdunda olanların sayısını da.
Bu berbat yaz boyunca ülkeyi kaç yüzbin Iraklının terkettiğini acaba hiç öğrenebilecek miyiz? Acaba kaçı gerçekten geri dönecek? Nereye gidecekler? Ne olacak, ne yapacaklar? Peşisıra biz de gitmeli miyiz? Vakit, tası tarağı toplamak, ülkeyle ilişiği kesmek ve başka diyârlarda istikrarlı bir hayat aramak vakti midir?
--------
Bu yazı, Bagdad Burning isimli blogdaki Summer of Goodbyes başlıklı makaleden (birebir olmayan) bir tercümedir.
Duygusal maymun iştahlılığımızı ve olmayan entelektüel odaklanabilirlik ve sürdürebilirlik yeteneğimizi dikkate alınca, Irak konusunun gündemden düşmesini, unutulmağa yüz tutmasını çok da yadırgamadığımı eklemek istedim sadece.
Not: 'Yaşmak' başörtüsü anlamına gelir.