[Taca] Atanlar. [Felân] Yiyenler.

Alev Alatlı imzasiyla Zaman Gazetesinde 17 Şubat 2007 yayınlanan yorum yazıdır bu. İçeriğini değil de, inşaını (formatını) biraz değiştirdim.

Kurtlar vadisi

Amerikan Deniz Piyadelerinin ("Marine"lerinin) şehadetnamelerini duymamışınızdır. "Mezuniyet" töreni, gencecik erin, "Bir Deniz Piyadesi Nedir?" haykırışı ile başlar ve şöyle devam eder:

Birleşik Devletler Deniz Piyadeleri, iki yüz yılı aşkın titremesidir yerin! Cehennemdir! Ölümdür! Yıkımdır! Dünyanın gördüğü en iyi savaş makinasıdır! Bombaların açtığı bir çukurda doğduk biz! Anamız bir M-16, babamız ta kendisidir İblis'in!

Denk al ayağını! Senin hayatına yönelik yeni bir tehdittir, yaşadığım her an benim! Ben, kaba görünüşlü, gezginci bir deniz piyadesiyim! Ben, kibirli, benmerkezci ve küstahım! Korku nedir bilmem; çünkü korkunun ta kendisiyim ben! Kan ve barsaktan oluşan yeşil bir canavarım! Suda da, karada da yaşayabilirim! Ama sudan çıktım ve cerahatimi dünyada mukim Amerikan-karşıtlarının üstüne boşaltıyorum! Ne zaman gerekir, ne zaman olursa, muharebe alanında görkemli bir ölümle ölecek, hayatımı Annem, Deniz Piyadeleri ve Amerikan Bayrağı uğruna feda edeceğim!

Kartalı Hava Kuvvetleri'nden, çıpayı Deniz Kuvvetleri'nden, halatı Kara Kuvvetleri'nden çaldık biz! {*} Allah dinlenirken Yedinci Gün'de, O'nun sınırlarını aştık, dünyayı çaldık! O gün, bu gün, gösteriyi biz yürütüyoruz! Biz, piyadeler gibi yaşar, denizciler gibi konuşur, her ikisinin de ayaklarını yerden keseriz şamarlarımızla! Gündüz asker, gece hovarda, dilediğimizde sarhoş ve Allah'ına kadar da Deniz Piyadeleriyiz biz!

{* Forslarından bahsediyor. Amerikan Deniz Piyadelerinin forsları halat sarılı çıpanın üstüne konmuş bir kartaldır.}

Gel, kardeşim, gel! Gel de, yasakla bütün şehadetnameleri ekranlardan! Yasakla ki, muhtelif Samast zanlıları, dinleyip, dinleyip de büsbütün kudurmasınlar!

Ey, ihtiyatlı resmi/sivil aydınları ülkemin!

Ey, hayatı göğüslemeye gelince, sıradanlaşan sıradışı entellektüelleri ülkemin!

Sakın, duymasın bizim yeniyetmeler kötülüğün amansız bir gerçek olduğunu!

Biri diğerinin gırtlağına çökmüş, boğazlamaya çalışan, aynı kalbi paylaştıkları için bir ömür boyu başaramayan, ak saçlı siyam ikizlerinin varlığını.

Çıplak memelerine yapıştırdıkları çıplak bebelerini, açlıkla kudurtulmuş bekçi köpeklerine teslim etmeyen, karınları burunlarında, çırılçıplak gebeleri.

Dağıtılan beyinleri.

Akıtılan beyinleri.

Boşaltılan beyinleri.

Çocuk çığlıklarını.

Dev ... paraladığı ufacık çocukların cesetlerinden arda kalanları.

Bir an önce ölmek için çırpınan gaz odası kurbanlarının haykırışlarını.

Boşalan barsaklarının paniğini.

Birkaç asılan, boynu kırık bedenleri!

İşgalcilerin bir deri bir kemik bıraktığı bedenlerin dağlar gibi yığıldığı münbit toprakları.

Çarpılan ağızları, dökülen dişleri.

Oyulan gözleri.

Kanı, dışkıyı, karanlığı.

Eksi altmış derece soğuğu, artı altmış derece sıcağı.

Karbonmonoksit, amonyak, metan püsküren taşlaşmış gezegeni.

Tamahı, ihaneti, zulmü, iftirayı, tuzağı, dalavereyi.

Soykırımın varlığını duymasınlar.

Sansür mide bulandırır...

Yaşayakalabilmek için kötülüğün gözünün içine bakmak zorunda olduklarını bilmesinler!

Neyle karşı karşıya olduklarının ayırdına varmasınlar!

Gerçeklerle silâhlanmasınlar, sakın!

Sakın, bilmesinler aslında amansız bir savaşın ortasında doğduklarını!

İhtiyatlı abilerinin sesine, 'doğru' bellediklerine ters düşmesinler!

Sakın farklılaşmasınlar!

Yüreklerindeki savaşçıyı uyandırmaya kalkmasınlar!

Umutsuzluğu ve korkuyu ilkesel olarak bile reddetmesinler!

Sayısız hasımla tek başlarına halleşebilecekleri bilgisini güçlendirmeye kalkışmasınlar!

Monşer, ama herkes bilir, "yiğitlik" iştiyakının çağdaş bir toplum yaratmak yolunda ne denli tehlikeli bir ruh hali olduğunu!

Herkes bilir, "yiğitlik" denilen ruh halinin güvenlik içinde olmaya, rahat yaşamaya duyulan akıldışı husumet olduğunu!

Gençlerimize rahat batmasın!

Giyim kuşam, gastronomi, seyahat, eğlence, modalar, küsmeler barışmalar, nazlar niyazlar - aman çağdaş 'trend'lerin dışına düşmesinler!

Gerçeklik yolunda entelektüel toz dumandan korkmadan yürümeye kalkmasınlar!

Don Kişotluğa soyunmasınlar sakın!

İnançlarını, güncel hal ve şeraitten, dost ve müttfefiklerimizden, genelde kabul gören değerlerden, sağlıklarından, ailelerinden, kınanmak hatta nefret edilmekten üstün tutmasınlar!

Küçük bir övgü ya da söylem ile mutlu olabilenleri, "sıradan adamdan yiğit olmaz, yiğit sıradan değildir" tafrasıyla küçümsemesinler.

Kendilerinde var olduğunu keşfettikleri gücü, itiraf, teslim, ikrar, kabul ve ilân ederek, incelikli düşünürleri, ihtiyat sahibi insanları gücendirmesinler!

Felsefi olmayan, kutsal olmayan bir tarafları olduğunu anlasınlar!

Aşırı bireysel ve gururlu olduklarının farkına varsınlar.

"Öteki"lerle aynı dokuyu paylaştıklarının çoğu zaman ayırdında bile olmadıklarını görsün, utansınlar!

Her şeye rağmen, derin saygı gördüklerini hissediyorlarsa şayet, "yüce davranışlar" denilen eylemlerin, akıl işi olmadığının idrakinde olsunlar!

Günümüz Türkiye'sinde eylemlerini usa vurmayanlara kuşku ile bakıldığını unutmasınlar.

Usa vurmaz, hisseder, ve eyleme geçer olmak; kısıtlamaya, sansüre gelmezlik yerleşiklerin huzurunu kaçırır, ince ruhlu olanlarımızın midelerini bulandırır, bilsinler.

Entelektüel kırtasiyeye değil, varlıklarındaki o gizli dürtüye, yaşayakalma güdüsüne itaat ettikleri gerçeğiyle avunmasınlar.

Yaşayakalma güdüsü, zaman zaman en sıradan olanımızda da vardır varolmasına da, onlarınki süreklilik arzettiği, ısrarcı, atak olduğu, yorulmak bilmediği için tehditkârdır, unutmasınlar!

Zorlukları tebessümle karşılayan, tehlike sirenlerine kulaklarını tıkayıp kendi müziğini yapan, kendi davulunun ritmine yürüyebilen, az rastlanır ruhlar kendi hallerine bırakılmazlar, "dengesizlik" karşı karşıya kaldıkları en hafif itham olacaktır.

Yiğitliğin, "yiğitler"in kendilerinden başka kimseye erdem olarak görünmediğini de bilsinler.

Hangi kitap kurdu demiş, öğretilmiş çaresizlik bu topraklarda yaşayakalmamızın önündeki en büyük müşküldür diye?

Kim demiş, en büyük müşkül, yitirdiğimiz özgüvenin yeniden tesisidir diye? Hangi aklı evvel tespit etmiş, fena halde ürkütülmüş, savunmaya itilmiş olduğumuzu?

Kavrukluğuna bakmayıp, durumu hamasi böbürlenmelerle idare eden bizim gibi ilkel kalabaların, "yiğit" tipolojilerine ihtiyaçları olamaz! "Yiğit" tipolojilerine, ne gerçekte, ne ekranda, ne sanalda, ne lâfta, ne perdede, ne temennide, ne de duada ihtiyaçları olamaz!

"Polat" tipolojisi de kim oluyormuş?!.

Bırakın, yiğitlik, John'lara, Johnny'lere, marinlere, rambolara, dört köşe çeneli Marlboro erkeklerine kalsın.

Biz, delikanlılarımızın başına çuval yerine kadın içliği geçirerek, "insancıl"laştığımızı sanalım!

Bu gezegende obez bir efendinin sofrasına sığınmış bir garip besleme kadar bile şansımız olmadığını unutalım.

Aklımızı, iz'anımızı, RTÜK'e ve sivil avenesine teslim edelim!

Gerçeklik gibi, umut gibi, sanatsal üretim gibi, başarı gibi utanç verici düşüncelerden uzaklaşalım.

Avrupa Yakası'na, olmazsa Gümüş'e takılalım, kimseyi incitmeyelim, kimseyi kırmayalım, medeni abilerimizin izinden ayrılmayalım! Müstehaktır.

Dünyayı bilmeyen, dünyanın maskarası olur. Kötülüğü bilmeyen, yaşamın.

Kavminin kaderini eline almaktan kaçınan...

Hangi koalisyon güçlerininkidir bilinmez; ama bu gezegenin bir yerinde, kalabalık omuzlu bir "psikolojik savaş uzmanı"nın, koltuğunun arkasına rahatça yaslanıp, gülümsediğini görebiliyorum.

"Kurtlar Vadisi"nin emekçilerine gelince: Diziyi saatler süren reklamlara dayanamadığım için izlemedim. Yakınlarda, DVD'sini gördüm. Sinemanın Türkiye'de belki de ilk kez, marjinal olmayan kaygılara seslenebildiğini düşündüm. Akıl vermek haddim değil; ama kadim bir Uygur diskuru vardır. "Kendinize güvenin!" der, "Kendinize güvenin! Akranlarınızın, çağınızın, Gerçeklik'in payınıza düşen kadarıyla da olsa, hakkını verin. Dil, din, ırk, cinsiyet ayırımının tuzağına düşmeden, zamanınızın en yetkin bilginleriyle, sanatçı ve filozoflarıyla dostluk kurun. Mahrem düşüncelerinizi aşkın zekâlarla paylaşın. Sizler, anneleri tarafından sakınılmak durumunda olan özürlüler ya da çocuklar değilsiniz. Kavminizin kaderini eline almaktan kaçınan korkaklar değilsiniz. Sizler, mağdurların kefaretini ödeyecek, kâbustan uyandıracak yetişkin erkeklersiniz."

Alatlı'nın atıfta bulunduğu metnin orjinali aşağıdadır:

The USMC is over 225 years of romping, stomping, hell, death and destruction. The finest fighting machine the world has ever seen. We were born in a bomb crater, our mother was an M-16 and our father was the devil.

Each moment that I live is an additional threat upon your life. I am a rough looking, roving soldier of the sea. I am cocky, self-centered, overbearing, and I do not know the meaning of fear, for I am fear itself. I am a green, amphibious monster made of blood and guts who arose from the sea, festering on anti-Americans throughout the globe. Whenever it may arise, and when my time comes, I will die a glorious death on the battle field, giving my life to Mom, the Corps, and the American flag.

We stole the eagle from the Air Force, the anchor from the Navy, and the rope from the Army. On the 7th day, while God rested, we overran his perimeter and stole the globe, and we've been running the show ever since. We live like soldiers and talk like sailors and slap the hell out of both of them. Soldier by day, lover by night, drunkard by choice, MARINE BY GOD!!!

Chosen by god for the United States Marine Corps

Alatlı'nın tercümesinde üçüncü paragrafın son cümlesini, bence daha doğru olacak şekilde değiştirdim.

Şimdi gelelim yazıya, ve yazının çağrıştırdıklarına..

Çemil Meriç'in kitaplarından birinde Tanzimat aydınına dair acı bir tasvir vardır... Tam metnini şu anda bulamadım, bulabilsem meramımı çok daha iyi anlatacak olduğunu biliyorum. Ama, bulamadım. Henüz.

Halktan kopmuş, halka ikrâhla bakan; halkın inandığı Hanedan'a da sırtını dömüş, düşman olmuş bir aydın tabakadan bahseder Cemil Meriç..

Asıl görevi halkı zor zamanlara hazırlamak olan aydının, kendi kurtuluşunu nasıl da başkalarında gördüğünü; kendi ruhunu, var oluş gerekçesini, halkını --halkı yok etmek için uğraşanlara-- nasıl da satmağa hazır olduğunu anlatır.

Kısa bir paragraftır; ama, çok da acı bir halin tasviridir.

Son yıllarda gördüğüm bir çok şey bana Cemil Meriç'in bu tasvirini hatırlatıyor; neredeyse bugünlerde olanı tasvir ediyor gibi..

'İnançlı' aydınlarımız, sırf inançlarını daha iyi yaşayacaklarını sandıkları için, ülke egemenliğini gözlerini kırpmadan AB'ye ya da daha yüksek bir rakkamlı bir teklif veren başka kim veya ne olursa ona devretmeğe çoktan hazır hale gelmiş...

Vaktiyle önlerine uzatılmış Helsinki İnsan Hakları sözleşmesini samimi bir amentü ve bir gerçek sanan diğer aydınlarımız da, Mehlika Sultan'a Aşık Yedi Genç kesilmiş ve kendileri istedikleri an bu sözleşmeyi buruşturup atan efendilerinin nihai arzuları istikametinde, ülkece suçluluk kompleksimizin artması ve en aşağılık olanın bizler olduğunu kabul etmemiz için ellerinden geleni yapar olmuşlar...

Buraları yeryüzü cenneti yapmak arzularının samimi olduğuna şüphe yok. Yok da, ufuksuzluklarının ve basiretsizliklerinin bedelini kim ödeyecek?

Savunma ve hayatta kalma reflekslerimizi törpüleyip yok ettikten sonra, geride kalacak bir ülke dolusu pasifist ve 'gelme düşman su serperiz'cilerle mi bağımsız kalacağız?

Kalabilir miyiz?

Bu sorunun cevabını soran da veren de yok...

Varsa yoksa, kendi kendimizi pasifize etmek ve suçlu çıkartmak için elimizden ne geliyorsa ardımıza koymamak.. Sanki, tek istedikleri şey, birilerinin bizi cezalandırması için gereken her türlü zemini hazırlamak.. ve bir an önce gelip bunu infaz etmesi..

Bu, hiç de hayra alamet değil.. hiç.

'Her iki testideki şarabı da denedik, hiç birinin tadını beğenmiyoruz. Halbuki, bize en iyi kevser şarabını vaad edenler var.. Dolayısıyla, elimizdeki bütün testileri kıralım gitsin..'

Öyle mi?

Akıllı bir kişinin yapacağı şey midir bu?

Akıllı olmak gerektiğinde, aklını başına devşirmek yerine, testileri kırıp, tası tarağı toplayarak yaban ellere taşınmak yeterince akıllı olmak mıdır?

En iyi fiyatı verene satmak akıllı olmak mıdır? Ticari kurnazlıkla akıllı olmak aynı şey midir?

Bazan bazı şeyleri hiç satmamak gerektiğini bilmek değil midir akıllı olmak?

Ama, gel de.. bir ülke dolusu, savunma refleksi dumura uğramış, harice sempatik empatiyi marifet bilenlere bütün bunları.. anlat..