Lokman Hekim

Vakti zamanında bir delikanlının bütün vucudunu yaralar kaplar, acı ve sancılı bir illettir ve yakınlardaki tabiplerden hiç birisinin tedavisi de fayda etmez. Tek ümit Lokman Hekim'dir artık. Hasta ve yakınlari bir kafile oluşturup yola çıkarlar. Yol da yol hani; dağ-taş aşarak bır ayda ancak gidilir. Yaya. Mevsim yazbaşıdır, dolayısı ile masraf az olsun diye bütün kafile geceleri yalap-şap kurdukları çadırlarda kalır; gündüzleri yola devam eder. Sonunda, iki-üç ay yol gittikten sonra, Lokman Hekim'e varırlar. Lokman Hekim'in en büyük özelliği, kendi bilgisinin yetmediği hallerde muayenehanesinin arkasındaki serada yetiştirdiği enva-i çeşit bitkidedir. Daha doğrusu, bu bitkilerle olan iletişimindedir: Tedavisini bilmediği bir illetle karşılaştığı zaman, bu seraya çekilir, abdest alıp namaz kıldıktan sonra Allaha kendisine yardımcı olması için yakarır. Hangi bitki tedavi için uygun grülmüş ise o bitkinin yaprakları titrer ve Lokman Hekim de o bitkiyi/bitkileri kullanıp ilaç yapar... Neyse. Lokman Hekim, gelen bu hastayı da iyice bir muayene eder. Daha önce rastladığı bir şeye benzemeyen bir şeydir bu. Seraya geçer ve dua eder. Fakat, hiç bir şey; tek bir yaprak dahi kımıldamaz. Hekim şaşırır; bugüne kadar böyle bir şey hiç olmamıştır. Tekrar abdest alır, namaz kılar ve daha bir içten yakarır. Sonuç değişmez; tek bir yaprak dahi kımıldamaz. Bunun üzerine, Lokman Hekim hastasına döner ve boynu bükük bir eziklikle delikanlının hastalığının tedavisinin olmadığını söyler. Hasta ve beraberindeki yakınları yıkılmıştır; ama, ne çare.. Geriye dönmek üzere yola çıkarlar. Bütün gün yürüdükten sonra, her zamanki gibi, bir bayırda çadır kurup uyurlar. Delikanlı, milletin uyuduğundan emin olduktan sonra, çadırdan çıkar. Amacı, bu çaresiz hastalıktan da, acılarından da tamamen kurtulmak için kendini ya bir uçurumdan atmak ya da kurda kuşa yem etmektir. Yani, intihar. Karanlıkta yürür yürür; bütün gece boyunca yürür; ama, karşısına ne bir uçurum çıkar ne de bir vahşi hayvan. Sonunda yorgunluktan bitap; bir yerlerde kıvrılır ve uyur. Sabahın alaca karanlıgında uykusundan ani ve farklı bir acıyla uyandığında bir de ne görsün: Yılanın birisi bacağından sokmuştur. Delikalı uyanınca yılan da kaçar ama, olan olmuştur artık. Delikanlı aslında memnundur. Allaha hamd eder; canını vahşi hayvanlara parçalatarak değil de bir yılanın sokmasıyla --çok daha acısız-- alacağı için. Huzur içinde ölümü beklemek için tekrar uykuya döner. Bu arada, sabah olduğundan, uyandıklarında delikanlıyı göremeyen kafile de aramaya çıkmıştır. Epeyi bir aramadan sonra, bizim delikanlıyı uyurken bulurlar. Delikanlı da ne olduğunu anlatmaz; ama, yakınları da onu --kaçmasın diye-- bir daha yalnız bırakmaz. Köylerine varırlar. Aradan bir iki ay geçer; ölümü bekleyen delikanlı ölmek bir yana alenen sağalır. Ne yaralardan bir eser kalır ne de acılarından. Tamamen iyileştiğine hükmeden delikanlı, onca yolu da sırf bu amaçla tepmek bahasına, bir kaç yakını ile beraber dönüp o Lokman Hekim denen şarlatana bir güzel haddini bildirmek ister. Gelirler ve Lokman Hekim'e durumu gösterirler. Hekim hem şaşkın hem de mahçuptur. Üzgün bir şekilde izin ister ve seraya kapanır. Uzun yakarışlardan sonra dışarıya tekrar çıktığında kafileye şunu der:

Sabahın seherinde hem lohusa, hem de bir gün önceden kimyon ve safranlı çimenlerde otlamıs beyaz ineğin memesinden süt emmiş bir engerek yılanını ben nasıl bulacaktım ki..