28 SusurlAK?
28 Şubat tahlilleri yapmak zamanı geldi ve geçiyor... Umur Talu'nun Sabah gazetesineki 1 Mart 2007 tarihli yazısını sevdim. Kısa ve özlü.
Ampul yandı!
28 Şubat tahlilleri yapılıyor.
Daha basitini yapayım.
Yıllardır söylemeye çalışırım zaten.
Başlık: 28 Şubat, Susurluk'un sansürüdür!
- Susurluk; terörle mücadele ortamında; bir kısım siyasetçi, polis, korucu, milliyetçi, mafya arasında kurulmuş bağlantıların kazayla gözümüzün içine girmesidir.
- Bağlantıların iki yönü vardır:
- Kimi yüksek makamın da bilgisi yahut açık çekiyle 'yasadışı' mücadele örgütlemek. Cinayet, suikast, adam kaçırma, sabotaj, temizlik.
- Arada şahsi tezgahını kurup, Kürt mafyasından boşalan uyuşturucu piyasasında at oynatmak, resmi araçla uyuşturucu nakletmek, kumarhanede para aklamak, tehdit, şantaj, çetecilik.
- Kimi üst makamın tavrı da ikilidir:
- Terörle mücadele adına, kimi birimlere, kimi yetkililere, kimi yetkisizlere genel veya özel talimat.
- Onların yasadışı bağlantılarına, işlerine göz yumma, hatta 'devlet adına' ve 'kendi namına' çeteleşmeleri finanse etmesini kabullenme veya ilişmeme.
- Susurluk'un özü, eski Genelkurmay Başkanı'nın ünlü “Tak şak” sözünde gizlidir.
- Orada gizli kalmıştır. Daha ziyade tek tarafı, siyasetçi yanı biraz açığa çıkmıştır; o kadar.
- Susurluk'un siyasi sorumlusu, hem de SHP ile ortaklıkları sırasında, Çiller hükümetidir.
- Gelenek; Gladio'lardan geçerek Türkiye siyaset, güvenlik, örtülü harp, örtülü ödenek, çete tarihinin içindedir. Ama Susurluk, o hükümetin malıdır.
- Susurluk'ta bir çeteleşme fotosunun ortaya çıkışı, ilginç bir ana rastlamıştır.
- Kritik nokta; medya ve toplumun, 'terörle mücadelede her şey mubahtır' yörüngesinden çıkmakta olmasıdır. 'Devletçi medya' da dahi haberler gizlenmemiş, yutulmamıştır.
- İkinci kritik nokta, siyasi sorumluluğun önceki Çiller hükümetinde, Çiller'in de bu kez Erbakan'la hükümette bulunması nedeniyle, muhalefet coşmuştur.
- SHP'nin Susurluk sorumluluğunu üstlenmeyen CHP de, rövanştaki ANAP, hatta DSP, hatta hatta Çiller nefretiyle “Nereye gidiyorsa oraya kadar gidilsin” diyen Demirel de Susurluk'un üstüne yürümüştür.
- Esas önemlisi, tepkisiz denen toplumun 'muhalif' patlamasıdır.
- 'Bir dakika karanlık' eyleminin amacı yasadışı yarı-resmi bağlantılı örgütlenmelerin açığa çıkmasıdır. Anormal katılım olmuştur. Maddenin numarası gibi, bu tarihi fırsat kimileri için 'uğursuzluk'tur.
- Çiller'i ve esastan devletçi olduğu için devletini korumak için; abuk sabuk cesaret, cüret gösterilerine rağmen derin ürkek olduğu için 'Susurluk fasa fisodur' diyen Erbakan tarihin akışını çevirmiştir.
- Toplumsal muhalefet, bu kez medyanın ve sivil toplum örgütlerinin manipüle edilmesiyle, “fasa fiso” ile Susurluk'u sahiplenen Erbakan'ı hedeflemiş, Susurluk'un asıl manası, 'Bir dakika karanlık'ın esas derdi sansürlenmiş, saptırılmıştır. Susurluk muhatabı olması gerekenler dahi 'ampullerle oynamaya' başlamıştır.
- Susurluk'u deşebilecek muhalefete iktidar ufku açılmış, sonradan hazırlattıkları raporları dahi öksüz, manasız bırakmalarının yolu döşenmiştir.
- “Tak şak” Susurluk'un siyasi aktörü DYP ile aslında Susurluk'la alakasız fasa fisocu Erbakan'ın, yani akıllarınca 'devlet'i koruyanların; medya, toplum, muhalefet baskısı altında bir şey koruyamayacağı açıktır. Susurluk'a tepki onlara tepkiye dönüşebilir; ama onlara tepkinin Susurluk'a tepkiye dönüşmesi tehlikelidir!
- İrtica faturasıyla o güçsüz bent yıkılmış, Susurluk üstüne gidebilecek muhalefet, bizatihi 'devlet sırlarının surları' olarak ikame iktidar edilmiştir.
- Biraz demokrasi, çokça habercilik adına Susurluk'u azıcık yolan büyük medya, kendine yabani 'Erbakan-Çiller'den kurtulmuş, azgın bankacılar olarak, daha sonra kimini rezil, kimini vezir eden rant peşine düşmüştür...
- İşte o Şubat, Cumhurbaşkanı'nın dahi bir ara 'Gittiği yere kadar' dediği Susurluk'un hakikaten gittiği her yere kadar deşilmesinin de engellenmesi, 'Sürekli aydınlık için 1 dakika karanlık'ın 'Sürekli karanlık için 1 dakika aydınlık' haline döndürülmesidir.
Not: Yakıp söndürülmekten şaşılaşan ampule ne oldu derseniz; AKP amblemine bakıverin.
Umur beyin dediklerine eklemek istediklerim var:
28 Şubat'ın ortaya çıkış gerekçelerinden başlıcası, bence, Erbakan'ın 'denk bütçe' takıntısıydı. 'Takıntı' diyerek kötü bir şey olduğunu düşündüğüm sanılmasın; ama bundan hiç de hoşnut olmayan önemli çevrelerin mevcut olduğunu ve onların bundan hiç de hoşnut olmadığını söylemek istiyorum.
'Denk bütçe' yoluyla, kamu iktisadi teşekküllerinin finansmanındaki garabeti ortadan kaldırmak niyeti vardı: Bir KİT'in mevduatı bir bankada yok denecek bir faizle tutulurken, aynı (ya da bir başka) KİT, bir başka bankadan yüksek faizlerle kredi kullanıyordu.. Bu da, devlet kaynaklarının, göz göre göre, belli bir kitleye aktarılması, kamu maliyesinin zayıflaması anlamına geliyordu. İşte, o dönemlerde bahsi sık sık geçen 'havuz sistemi' esasen bu idi: Devlete ait kurum ve kuruluşların mali kaynakları (borç ve alacakları) ortak bir havuzda düşünülecek ve finansmanı da oradan yapılacaktı.
Fikir hiç de fena fikir değildi tabii ki. Ama, bu, sadece Erbakan'ı tukaka 'devletçi' yapmakla kalmıyor, geniş bir çıkar çevresinin de çıkarlarına ters düşüyordu. Bu olabilemezdi. Erbakan alaşağı edilmeliydi; fakat gerekçesi tabii ki başka olmalıydı. Çok şükür ki, Erbakan 'dinci' olarak tanınıyordu. Yani, alaşağı edilmesi için gereken gerekçeyi de beraberinde getirmişti...
'Zinde kuvvetler'in belli sıfatlara antipatisi olduğu da bilindiğinden, bu öcü 'dinci' etikete karşı 28 Şubat'ı tezgahlamak çok zor olmamış olsa gerek...
Ve, Talu'nun da anlattığı şekilde, 28 Şubat'ı birileri sahneye koymağa kalktı; başka birileri de engelledi... Siyasi anlamda Susurluk'un üzerini örtmek gayesi güttüğü söyleniyor 28 Şubat'ın; bilmiyorum, belki de öyledir. Ama, öte taraftan, ekonomik anlamda da –benim baktığım yerden– 28 Şubat bir anti-devletçi harekettir. Ve, siyasi açıdan mağlup olmuş olsa bile (ki, bence, o da çok tartışmalıdır; Susurluk hiç de açıklığa kavuşmuş değil çünkü), ekonomik anti-devletçiliği başarılı olmuş ve –öyle ya da böyle– anti-devletçi bir iktidara zemin hazırlamış, imkan tanımış ve yol açmıştır.
Tıpkı, vaktiyle Türkeş'in “fikriyatımız iktidarda, biz hapiste” deyişi gibi bence.. 28 Şubat'ın anti-devletçiliği bilahhın iktidarda, kendisi ise günah keçisi yapılıyor.. Bu bakımdan, 28 Şubat'ın hakkının yendiğini söylemek gerekiyor.
'Havuz sistemi' ile adam edebileceğimiz çok sayıda şirketi yok pahasına ve apar topar sattık. İç ve dış borçlarımız katlanarak arttı, bunların siyasi yansımalarının ne olacağı hakkında en ufak fikrimiz –ve, çok sükür, endişemiz de– yok...
Ama, olsun; Susurluk'u çözemedik ve çözmeğe de pek niyetimiz de yok; fakat o lanet olası 'dinci' iktidardan gitti ya, “oh, kurtulduk !”... yani, 28 Şubat'ın başarısız olduğunu söyleyebiliriz..
Öyle değil mi?
Ya da, eğer 'acı acıyı, su sancıyı bastırır' sözü anlamlıysa ve Susurluk'u 28 Şubat perdelemiş ise, 28 Şubat'ı ne perdeliyor acaba?..