Küpeli Horoz: Uluslararası Güvenlik Konferansı

Sivas Türküleri deyip geçecek bir babayiğit düşünemiyorum; hepsi hem güzeldir hem de anlamlı. Anlamları ister kendinden menkul olur, isterse de konjonktürel..

Mesela, sözleri şöyle olan güzelim bir türkü de vardır Sivas dolaylarında.. [*]

Horozumu kaçırdılar Damdan dama uçurdular Suyuna da pilav pişirdiler Bîli gâh bîli gâh bîli bîli gâh gâh Küpeli horozum Kar beyazım Bir sabah kalktım Avluya baktım Aradım taradım bağırdım çağırdım Bîli gâh bîli gâh bîli bîli gâh gâh Küpeli horozum Kar beyazım Kanadı var kilim gibi İbiği var elim gibi Acısı var ölüm gibi Bîli gâh bîli gâh bîli bîli gâh gâh Küpeli horozum Kar beyazım

[*: Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiş olan bu türkünün, Erzincan, Eskişehir, İstanbul ve Kayseri yörelerinde de çeşitlemeleri vardır. Hatta, yanlış hatırlamıyorsam, bir de Denizli versiyonu vardı --ya da, Özay Gönlüm tarafından söylendiği için Denizli versiyonu olduğunu düşünmüş olabilirim.]

Konumuz, tabii ki güzel türkülerimiz değil. Onları yazan yazmış okuyan okuyor. Ben ise, sadece ilk iki üçlüğünü azıcık değiştirmek istiyorum:

Huzurumu kaçırdılar Hrant Dink'i de vurdular Cambaz zikredip durdular Bîli gâh bîli gâh bîli bîli gâh gâh Heyecanlı ahalim Al beyazım

Evet, bu benim istediğime yakın sayılır.. Ve, konuya girişe yardımcı olur.

Peki de, 'Konumuz ne?' diye sormayacaksınız herhalde.. Çünkü, açıkça bu yazının başlığında var: Uluslararası Güvenlik Konferansı, bu sene 43üncüsü Almanya'nın Münih kentinde yapılan, ve dünyada konu ile ilgili laf edecek olan herkesin katıldığı konferans...

Bu Davos'tan farklı. Davos, daha çok para babalarının katıldığı ve değişik ülkelerin siyasetçilerine ne yapmaları gerektiğini söyledikleri, talimatlar verdikleri bir konferans; bu farklı. Farkı ise, burada daha çok devlet taifesi konuşuyor. Bunun da başlıca sebebi, bence, 11 Eylül ile birlikte değişen paradigma.

Artık, 11 Eylül'den beri, ciddi değişikler var ve yansımaları da var. Bunların bir kısmı hoş değil, bir kısmı da küreselleşmenin hoş olmayan kısımlarını düzeltmek peşinde olduğu için bence makbul. Yani karışık duygularım devam ediyor. Bunun da bence çok şaşırtıcı tarafı yok; bitince musalla taşında olacağımı düşünüyorum --ya da bitmesi için o gerekiyor.

Neyse.

43üncü Münih (Uluslararası) Güvenlik Konferansı..

İlginç bulduğum şeylerin başında, bu konuda basınımzda dişe dokunur bir şey görmeyişim geliyor. Davos, Emmy, Oscar ve Cannes gibi diğer önemli toplantılarda kimin hangi elle su içtiğini, kime göz kırptığını eksiksiz raporlaya basınımız bu konferansı önemsiz görmüş nedense.

Hakı da olabilirler. Sonuçta burada dağıtılan şeyle öyle insanın eliyle tutacağı kadar küçük ödüller değil, dağıtılan şeyler kişilere ödül değil ve ayrıca bir bankadaki hesapta da bunun değeri derhal görülemiyor.

Peki de, ne oluyor acaba?

Tam olarak biliyor olsaydım, soru işaretleri ile dolu bir yazı yazmazdım. Neyin ne olduğunu tek başıma çıkarsayacak kapasitede değilim; başka çok sayıda insanın katkısı lazım.

Biraz iddialı olacak belki, ama bu sanki modern bir Yalta konferansı gibi bir şey. yepyeni bir dünya tasavvuru var masada bence. Yüzdeyüz emin değilim, ama sanki tekrar iki-kutuplu dünyaya geri dönüyoruz. Bir tane tek, artı, iki tane de buçuk mu, yoksa birbuçuktan iki mi bilmiyorum.

"Global Krizler-Global Sorumluluk" şiarıyla toplandılar.

Bu ne demek?

Nelerin sahibi olduklarını mı söylüyorlar? Yani, 'global krizler de global sorumluluk da bize ait' mi diyorlar?

Ortada çok ilginç bir durum var: Herkes, hilafsız herkes, terörizme karşı. Karşı gibi görünüyorlar... Da.. bütün dünyanın karşı olduğu bu terörizmin nereden ve nasıl beslendiği sorusun cevabı nedir acaba?...

Bunun yanında, ilginç öneriler de olmadı değil. Mesela, 'asimetrik hücuma asimetrik cevap' önerisi Rusya Savunma bakanında gelmiş gibi görünüyor. Onların en büyük derdi, 'islami terörizm' --ne demekse...

İran'ın nükleer konulardaki başmüzakerecisi de, başka şeylerin yanısıra, 'İslam, Hiristiyanlık, Musevilik dahil bütün semavi dinlerin tektanrılı prensipler etrafında bir araya gelmesi'ni önermiş. Evet, yanlış okumadınız 'İslam, Hiristiyanlık, Musevilik dahil bütün semavi dinlerin' demiş. Tektanrılı prensipler atrafında kenetlenmek önerisinin nükleer konulardaki başmüzakereci tarafından dile getirilmiş olması da ilginç tabii.

Fakat, asıl ses getiren konuşmayı da Rusya Devlet başkanı Putin yapmış. Denokrasi havarisi kesilenlerin, uluslararası konularda hiç de demokratik davranmadığının altini çizmiş ve tek kutuplu dünyanın kabul edilemez olduğunu vergulamış. Bunun da medeniyetlerin temel dayanağı olan ahlakîlikle çeliştiğini eklemiş.. Eskisinden çok daha fazla ve jeyfi güç kullanımının bugün görüldüğünü, bunun da bugünkü modelin uygun olmadığına işaret ettiğini söylemiş. [Bu ilginç konuşmanın tam metninin tercümesini Türk Silahlı Kuvvetleri'nin resmi sitesinde okuyabilirsiniz]

Bütün bunlara cevaplar veren ABD Dışişleri Bakanının konuşmasını bir şaç defa okudum, ama onun da Putin gibi istihbarat örgütü mazisi olduğundan başka dediklerinden pek bir şey anlamadım.

Sonuçta, gördüğüm o ki: O onu demiş, bu bunu demişler güzel de, ne demek istediklerini bulup çıkartmak kolay değil --hele de biz faniler için.

Biraz bakındım ve bizim basınımızda 'düşünenler'in ne dediklerini dile getirenler kıymetli köşe yazarlarımızdan bu konulara pek değinen olmamış.

Tabii bunun bazı istisnaları da yok değil. Putin'in sözlerini günlük dile tercüme etmek konusunda Sabah Gazetesinde Muharrem Sarıkaya'nın şu yazısı bir hayli başarılı sayılır.

Yeni Şafak'tan Taha Kıvanç ise, kendisinden beklenenin aksine, esasen hiç bir şey yazmamak için bir makale kaleme almış.

Zaman Gazetesinde de Konferansın başlayıp bittiğini haber vermek dışında bir şey bulamadım.

Radikal Gazetesi bu konuda en geniş ilgiyi gösterenlerin başıda geliyor. Ceyda Karan'ın yazısı okunmağa değer. Murat Yetkin'in bu yazısı da oldukça iyi ve tarihsel çerçeveye de yardımcı olduğu için okunmalı bence.

Milliyet Gazetesinde Fikret Bila da bu konuda kısa ve özlü bir yazı yazmış. Çzlüden kastım da daha çok bir özet mahiyetinde oluşu..

Hürriyet gazetesinde dişe dokunur bir şey ile karşılaşmadım. Ayşe Arman bile konuya ilgi duymamış..

Neyse...

Bu konularda daha yukarılardan bakabilen birkaç kişiden birisi olduğun düşündüğüm Mahir Kaynak, Star Gazetesinde 18 Şubat 2007 tarihinde benim aradığım türden bir analiz yazmış.

Metnin tamamını aşağıya alıyorum:

Neredeyiz?

Putin’in sözleri yeni bir kutuplaşmanın başlangıcı olarak algılandı. Yani bugüne kadar yaşanan çatışmalar mücadelenin sadece bir ön hazırlığıydı ve gerçek taraflar yeni ortaya çıkıyordu. Yaşadığımız dönem geçmişteki örneklerine benzemiyordu. Eskiden savaş ilan edilirdi, saflar belliydi ve büyük bir mücadelenin sonunda yeni bir düzen kurulurdu.

Oysa şimdi kimin nerede bulunduğu, niçin savaşıldığı ve nasıl biteceği bilinmiyordu. Hem çatışmanın petrol için yapıldığı söyleniyor hem de fosil yakıtlardan vazgeçmek için büyük çabalar harcanıyordu. Yaşadıklarımızı açıklamak için söylenenlerin içinde çelişkisiz bir cümle bile bulmak mümkün değildi.

Yarım asırdır nükleer silahlara sahip olan ve bunları istediği her yere ulaştırabilen büyük güçler İran’ın yapmağa çalıştığı iddia edilen bir nükleer bombadan ve onu taşıyacak füzelerden endişe ediyordu.

Rusya tek kutuplu dünya modelinin gerçekleşmeyeceğini söyleyerek bir mücadelenin başlangıcında olduğumuzu mu yoksa sonuna geldiğimizi mi ilan ediyordu? Bu sözler dünyanın küresel bir köy olduğunu, ulus devletlerin sonunun geldiğini ve dünyayı küresel bir gücün yöneteceğini söyleyenlere karşı açılan bir savaş mıydı, yoksa bu mücadelenin sona erdiği ve küreselciliğin bittiği anlamını mı taşıyordu?

Genel kanı tek kutuplu ve egemen gücün küresel sermaye olduğu bir dünyanın bir Amerikan projesi olduğu biçimindeydi. Küreselci ve tek kutuplu dünya modelini savunanların ve bunu gerçekleştirmeye çalışanların ABD’de yerleşik olmaları bu düşünceyi pekiştiriyordu. Oysa tek kutuplu dünya ABD’nin egemen olduğu bir dünyayı değil, ABD’nin de dahil olduğu tüm dünyayı devletleri aşan bir gücün kontrol etmesi anlamına geliyordu ve böyle bir dünyada ABD’nin diğerlerinden bir farkı olmayacaktı.

Modeli, herkes, bir ABD hegemonyası olarak algıladı. Şöyle bir benzetme yapabiliriz. Türkiye’nin başşehri Ankara’dır ama Türkiye’yi Ankaralılar yönetmemektedir. Küresel gücün merkezinin ABD’de olması onu ayrıcalıklı kılmazdı.

Ben Putin’in sözlerini ve tek kutuplu dünya düşüncesinin sona erdiğinin ilanını bir çatışmanın başlangıcı olarak değil bir mücadelenin sona ermesi olarak algılıyorum. Dünya üzerindeki yeni dengenin tarafları şekillenmekte ve bunların baş aktörlerinin ABD ve Rusya olacağı ilan edilmektedir.

Önümüzdeki dönemde küresel sermayenin bir üretim üssü olarak kullandığı ve sermaye sağlayarak bu üretimi desteklediği Çin kontrol altına alınacak ve hem aşırı doğal kaynak kullanımı hem de diğer ülkelerle rekabeti engellenecektir.

AB projesinin sona ermesi, dağılan birliğin taraflar arasında paylaşılması en güçlü ihtimal olarak görünmektedir.

Bugüne kadar tek kutuplu dünya modeline göre politikalar belirleyen ülkemizin bu yeni duruma göre tavır alması ve yeni dengeye uygun bir yapılanma sergilemesi kaçınılmaz görünüyor.

Mahir Hocanın bu analizini geri dönüp birkaç defa daha okuyacağım; ama şu haliyle dahi itiraz edecek çok şey bulamıyorum.

Yalta Konferansı da mağlupların toprakları üzerinde yapılmamıştı, dolayısı ile bu toplantının Avrupa Birliğinde yapılmış olmasını çok fazla anlamlandıracak değilim. Ana, evet, bence de AB, bir 'valla, ilginç bir denemeydi, ama tutmadı' nostaljisi olarak kalacak hafızalarda galiba.

Biz mi?

Bizim için bunlar önemli değil pek..

Toprağı bol olsun, Hrant Dink'in ölümü bize kerameti kendinden menkul fakat anlamsız uzun tartışmalarla dolu bir iki hafta yaşattı. Bir şey çözmedik, ama olsun --tartışabildiğimizi gösterdik.