Hasan Pulur. Nalına da mıhına da...

Hasan Pulur'u eskiden çok daha sık okurdum. Uzun zamandır okumadım. Hata etmiş olduğumu anlıyorum. Hasan Pulur'un bu söyleşisine Yeni Şafak gazetesinde rastladım. Uzun zamandır özlediğim türden bir dürüstlük taşıdığını söyleyebilirim. Dobra dobra, hem nalına hem de mıhına vuruyor. Korkacak bir şeyi olmayanlardan... Daha da önemlisi, bunu örtmeyecek kadar da dürüst... Darısı diğer duayenlerin başına.. Darıyla olcaksa silolarla darı temenni ediyorum..

Siyasetçi gazeteciye nasıl bakıyor?
Genelde nasıl kullanabilirim diye bakar. Şu 'abi' lafı araya girdiği zaman gazeteci ile politikacı arasındaki mesafe kayboluyor. Gazetecileri en iyi kullanan Özal'dır. Keyifle anlatırdı... Bir konuyu gündem getirecekse, ünlü bir gazeteciyi arar, o da ertesi gün köşesinde "Başbakan beni aradı, şunları konuştuk" diye yazar, Özal işini yaparken, gazeteci de bunu kendinden bilirdi... Büyükanıt'ın Harp Akademileri konuşması üzerine bir hafta önceden o kadar çok yayın yapıldı ki... Gazetecileri, kamuoyunu yönlendirmede araç olarak mı kullanıyorlar sorusunu akla getiriyor Özal örneği Bunu bize kimse dayatmıyor, kendiliğimizden yapıyoruz. Bu meslek her zaman güçten yana tavır koymuştur. Bürokrasi de öyledir. Anayasa Mahkemesi 12 Eylül'den sonra biat etti. 28 Şubat'ta Onuncu Yıl Marşı'nı kim söyledi.
Meslekte 50 yılı devirdiniz. Üç modern, bir de postmodern darbeye tanık oldunuz...
Birkaç küçük gazete hariç Türk basını 27 Mayıs'ı 'hoş geldin' diye karşıladı. 12 Mart'ta basın tipik bir şaşkınlık içindeydi. Sıkıyönetimle geldiğinden kimse sesini fazla çıkaramadı. Asker varken bizde kimse kahramanlık yapamaz... 12 Eylül'ün ilk günlerinde çoğunluk darbeyi 'can pazarından kurtuluş' olarak gördü. Sesini çıkartmayanlar daha sonra esip kükrer oldular.
28 Şubat...
28 Şubat'ı bunlardan ayıran 'ateşi maşa ile tutmak' tır. Onuncu Yıl Marşı modası çıktı. Hakimler, savcılar, sivil toplumcular toplanıyor, yürüyüşler yapılıyor, marş söyleniyordu. Askere kimler biat etmedi ki? Sorunlar darbesiz de çözülebilirdi. Darbede askerler kadar siviller de suçludur. Büyük basın 28 Şubat'ın yanındaydı, ortamını da hazırlamıştı. 27 Mayıs'tan beri, darbelere ilk zamanlarında basının tepki gösterdiğini hiç görmedim.
Basın darbelerin hep içinde mi olur?
Bilerek veya bilmeyerek içinde yer alır. Basın sadece askerin değil siyasi süreçlerin de içindedir.
Siz darbelere destek verdiniz mi?
27 Mayıs'a gönülden destek verdim, 28 Şubat'a ciddi bir desteğim olmadı, ama iktidarın laiklik karşıtı davranışlarını eleştirdim. Fakat "bizi ancak asker kurtarır" diye bir yaklaşıma girmedim. Benim 27 Mayısçılarla, 12 Martçılarla, 12 Eylülcülerle ciddi ilişkilerim oldu, ama 28 Şubatçılarla hiç ilişkim olmadı. Aralarında bir tek Çevik Bir'i tanırdım. Onu da Evren'in yaveriyken tanıdım. Askeri yönetimlerin gazete kapatma yetkisi oldukça, gazeteler onlara direnemez. 'Direnmek ister mi' dersen, o da ayrı bir mesele. Çok önemli bir gazete patronu "Benim için hiçbir şey ifade etmez. Komünistler gelirse onları da desteklerim. Yeter ki, gazetemi çıkartayım, işlerimi yürüteyim" derdi hep. Türkiye'de işler o kadar çok ideolojik-teorik değildir, daha çok pratiktir.
Basının askerlerle en fazla işbirliği yaptığı darbe hangisidir?
27 Mayıs ve 28 Şubat. 12 Eylül'de gönüllü olarak değil ama fiili olarak desteklenmiştir.
Asker, ortam hazırlamada medyayı mı kullanıyor?
Bu işi yapanlar o konularda çok iyi yetişmiş kurmaylardır. Psikolojik savaşın nasıl yapılacağını, medyanın nasıl kullanılacağını askerler ile emniyet çok iyi bilir. Bugün üniversitelerde sosyolog, psikolog olarak geçinenler bunların farkında bile değildir. 28 Şubat psikolojik mücadelenin başarıyla uygulandığı bir süreçtir. Öyle ki 28 Şubat sivil ve askerlerin ortak eylemi haline geldi. Bir iki yayın organı dışında karşı çıkanı görmedim, görmüyorum. O gün kendilerine 'sivil başçavuş' lakapları takılanlar şimdi kahramanca liberal demokrasiyi, düşünce özgürlüğünü savunuyorlar. Peki kışlalara gidip ağırlananlar kimdi?
Kimdi?
Gazetecileri alıp orduları tanıtma amacıyla kışlalara götürdüler. Kışlada yatırdılar gazetecileri ve geceleyin korksunlar diye de dışarıdaki nöbetçilere havaya ateş emri verdiler. Bunları bana Çevik Bir anlatmıştı.
Medya desteği olmasaydı 28 Şubat başarısız mı olurdu?
Basının rolü elbette çok büyüktür, ama askerler bir şeyi kafaya koymuşlarsa onu engellemek mümkün değildir. 28 Şubat'ı basın desteklemeyebilirdi. Sıkıyönetim, kapatılma tehlikesi falan yoktu, psikolojik baskı vardı ama, işte Aydın Doğan da askerlerden gelen baskıya direnebilmiştir. Gazetecileri savunan bir patronun olduğu görüldü. 28 Şubatçıların isteği ile Mehmet Barlas, Canan Barlas, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar Sabah'tan uzaklaştırıldılar. Aydın Bey'den de Milliyet'te bazı yazarların işine son verilmesi istendi. Aydın Bey, direndi, hiçbir yazarını kurban vermedi. Dinç Bilgin işsiz kaldı fakat 28 Şubat 'höt' deyince işten çıkarttıkları issiz kalmadı.
Andıç Sabah ve Hürriyet'te yayınlandı?
Andıçı yayınlamak başka benimsemek başka. Sadece andıç değil, bir de manipülasyon haberler vardı. Dinç Bilgin o haberlerin Ankara'da nasıl hazırlanıp İstanbul'a servis edildiğini anlattı...
Ankara büroları mı devrede?
Siyasilerle, askerlerle, bürokratlarla en yakın olanlar gazetelerin Ankara bürolarıdır. 28 Şubat döneminde de bürolardan insanlar çağrılıyor ve haberler yazdırılıyordu. Bunlar en büyük arızalarımızdır bizim. Asker kendi propagandasını yapıyor ama benim meslektaşım niye gidip ona alet oluyor? Bu meslekte hiç kimseye yaptığı yanlışın hesabı sorulmamıştır...
Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel de sürece hız verdi...
Süleyman o gün laikti, önde gidiyordu. Mozart dinleyip 'işte çağdaş Türkiye" diye nutuk atıyordu. Bugün de aynı. Daha önce Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan'ın idamına 'evet' oyu veriyordu, grubuna dönüp vermeyen var mı diye sayıyordu. Bugünlerde, saygı duyduğum bazı insanlar da onun arkasına düşmüşler AKP'ye karşı ondan medet umuyorlar.
Lüks yaşayanlar habere koşar mı ki?
Erol Simavi, Zürih'te kendisinin pahalı diye girmediği bir otelden, bir gazetecinin ailesiyle birlikte çıktığını görünce şaşırmış. İş o hale geldi ki insan anlatırken utanıyor. 99 depreminde gazetenin yazarları Yalova'ya gidecekler, bazı yazarlarımız, "klimalı araba yoksa gitmem" demişler. Gazetecilik ilkelerine de pek fazla inanmıyoruz artık. Rüzgarla görüşlerini değiştiren çok insan vardır gazetecilikte.
Mehmet Yılmaz Milliyet'te yayın yönetmeni olunca ilk sizin odanıza gelmiş öyle mi?
Sanırım ilk ziyareti bana yaptı, "beraberiz" dedi. "Yaptıkların kabul edilebilir ama yöntemin biraz yanlış. Dozer gibi girdin araziye" dedim. Bu büyük bir tasfiyeyi Mehmet'in tek başına yapması mümkün değildi. Demek ki yönetimle anlaşmış. Babıali'nin en büyük tasfiyesini yaptı. Eski Milliyet'ten iz kalmasını pek istemedi, ama yaptığı gazete çok başarılı olamadı.
Milliyet'te neden istikrar oluşmuyor?
Abdi Bey'den sonra adı 'satılığa' çıktı. Dümende çok adam değişti. Çoğu Milliyet'i atlama taşı olarak gördü. Aydın Bey de satış konusunda sabıkalıdır, Korkmaz Yiğit'e sattı.
Milliyet'i neden sattı Aydın Doğan?
Milliyet'in satılışı bir Mesut Yılmaz operasyonudur. Ne övgüler yazıldı yeni patron için o gün... İlk günden dolar üzerinden transfer parası alanlar olmuş. Çakıcı'nın kasetleri ortaya çıkınca millet cesaretlendi. Ecevit de Aydın Bey'i aramış; "Cumhuriyetin yetmiş beşinci yılına sizin de bir katkınız olsun, Milliyet'i geri alın" demiş. Kimisi sevinirken, kimisi de "ulan ben birtakım haltlar yedim, şimdi ne diyeceğiz patrona" hesabı içindeydi.
Onlardan hâlâ Milliyet'te olan var mı?
Birkaç tanesi var.
"Nasıl köşe yazarı olunur" yazınızda 'yatak odası' göndermeniz eleştirildi?
Bir kız çıkıyor birden bire star olmuyor, dergi ve gazetelerde köşe yazarı oluyor. Sonra kız anlatıyor ki, bütün bunları şunun bunun tezgahından geçerek yapıyor. Falanın koynundan çıktım diye kendisi yazıyor, 4 ay peşinden koştum şimdi iki yıldır beraber yaşıyoruz diyor. Eski dönemde barlardan takılan meslektaşlarımız vardı, bunlar da onun başka türlüsü.
Münferit bir olay mı, müesseseleşmiş bir yapı mı bu?
Müesseseleştirilmiş. Gazeteler bu açıdan taciz altındadır.
Bazı kadın yazarlar için bu müessese işliyorsa, erkekler hak ederek mi oralarda duruyorlar?
Kadınları o hala getirenler erkekler zaten. Meslekte bütün kadınların böyle olduğunu söylemiyorum, zaten kendini bilen kadın yazarlar üzerlerine alınmadılar. Kastım zaten belli. Hıncal Uluç, "benim köpekliğim uzun sürmesin" diyor. Ne seviyedir bu? Ölçümüz kalmadı. Mankenler omuzlarında dolaşıyor. Bir politikacı sırtında mankenle fotoğraf çektirse adama yapmadığımız kalmaz. Bizim meslekten birisi de, hadi onurdan vazgeçtim, hiç değilse bir politikacı kadar ciddi olmalı. Bir politikacı İstiklal Caddesi'nde sıradan bir karıyı koluna takarak dolaşır mı? Ama bizimkiler o tür kadınlarla kokteyllere geliyor.
Haşmet Babaoğlu'nun yazısını nasıl buldunuz?
Böyle bir nesilden bunu bekliyordum. Bana yakışmadı, ama tahammül edilemez hale geldi, söyledim. Konsey'e şikayet etmişler. Dedim ki, ne uzlaşma teklif ediyorum, ne de özür diliyorum, şu yazıları okuyun.
Bunca yılın sonunda geriye doğru baktığınızda ne diyorsunuz?
Değer miydi diye bir soru geliyor aklıma. İnsanı derin bir muhasebe bekliyor.
Dinç Bilgin'in ifşaatları size ne diyor?
Anlattıkları onun yapısına çok uygundu. İktidar ve para insanın aklını başından alıyor ve kendinde birtakım güçler vehmettirmeye başlıyor. "Ben kazandığım kadar dağıttım" diyor. Kime dağıttı onu merak ediyorum. Gazeteciler para kazansınlar ama hak ederek. Bu mesleği para kazanılır hale getiren Cüneri Civaoğlu'dur.
Asker telkiniyle hiç yazı yazdınız mı?
Açıktan olmadı, ama asker zamanında öyle şeyler anlattı ki hepsi telkin olarak kaldı. Bu işleri iyi yaparlar.
Yayınlayamadığınız yazı oldu mu?
Çekerim tehdidi yaptığım oldu. Yaz işleri ile yazar uyumlu çalışmalı. "Yazıma dokundurtmam" lafı olmaz. Ertuğrul'un dediği gibi köşeler babamızın malı değil, ama biz de babalarının yazarı değiliz.
Gazetelerde patronun iktidarla ilişkilerini yürüten özel 'gazeteciler' olur mu?
Her zaman olur. Ama bu işe akıllı bir genel yayın müdürü kendisi girmez. Muhtemel iktidarlarla ilişkiyi götüren arkadaşlarımız vardır.
Bu yazının içeriğinin her yeri bence çok kıymetli, ama, çok yeri de hem daha önce Jazetta'da, hem de İzlenimler'de konuştuklarımıza cevap oluyor.. ben dediğim zaman yeterli olmayabilen cevaplar yani.. Her dediğğinin doğru olduğuna ben karar verecek değilim tabii ki, ama, dediği şeyler benim dediklerim ya da diyeceklerimle bir hayli örtüşüyor. Yazıda çok az bir format değişikliği yaptım. Sadece ara başlıkları kaldırdım. Soru ve cevaplar benim için yeterliydi çünkü.