Hrant Dink'ten Koçgiri Aşiretine

Bu yazı, 04 Şubat 2007'de Radikal Gazetesinde (Radikal 2'de), Naci Kutlay imzasıyla, yayınlanmış.

Naci Kutlay'ı kısaca söyle tanıyabiliriz {kendi kaleminden --çok hafif redakte ederek aktarıyorum}:

Ben, M. Naci Kutlay, 1931 doğumlu ve Ağrı’lıyım. Emekli doktorum. Ankara’da oturuyorum.

Kürt tarihi ve sosyolojisi üzerinde çalışmalarım, Kürtçe roman ve çevirilerim oldu. Gazete ve dergilere çoğu Kürtler konusunda olmak üzere makale ve öyküler yazdım.

"İttihat-Terakki ve Kürtler", "Zevîyên Soro" (Kürtçe roman), "Soro’nun Toprakları" (Zevîyên Soro’nun Türkçesi), "Kırkdokuzlar Dosyası", "Kürt Kimlik Oluşum Süreci", "Evîna Cemîlê" (Cengiz Aytmatov’dan tercüme roman), "Anılarım", "Dê û Damarî" (Egîdê Xudo’dan Latin Alfabesine transkription), "21. Yüzyıla Girerken Kürtler", "Türk Siyasal İslamcılığında Kürt Damarları" kitaplarım yayınlandı.

Diyarbakır DDKO kuruculuğu ve yöneticiliğinde bulundum. DEHAP ve HADEP Genel Başkan Yardımcılıklarında bulundum.

Şimdi, Demokratik Toplum Partisi’nde Parti Meclis Üyesi olarak siyasi çalışmalarımı sürdürüyorum.

Yazının kendisi de bu {bunu da okunabilirlik açısından biraz formatladım.}

Hrant Dink, Kürtler ve Ermeniler

Beş yıl önce Antalya Belek'te insan hakları, şiddet ve travmaların onarımı konularını ele alan bir toplantıdaydık. Geniş katılımlı toplantıda İHD, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İHV, Mazlum Der, akademisyenler ve sivil toplum örgütlerinin önde gelenleri vardı. Birkaç gün süren verimli çalışmalar oldu.

Hrant Dink de aramızdaydı, yakından tanıma olanağı buldum. Alt çalışma gruplarından birinde Hrant Dink, Mithat Sancar, Murat Belge, Mehmet Bekaroğlu, Taha Parla ve daha birçok arkadaş vardı.

Şiddet ve toplumdaki travmaların onarımı, bu arada Kürt sorunu ve azınlıkların durumu irdelendi. Hemen sağımdaydı Hrant. Söylemleri öyle yumuşak değildi; kesin, kararlı ve kuşku tanımaz cinstendi. Belki hemen kabulleneceğiniz şeyler olmayabilir, ancak görüşlerini savunurken karşısındakini doyuran, tatmin eden bir inandırıcılık ve dürüstlük vardı.

Dikkatle onu anlamaya çalışıyordum. Çünkü söyleyeceklerim Hrant'ı ve ait olduğu toplumu doğrudan ilgilendiriyordu. Kürtlerle Ermenilerin yaşadıkları olumsuzluklara değinmek istiyordum, bir Kürt olarak tavrımı koymalıydım ortaya. Yaşananlardan, payıma düştüğü kadar özür dilemeliydim.

12 Mart 1971 askeri darbesi Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde TİP'li ve Kürt aydınlarından birçok arkadaşımın annesinin ya da ninesinin Ermeni olduğunu öğrendim. Mahkemeye gelen istihbarat raporlarında açıklanıyordu. Hem de en yakın arkadaşlarımın. Nasıl sindiriliyor insanlar? Kimliklerini nasıl saklayabilmişler?

Bunları duyunca ne demem ve düşünmem gerekiyordu? Bir kısmı gerçekten "dönme"leşmişti, ancak "dönmeliği kabullenme" zorunda olanlar çoğunluktaydı. Konuya daha somut duyarlı oldum. Makalenin kapsamını düşünerek kısaca değineyim.

HADEP, DEHAP ve DTP geleneğindeki arkadaş, yönetici ve aydınlarla sohbetlerim oldu. Ailesinde Ermeni olan çok kişiyi dinledim. Duyguları ve gerçeğe bakışları, dünyama zenginlik kattı. Her söyleşide, Kürtlerin Ermeni kırımlarındaki rollerini görüyordum. Herkesin pişmanlığını, kırgınlığını, utangaçlığını ve içlerinin burukluğunu hissediyordum. Kuşkum yoktu.

Kürtler de kötü günler yaşamıştı, ancak Kürtler Ermenilere çok yapmıştı. Halife-i ruyi zemin Abdülhamid ve İttihatçı devletin yönlendirmeleri hep yazıldı. Ermenilerin devletleşerek Kürtleri ezecekleri söylendi. Fanatik Müslüman ve din hocalarının, ağa ve beylerin Ermeni mallarına tamah etmeleri yaptırdı bunları. "Tehcir"de malları, paraları, toprakları, sağlıklı ve güzel kızları ellerinden alındı.

Ergani'de 'Gül' ağalar sonradan "Güldoğan" soyadını aldılar, hem Ermenilerin altınlarını aldılar hem de öldürüp Dicle nehri'ne attılar. Sevgili Dr. Av. Canip Yıldırım anlatır; Ermeni tehcirinde evlerine sığınan küçük Lamia büyür ve akrabası Fevzi Bey'le evlenir. Geceleri korkan Canip annesinin değil Lamia'nın kucağına sığınır.

Av. Tahsin Ekinci şimdi 80 yaşında. Licelidir. Anlattıkları çok sarsıcı: Bir kuşak öncesinden, bizzat tanık olan Abdo anlatıyor Ekinci'ye. Lice'de Kirivê Musa adında Kürtçe türküleri çok duyarak söyleyen bir Ermeni var. Aralarında Musa'nın da bulunduğu birkaç Ermeniyi Lice dışında öldürmek üzere götürürler. Kendisinden son bir kez Kürtçe türkü dinlemek isterler. Şaşkın ve dili dolanan Musa türkü söyleyemez, ama şöyle der: "Dewr dewra Tırkan e/ Roj roja Kurdan e/ Ferman li me Fila ne/ Devir Türklerin devri/ Gün Kürtlerin günü/ Ferman da biz Ermenilerin". Bilindiği gibi "Ferman" öldürülme emri demek.

Hanili Av. Sabir Karaozan, öleli çok olmadı. Diyarbakır Tüccarlar Kulübü'nde arkadaşları -Av. Tahsin Ekinci de içinde- sordular: "Sabir Ağabey, neydi o Ermeni sürgünleri ve olayları?" Yakın tarihte ölen Sabir Bey, Diyarbakır'da genç bir hakim; Diyarbakır Valisi de İttihat Terakki'nin kurucularından Çerkez Dr. M. Reşit Bey. Ermeni kırımlarını organize ediyor. Kırım nedeniyle tutuklandı, hapishaneden kaçtı ve yakalanacağını anlayınca intihar etti.

Sabir Bey, Dicle nehrinin kuzeyinde bir köye keşfe giderken, yolun kenarına uzatılmış cesetler görür. Yanında da İttihatçı Yasinzade Şevki Bey var. "İşte Ermeniler bunları öldürüp bu hale getirdiler" der. Ancak Sabir Bey cesetlerin sarıkları, sakalları ve giyimlerini Müslümanlara benzetmez ve kuşkulanır. Keşif yapmadan Diyarbakır'a döner. Memleketin huzurunu düşünerek Vali'ye çıkıp anlatır. Vali bozulur. Sabir Bey'in hakimliğine bakmadan, "Ne sen bana geldin, ne bir şey gördün, hepsi bu kadar" der.

Sabir Bey Diyarbakır Tüccarlar Kulübü'nde "Beyim işte Ermeni olayları böyle oldu" der. Dirabakırlı Fevzi Pirinççizade, Zülfi Bey (Tigrel), Ziya Gökalp ve Süleyman Nazif Ermeni kırımları nedeniyle tutuklanıp Malta'ya sürüldüler.

Kürt illerindeki 1894-96 ve 1909 Adana Olayları'ndaki Ermeni öldürülmeleri ise çok az dile getiriliyor. 1915-16 tehcir kırımlarının büyüklüğü nedeniyle olmalı. 1915 yılında Diyarbakır Valisi Reşit Bey, Diyarbakır eşraf ve feodallerinden oluşturduğu "milis" güçlerle Ermeni karşıtlığını ve kırımları organize etti.

Cemilpaşazade Mustafa milis albay, Yasinzade Şevki Bey binbaşı, Zazazade Hacı Süleyman, Cerciszade Abdülkerim, Direkçizade Tahir, Pirinççizade Sıtkı yüzbaşı, Halifezade Salih, Ganizade Servet (Akkaynak), Muhtarzade Salih, Şeyhzade Kadri (Demiray), Piranizade Kemal (Önen), Yazıcızade Kemal, Haci Bekir milis teğmendiler. Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi, Ermenilere kötü davranmadığı için Vali M. Reşit tarafından Diyarbakır'a çağrıldığında yolda Çerkez Harun Çetesi tarafından öldürüldü.

Ancak Kürtlerden Ermenleri koruyanlar da çok hem de pek çok. Urfa, Harput, Diyarbakır yöreleri bu tür anlatımlarla dolu. Koçgiri aşiret reisi Mustafa Paşa, çocukları ve Müküs beyleri ve tüm Dersim yöresi Kürtleri böyle davrandılar. Hrant Dink'le olduğumuz toplantıda bunların bir bölümünü dile getirdim.

Gidenler geri gelmez, kayıplar giderilemez belki, yanlışı kabullenmek ve özür dilemek yarayı ve acıyı bir ölçüde hafifletir. Bu duygularımı söyledim. Çağımız, aydınların kendilerini sorgulamalarını gerektiriyor.

Birey ve topluluklar kendilerine uygulanan şiddet, baskı ve işkenceyi söz konusu ederler de, kendi yaptıklarını dile getirmezler. Böyle bir konumda olmak istemiyorum.

Japon İmparatoru Hirohito döneminde, ll. Dünya Savaşı yıllarında kadınların orduda seksüel araç olarak kullanılmaları, 1993'te Japon ve dünya kadınlarından özür dilenerek onarılmak istendi.

Almanların Auschwitz ölüm kamplarında gazla katlettikleri Yahudiler unutulmadı. Willy Brandt'ın özür dilemesi ölenleri geri getirmedi, ancak iyi bir davranış oldu. Alman toplumu suskunluğunu bozup özeleştiride bulundu. 2001'de Polonya Devlet Başkanı Aleksandr Kwasniewski, Jedwabne köyünde 1,600 Yahudi'nin ll. Dünya Savaşı'nda diri diri yakılmasından dolayı özür diledi.

Ülkemizde yeni koşulların yarattığı sosyal ve siyasal yapımızda olaylara böyle bir anlayışla yaklaşmalıyız. Irkçı milliyetçiliği aşmak gerekiyor. 6-7 Eylül Hareketi tamamen ırkçı öç almaydı. 27 Mayıs'ta, failleri bu ırkçı anlayışlarından değil, huzur bozuculuğu nedeniyle göstermelik yargıladık. 1988 Halepçe katliamını yapanların kılı bile kıpırdamadı.

1843 yılında, Botan Beyi Bedirhan Bey'in ve Hakkari Beyi Nurullah'ın öldürdükleri Nasturileri ve Yezidileri artık tartışmalı Kürt aydınları. 1918'de evine davet ettiği Asuri dini lider Mar Şamun'u yemekten sonra kucaklaşarak ayrıldığında, onu Kürt silahlı adamlarına öldürten Şikakili Simko (İsmail Ağa) Kürtlerin yüz karasıdır.

Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Bunları bir kez daha dile getirmeme Hrant Dink vesile oldu. Ölümü bile birçok iyi eylem ve düşünceye neden olan Hrant'ı Antalya'daki gibi yanımda hissediyorum. Rakel'in mektubunu ve yaşamını okuyunca, o birkaç günlük Antalya beraberliğini bir şans sayıyorum.

Naci beyin dediklerine, anafikir olarak itiraz edebileceğimi sanmıyorum. Bu yazıyı buraya alışımın sebebi de anafikrine itiraz etmek değil. Ben başka bir veçhesine değinmek istiyorum:

Bu yazıdan anladığım, ki bugüne kadar da hem bildiklerim hem de çıkarsadıklarım aşağı yukarı Naci beyin dedikleri ile örtüşür; Naci beyden temelde ayrılabileceğim tek nokta Koçgiri Aşireti hakkında söyledikleridir. Daha doğrusu, Koçgiri Aşiretinin bir Kürt aşireti olduğunu --lafın arasında-- söyleyip geçiştirmesidir.

Bence, Koçgiri Aşiretinin Kürt olduğunu söylemek hem kolay hem de pek isabetli değil. Çünkü, bu konu, kimin ne istediğine, yani ideolojisine bağlı olarak, değişik şekillerde dile getiriliyor.

Kimine göre, Koçgiri Aşireti bir Kürt aşiretidir; bunu da bu aşiretin önde gelenlerinin Kürdistan Teali Cemiyeti üyesi olmaları ve daha sonra da Koçgiri İsyanını başlatmış olmaları ile açıklamağa çalışıyorlar..

Aynı nefeste, Koçgiri Aşiretinin Alevi olduğunu da söylediklerinde bu konuda bazı müphemlikler akla zaten geliyor; çünkü Kürt Alevilerinin gerçekten Kürt olup olmadıkları hep tartışılagelen bir şey oldu.

Aşiretin önde gelenlerinin Kürdistan Teali Cemiyeti üyesi olmaları da çok belirleyici değildi, çünkü burada geçen Kürdistan ifadesinin etnik değil de coğrafi bir bölgeye atıfta bulunduğu ortadadır. Lazistan mebusunun da Laz olmak zorunda olmayışı gibi.

Kimine göre de, Koçgiri Aşireti bir Kürt aşireti filan değildir; sadece (Kürtçenin bir diyalekti olan) Kurmanci dilini kullanan bir (Alevi) Türkmen aşiretidir.

Nitekim, bölgede kendisini Koçgiri Aşireti mensubu sayan bir Alevi yörenin (Bahadun ve civar köyler) web sitesinde de şunlar yazılmaktadır:

Koçgiri aşireti aslen Türkmen olup kullandıkları dil Kurmancıdır. Dini inançları İslam, temelde ise Alevilik mezhebini benimsemişlerdir. Sivas´ın Zara ilçesine yerleşmiş 135 köy üzerine dağılmıştır.

Koçgiri aşiretinin Anadolu´ya ilk geldiği zamanlarda Sivas dolaylarında ortaya koyduğu yerleşim haritası, Refahiye nin çeşitli köyleri: Kuruçay, suşehri, Alucera, İmranlı´nın hemen hemen tüm köyleri, Zara´nın Acısu yöresi, Kızılırmağın Zara sınırına yakın köylerinde, Hafik´in güneydoğu Kangal ilçesinin Kavak bucağına kadar uzamış ve Koçgiri aşiretinin uzun süre egemenliğinde kalmıştır.

Aşiret başlıca 5 boydan, Sarolar, İbolar, Balolar, Zazalar, Gerniler, Zelikanlar, Pervaziler, Resuller, Hornetliler, Şadiller, İbolardan ayrılan Mıstolar, Geriler ve Kurneşilerden oluşmaktadır. Koçgirili İsi İbolardan olup Mustafa Paşa zade Haydar Bey ve kardeşi Alişan Bey olarak bilinirler.

Alaattin Keko Bata 1220 - 1237 düzenlenen soy kütüklerinde Koçgiri aşiretine yer verilmiştir. Soy kütüğüne göre Dersim'in Nazimiye yakınlarındaki Kalmanden'den göç ederek gelmiş Zara ve Bolucanda kısa sürelerle kalındıktan sonra Koçgiri ye gelip yerleşmişlerdir. 7 oğlu vardır; İbrahim, Mustafa, Balo, Saro, Perviz Laço ve İvazki.

Koçgiri halkı bu oğullardan türemiştir. Koçgiri adı Horosandan gelerek Dersim`e daha sonra Kanuni tarafından bu bölgeye yerleştirilen Türkmen aşiretinin adıdır.

Sultan Alaaddin´in o dönemde şah Manzur´a yine verdiği ayrı bir secerede 12 Türk aşiretlerinin adları vardır. Bunların arasında Koçgiri ve İzol aşiretlerinin adı da yer alır. Valideleri Şeyh Hasanlı, seyitleri ise Baba manzurludur. 1960 lı yıllarda köy adlarının değiştirilmesi sonucu Koçgiri köyünün adı Gümüşakar olarak değiştirilmiştir. Önceleri Kuruçay ilçesine bağlı iken günümüzde buranın bucaklaştırılması sonucu Gümüşakar bucak olmuş ve Refahiye ilçesine bağlanmıştır.

Ben, dolayısı ile, bu aşiretin Türk(men) ya da Kürt olduğunu iddia edecek değilim. Ben, bu konunun o kadar da kesin dille ifade edilecek türden olmadığını dikkate getirmek istiyorum.

Bunun üzerine bu kadar düşüşümün sebebi, Naci beyin diğer söyledikleri ile beraber okumak gerektiğini söylemek içindir.

Yani, evet, hem Ermeni meselesi, techir mi soykırım mı olduğu; hem bugün aramızda olmadığını söylediğimiz onca Ermeninin ne olduğu; hem de onların başına tam olarak ne geldiği, kimlerin Ermenilere tasallut ettiği ya da etmediği; veya Ermenilerin tam anlamıyla mazlum olup olmadıkları, başka birilerinin emellerine maşa olup olmadığı gibi bir sürü hala daha yeteri derecede aydınlanmış değil.

Naci bey, konunun bir cephesini aydınlatmağa çalışırken, malesef bir başka cephesini atlamış; yanlış aktarmış. Koçgiri Aşiretinin rolünü makbul tutarken, Koçgiri Aşiretini Kürtlerin hanesine yazmış.

Uzun yıllar Kürt muhtelif hareketlerinin içinde bulunmuş, Kürt tarihi ve sosyolojisi üzerinde çalışmaları olan bir entellektüelin yapmaması gereken bir yanlış olduğunu düşünerek, düzeltmek istedim.