Nesebi Gayr-i Sahih...
Yani, soyu sopu bilinmeyen... Yani, esasen, babası bilinmeyen çocuk.
Bunu biraz daha açalım.
Burada, babası bilinmeyenden kasıt, çocuğun kendi babasını bilmeyişi değil. Çünkü, çocuk daha doğmadan babası ölmüş olabilir, ya da terkedip gitmiş olabilir. Bu, o çocuğu nesebi gayr-i sahih yapmaz.
Evlilik-dışı bir ilişki sonucunda doğmuş, ama, babası belli olan çocuklardan da bahsetmiyoruz.
Evlilikten kasdım da, telli-duvaklı, fraklı-kalpaklı bir şeyler giyinip nikah defterine imza atmak filan gibi çok yeni icad edilmiş seremonilerle; biri erkek biri dişi, iki kişinin aralarından iplik geçmez durumların olabileceğini kamuya ilan etmek de değil.
İlanın nasıl yapıldığına bakılmaksızın, birbirlerinin cinsel organlarına erişimlerinin sözkonusu olduğu toplumca hem bilinen hem de kabul edilmiş olmaya (yani, iliskileri meşru olmaya) evlilik diyebiliriz sanıyorum.
Bu geniş tarife uymayan, evlilik-dışı ilişki sonucunda doğmuş olanlara, gayr-i meşru diyoruz.
Gayr-i meşru meselesi de ahlâk ve diğer sosyolojik açılardan önemli ama, nesebi gayr-i sahih ile aynı şey olmadığı için, bizim bakacağımız yer itibariyle, konumuz dışında kalıyor.
Çocuğun nesebi gayr-i sahih sayılabilmesi için, çocuğun biyolojik annesinin, bu çocuğun biyolojik babasının kim olduğunu ikna edici şekilde gösteremiyor olması gerekir. Bu, bugüne kadar yeter ve gerek şart bu olageldi.
İki-üç tipik senaryodan bahsedebiliriz, kadın bir toplu tecavüzün mağduru olarak hamile kalmış olabilir; fuhuşla iştigal ederken hamile kalmış olabilir; ya da kadının kendi tercihiyle birden fazla ve kimlikleri meçhul olan erkeğin bulunduğu bir seansta hamile kalmış olabilir.
[Bu üç tipik senaryoda, henüz teknolojinin toplumdaki her bireyin DNA örneklerini alacak kadar yaygınlaşmamış olduğu bugüne kadar, babanın kim olduğu pratik açıdan meçhul sayılıyor. Bireysel mahremiyet endişeleri yüzünden, henüz herkesin parmak izlerini bile alamamış olduğumuz dikkate alınırsa, DNA-bazlı tespitlerin ilerde ne kadar yaygınlaşabileceği de ayrı bir merak ve inceleme konusu olabilir.]
Bu üç senaryondan hangisi olursa olsun, doğan çocuğun babası meçhul, kendisi de nesebi gayr-i sahih sayılıyor.
Bu noktada çok ilginç bir şeyle karşılaşıyoruz: Kendisinin hiç bir şekilde tayin edemediği şartlar sonucunda dünyaya gelen çocuk, toplum tarafından bir çeşit mundar addediliyor. En temel ahlâki düsturlardan birisi olan 'suçun şahsiliği' açısından, bu, başlıbaşına bir çelişki, ve dolayısıyla, kabul görmez olmak zorundadır; ama olmuyor.
Olmuyorsa, bir sebebi olmalı.
Öte yandan, annesine, çocuk doğmadan önce bulaşmış ve bütün toplumu korkutan bir hastalık (mesela, AIDS) sözkonusu olduğunda dahi, ve çocuk bu hastalıkla doğmuş olması halinde bile, ahlâk anlayışımız o çocuğa karşı bir önyargılı davranışı kabul etmiyor. Dolayısı ile, nesebi gayr-i sahih olmak, ölümcül ve bulaşıcı bir hastalığın taşıyıcısı olmaktan daha önemli, daha kötü bir şey olarak addediliyor gibi.
Bunun bir sebebi olmak zorunda. Anlamlı olan, ya da bir şekilde anlamlandırabileceğimiz bir sebebi..
Üzerinde epey zamandır düşünüyorum, ve bunu ancak ırkın ıslahı kapsamında açıklayabiliyorum.
Tabii, böylesine, durup duruken şapkadan 'nesebi gayr-i sahih'i çıkartmış olmak yetmiyormuş gibi, bunu bir de 'ırkın ıslahı'na bağlamağın kimilerine ilginç, kimilerine de saçma geleceğini görür gibiyim.
Saçma bulanların çoğunlukta olabileceğini tahmin ediyorum; ilginç bulanlar azınlığında da, bir başıma olsam bile, bendeniz var...
Niçin saçma olmadığını açıklayabilirsem, niçin ilginç bulduğumu açıklamama gerek kalmayacağını umuyorum. Hatta, daha derinlerden giden başka akımlara da işret edebiliriz belki; kim bilir.. bir deneyelim istiyorum.
Şöyle başlayayım: Bir genelleme yaparsak, eş seçiminde, biliçaltında devamı arzu edilen soyun niteliği ile ilgili değerlendirmelerde bulunulduğunu kabul edebiliriz herhalde.
Tabii ki, bu tür değerlendirmeleri herkesin sesli ve alenen yaptığını söylemiyorum, ama, 'meyvası' velet olacak olan her aşkın önünde veya arkasında da, bütün irrasyonalitesiyle birlikte, genetik bir cazibenin de yattığını, yatması gerektiğini kabul etmemek bana çok da anlamlı gelmiyor.
Doğan çocuğun genlerinin bir yarısı biyolojik annesinden, diğer yarısı da biyolojik babasından geliyorsa, anne ve babanın ikisinin de 'biliniyor' olması, çocuğun genetik soyağacının da 'biliniyor'olması anlamına geliyor.
'Biliniyor'dan kasdım, mutlak anlamda bilinmek değil; hiç bir insanı genetik ya da kültürel soyağacı ile 'bilmek' mümkün değil tabii ki; ama, babası bilinmeyen bir çocuğun genetik geçmişinin aşağı yukarı yarısı tamamen meçhul kalır. Dolayısıyla, 'bilmek' en az iki misli daha zor olur.
İşte, bu noktada, babasının bilinip bilinmediği konusunda kendisinin hiç bir sorumluluğu olmayan çocuğun handikapı başlıyor...
Bu çocuk büyüyüp kendi soyunu devam ettirmek yaşlarına geldiğinde, onunla genlerini paylaşmak isteyecek olan karşı cinsin (müstakbel eşinin) aklındaki (şuuraltındaki) sorulara cevap bulunamaz oluşudur handikap. Genetik soyağacının yarısı hakkında ikna edici bilginin mevcut olmayışı ciddi bir dezavantaj sayılabilir...
'Sayılabilir' diyorum, çünkü şart değil. Fıtratî açıdan (yaradılış açısından) bakarsak, 'ırkın ıslahı' meselesi, birbirine ilgi duyan bireyler için birinci derecede bir öncelik taşımaz pek. Onlar, daha direkt cazibelerle hareket ederler.
Buna karşılık, 'ırkın ıslahı' meselesi daha çok ailelelerinin, yani bir önceki neslin (mesela, evlenecek olan çocukların ebeveynleri) ya da geniş ailesi için önemlidir. Seçilen veya seçilmesi istenen eşin nitelikleri ya da genetik soy ağacı ile ilgili itiraz ya da yönlendirmeler çocukların aileleri tarafından gündeme getirilir.
Yani, eğer görücü usulu veya benzeri bir sistem geçerli ise, nesebi gayr-i sahih olmak çok ciddi bir handikaptır. Yok, günümüzde giderek yaygınlaştığı haliyle, bireylerin kendi eşlerini seçmesinin serbest olması halindeyse, böyle bir maziye sahip olmak pek de bir sorun teşkil etmez.
Şimdi...
Çok uzak geçmişe bakarsak, yani geçmişe yönelik falcılık yapacak olursak, organize hayata geçmeden önce insanların eş seçimlerini, bugün yaygınlaşmağa başlayan şekle benzeyen, kendi bireysel tercihleriyle ve şartlar elverdiği kadarıyla serbestçe yapabildiklerini söylemek herhalde çok abes bir tahmin olmasa gerek.
Yani, anlatılan hikeyeler doğru ise, konar göçer bir hayat yaşandığı devirlerde, (en nobranca örneği alırsak) mağara adamının ormanda şurda burda yakalayıp saçlarından çeke çeke mağarasına sürüklediği dişinin nesebi (soyu sopu) hakkında çok fazla araştırma yaptığını söyleyemeyiz. Bunu yapabilmek için, soy hafızası da olan, daha organize bir toplum gerekiyor.
Fakat, organize bir toplum olduğunda da bunun otomatik olarak ortaya çıkmasını bekleyemeyiz. Bir şekilde, hayli uzun vadeler sonra, toplumsal hafızada biriken bilgilerle, yukarıda bahsedildiği türden 'ırkın ıslahı'nın daha iyi sonuçlar verdiğinin anlaşılmış ve bunu uygulamanın gereğine karar verilmiş olması lazım. Başka türlüsü hiç de anlamlı gelmiyor bana. Yani, bireylerin daha önce olduğu üzere eşlerini serbestçe seçebilmek özgürlüğünden feragat etmesini sağlayacak bir ek avantajın olması gerekiyor. Aksi halde, böyle bir gelenek yaşayamazdı bence.
Fakat, görünen odur ki, bireylerin serbestçe eşlerini seçebilmek özgürlüğü yerine ırkın ıslahının daha önemli olduğu dönemler, ağırlıklı olarak, galiba yakın zamanda sona erdi veya sona ermek üzeredir.
Şimdi, merkezi planlama sayılabilecek olan, ailenin çocukların kiminle evleneceklerini belirlemesi (görücü usulu v.s.) yerine, eldeki gen havuzunda rastlantısal birleşmeler üzerinden deneyler yapmak (bireylerin serbestçe eş seçimi; gönül veya aşk saikiyle, severek bir araya gelmek) daha makbul addediliyor.
Bu da ilginç bir gelişmedir. Kaç bin sene sürdüğünü bilmediğim öteki deneyin de isteneni tam olarak vermediği anlamına geliyor galiba bu. Ve, tekrar ilk haline dönüyoruz. Ve, bundan dolayı da, nesbi gayr-i sahih olmak, soyu sopu bilinmeyen olmak artık önemli sayılmamağa başlanmış olmalı.
Bu önermelerde isabet payı varsa eğer, çok derinden giden bir akımdan bahsediyor olmalıyız. Binlerce senedir var olan bir yapı, çok uzun zamandır yerleşik olan yapı değişiyor demektir. Bundan başka nelerin nasıl etkileneceğini kestirmek zor, ama, en başta da birer standardlaştırma gayreti sayılabilecek olan ahlâk ve din gibi müesseselerin bir hayli enteresan bir geçiş süreci yaşayacağını söylemek abartmak anlamına gelmeyebilir.
İlginç...