Kürt Sorunu. Ermeni Sorunu. Yeniden ve yeniden düşünmek...
Aşağıdaki yazıyı daha önce (2006-10-26 tarihinde) yazmıştım. Hrant Dink'in katli sonucunda bazı başka bilgiler daha ortaya çıktığını görünce, ben de bu yazıya bazı eklemeler yapmak istedim. Eklemeler bu yazının sonundadır.
Kürt ve Ermeni sorunları hem zorlu hem trajik unsurlar içeren hem de ilginç birer konu. İlginçten kasdım, vaktiye Irlanda için söylenen bir sözü de bana hatırlattığındandır. Bu tür laflar ne kadar tercüme edilebilirse, şöyle bir şeydi: Irlanda'nın her çözüm için bir problemi vardır.
Yıllar yılı Ermeni Soykırımı meselesinin Türklerle Ermeniler arasında –bir çesit ırktan-ırka– bir mesele olduğunu dinledik. Hatta, bunu son olarak üstad tarihçilerimizden Orhan Pamuk da bilhakkın teyid etmişti.
Sonra bir şeyler karıştı, Fransa'nın saçma sapan kanun çıkarma teşebbüsünden bahsetmiyorum, ve bir şeyler daha anlatılmağa başlandı.
Ne değişti, niçin şimdi anlatılmağa başlandı? Hiçbir fikrim yok, ama, bu sanki sadece başlangıç gibi duruyor. Ardından başka açıklamalar gelecek ve tarihi uyduruk edebiyatçılardan öğrenmek yerine, yaşayanlardan dinleyeceğiz sanıyorum.
İlk ilginç açıklama Hirant Dink'ten geldiydi. Açıklamasına vesile de, Reuters haber ajansına verdiği bir demeç üzerine hakkında açılan bir dava konusunda kendisi ile yapılan söyleşi olmuştu.
Başka bir deyişle, can sıkıcı bir davanın anlamlı tek bir sonucu da diyebilirizbelki de. Açıklamanın benim bu konuyla bağlantılı bulduğum kısmı şunlar (yani, tamamı değil; tamamı Akşam Gazetesinde, yukarıdaki linke giderek okuyabilirsiniz)
Siz soykırım yerine daha yumuşak ifadeler kullanıyordunuz. Reuters'a verdiğiniz demeç bir üslup değişikliği mi?–– Hayır! Her zaman konuya yumuşak yaklaşmak gerektiğini söylerim ama karşımdaki 'Sizce bu soykırım mıydı?' diye net bir şekilde sorarsa kendi bildiğimi inkar etmem.
Yani Reuters'a 'Bu bir soykırım' dediniz.
–– Evet, aynen böyle dedim. Benim algılamam böyle. Ben bunu her zaman söylerim zaten! Ama elimden geldiği kadar Türkiye içerisinde, özellikle Türkler ile konuşurken o kelimeyi kullanmamaya azami gayret gösteriyorum. Biliyorum ki bu kelimenin muhatabı oldukları için üzülüyorlar.
Avrupalıların bu meseledeki yeri nedir?
–– Onların bu soykırımda çok büyük rolü var. Onlar henüz hiçbir bedel ödemedi. Ama benim derdim, kimin yaşattığı ile ilgili değil, halkımın ne yaşadığı ile ilgili.
Avrupa'nın suçu varsa son dönemde AB'nin konuya gösterdiği hassasiyet bir vicdan muhasebesi mi?
–– Hayır, asla değil! Bu doldur-boşalt politikasıdır. Önergeyi yayınlayıp, geri çekiyorlar. Bu da Türkiye'deki milliyetçilik refleksini güçlendiriyor. Bunu bilerek yapıyorlar.
Türkiye gündeminde art arda 301 nedeniyle açılan Ermeni meselesi davaları var. AB yolunda kasıtlı kasis mi bunlar?
–– Evet. Milliyetçiliği yükseltmek için yapıyorlar.
Kim yapıyor?
–– Bu bir derinlik. İşin içine CHP de girdi. Devletin Türkiye'de kontrol edebildiği tek şey milliyetçiliktir. Milliyetçilik yükselmiyor, yükseltiliyor. Çünkü AKP'yi başka türlü yıkmazlar.
Bir röportajınızda 'İfade özgürlüğünü ırkçılık konusunda kabul edemem. Hiç kimse etnik kökeni aşağılamak hakkına sahip değildir. Bu en büyük suç olmalı' demiştiniz. Bu ifadeden 301'i desteklediğiniz çıkıyor...
–– Hayır, karşıyım. 301, devleti yurttaştan koruma refleksinden doğmuştur. Oysa yurttaş devlet karşısında korunmalıdır. Benim orada söylemek istediğim şuydu: Farklılıklarımızı aşağılamak bir suçtur. Kimliği aşağılamak vs. bu ırkçılıktır.
Ama demecinizde 'Bu soykırımdır' derken Türklüğü aşağılamaya sokuyorlar!
–– Ama bakın ben bu bir soykırımdır dedim ama bunu Türkler yapmıştır demedim.
Kim yaptı?
–– Çok fazla Kürt de vardı. 1915'te yaşananlar sadece Türk meselesi değildir. En az Türk kadar Kürt meselesi ve Avrupa meselesidir de. Zaten o tarihte Türk kavramı yoktu. Osmanlı vardı.
Kürtler sorumlu diyorsunuz. Sizce işin içine Kürtleri sokunca onlar da soykırım kelimesine alerjik mi yaklaşacak?
–– Bilmem.
Yani sizce soykırıma gösterilen tepki Türklere has bir alınganlık mı?
–– Hayır. Ben Kürtlerden de tepki olduğunu ve olabileceğini görüyorum.
Fevkalâde enteresan...
Hani, nalına da mıhına da vurmak derler ya.. işte tam da öyle.
Ermenileri savunur gibi görünen Batı'yı da, bugüne kadar bu meselede ismi pek de geçmemiş olan Kürtleri de resmin tam ortasına yerleştirmiş.
O kadar ki, bir çok yerde, "Soykırımı asıl Kürtler yaptı" şeklinde alıntılanmış, manşet olmuş..
Bu ilginç, ama sadece bir yere kadar. Sonuçta Hirant Dink'in etnik köken olarak Ermeni olduğunu, dolayısıyla önyargılı olduğunu da söyleyebilirsiniz.
Fakat, bu söyleşinin ardından, Erzurum eski milletvekili ve Şeyh Sait'in torunu olan Abdülillah Fırat'ın (şu anda Saadet Partisi Kurucular Kurulu üyesi) söylediklerine de kulak vermek lazım bence.
Aşağıdaki yazı Zaman Gazetesinden, Ahmet Dinç imzalı:
Sadece dedemin babası Şeyh Mahmud Feyzi zamanında 500'ün üzerinde Ermeni köyü toptan Müslüman oldu." diyerek yeni bir tartışma başlattı. Zaman'a çarpıcı açıklamalarda bulunan eski Erzurum Milletvekili Abdülilah Fırat, din değiştiren bu kişilerin 1915'teki olaylar sırasında 'ortada durduğunu' anlattı. Fırat, "Ne Ermeni'den ne de bizden yana oldular. Olayları önlemek için çok uğraştılar. Ancak PKK olayı çıktıktan sonra bu köylerin çoğu PKK'dan yana oldu ve bize tavır aldı." ifadelerini kullandı.Ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink'in, "Soykırımı asıl Kürtler yaptı" iddiasına da tepki gösteren Fırat, "Önce onlar Müslümanlara saldırdı." karşılığını verdi. Avrupa ülkeleri ve Rusya'nın 18. yüzyıldan itibaren Ermenileri kışkırttığını vurgulayan Abdülilah Fırat, şöyle konuştu: "Biz sadece canımızı, namusumuzu koruduk. Ermenilerin anayurdu Filistin'dir. Romalılar sürmüştür Anadolu'ya. Kürtler, onlara Filistinli anlamında 'Fille' der. Ermeni tehciriyle 'Fille'ler geldikleri yerlere yani anavatanlarına geri gönderildi. Çatışmalarda ölen Ermeni sayısı birkaç bini geçmez."
Kürtler'in, doğu ve güneydoğuda yaşayan Ermenilere 'Filistinli' anlamında 'Fille' dediğini anlatan Abdülilah Fırat, Ermeniler ve Türklerin düz ovalarda, Kürtlerin ise dağlarda yerleştiğini söyledi. Ermeniler, iç içe yaşadıkları Türkleri kırmaya başlayınca Kürtlerin de Müslüman kardeşlerini korumak için şehirlere silahlı birlikler gönderdiğini savundu.
Olayları Ermenilerin başlattığına dikkat çeken Fırat, Hamidiye alaylarının da Müslümanları Ermenilere karşı korumak için kurulduğunu kaydetti. Fırat, sözlerini şöyle sürdürdü: "Dedem Şeyh Said, Suriye'den Kars'a kadar müritleri olan çok etkili bir şeyhti. 1915 olaylarında Ermeni ileri gelenlerine, papazlarına yazılar yazıp, 'Yapmayın, Batılı ajanlar sizi kışkırtıyor, saldırmayın, kan dökmeyin' demiş. Ama bir kere ok yaydan çıkmış. Bir de Şeyh Said'in halifesi Şeyh Haydari Kersi Ermenilerce katledilince, dedem Kürtleri tutamamış. Ermeniler huzursuzluk çıkarıp sağa sola saldırınca Kürtler de buna karşılık Hamidiye alayları içinde silahlandı. Katliamı ve silahlanmayı her yerde Ermeniler başlattı. Avrupalılar Fedai-yi Fillan'ı (Ermeni Fedaileri) silahlandırınca, Osmanlı da Kürtleri silahlandırdı. Hamidiye alayları, Müslümanları Ermeni saldırılarına karşı korumak için kuruldu. İlk katliamları Ermeniler, Erzurum ve Van bölgelerinde yapmaya başladı. Dövüş olan yerde ölüm elbette olur. Ermeniler en büyük zayiatı göç ederken vermiş; açlıktan, hastalıktan. Ermeniler daha ziyade Türkleri kırmıştır, Kürtlerden çok fazla ölen olmamıştır. Çünkü Türklerle Ermeniler şehirlerde ve düzlüklerde beraber yaşıyordu."
Dedeleri Şeyh Said, onun babası Şeyh Mahmut Feyzi ve dedesi Şeyh Ali Palevi zamanında binlerce Ermeni köyünün toplu halde Müslümanlığa geçtiğini ve süreç içinde bunların Kürtleştiğini dile getiren Fırat, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Dedelerim binlerce Ermeni köyünü İslamla şereflendirmiştir. Seçim çalışmalarım sırasında, PKK hadisesinin de tesiriyle, Hınıs'ın dedemin babası zamanında Müslüman olmuş bir köyüne beni sokmak istemediler. Fakat oradan biri, 'Bu kişi, bizi irşat edip İslam'la şereflendiren Şeyh Mahmud Feyzi'nin torunudur.' deyince girdik ve iyi karşılandık.
Hınıs'ta çok vardır böyle köyler, başka yerlerde de çok var. Yani bu PKK gelince bize karşı dahi bu yerlerde tavır oluştu.
1915 olayları sırasında, sonradan Müslüman olan bu Fille köyleri ne Ermeniden, ne de bizden yana oldu. Ortada durdular ve olayları önlemek için çok uğraştılar, en çok üzülenler de onlar oldu. Kürtler bunlarla kirve olmuştur. Şu anda biz onları kendimizden ayrı görmüyoruz. Ama PKK olayı çıktıktan sonra bu köylerin çoğu PKK'dan yana oldu ve bize tavır aldılar. 1915 ve sonrasında Ermeni köylerinden Müslüman olan sayısı çok azdır."
Abdülilah Fırat, Ermenilerin Kürtlere karşı bir hıncı olduğunu söylüyor. Fırat'a göre bu hınç, Batılı devletlerin önerdikleri, 'gelin Osmanlı'dan ayrılıp Ermenilerle beraber bağımsız bir devlet kuralım' önerisine Kürtlerin hayır demesiyle başladı. "Şimdi Avrupa bu fesadı devam ettiriyor." diyen Fırat, sözlerine şöyle tamamlıyor:
"Ermenileri dün silahlandırıp üzerimize salanlar, şimdi de başka bir manada soykırım yasalarıyla üzerimize salıyor. Yani bu 100 yıllık kampanya değişik usullerle halen devam ediyor. Kürtleri birlik içinde tutmanın tek yolu din duygusudur. Kürtler dinden uzaklaşınca kimse onların önünü alamaz. Hatta Ermenilerle birleşip ayrılırlar. Son 30 senedir bir kısım Kürtler sünnet olmadı, yani dinden bu kadar uzaklaştı."
Şimdi..
gibi bir sürü şey yeni baştan gözden geçirilmek zorunda kalıyor.
Abdülillah Fırat'ın bildikleri bu denli sır olamaz bence. Yani, yörenin ahalisi biliyor olmak zorunda.. görüldüğü üzere, yaşayan hafızada var bunlar..
Bu memlekette yaşayan bunca akademisyen şu-bu, bunca senedir, bunları neden bilmez?
Bunca zamandır Ermeni Sorunu ya da Kürt Sorunu üzerinde, masa başında, bunca mürekkep ve kağıt israf edenler, yeniden ve yeniden düşünenler neyle uğraşmışlar acaba?
Neyi habire ve yeniden düşünmüşler? Birbirlerinin dediklerini mi?
Masalara yazık değil mi?
Ek:
Hürriyet gazetesinde Hrant Dink'in hayatını oldukça romantik bir dille anlatan bir yazı var. Yazıdaki romantizmi okumak isteyenler doğrudan o yazıya bakabilirler; ben o yazıdan bir kaç paragraf almak istiyorum.
Önce şu pasaj:
Sivaslı bir anne ve babanın ilk çocuğu olarak 1954’te Malatya’da doğmuştu Hrant Dink. Birkaç yıl arayla iki kardeşi daha olmuş, 1960’ta İstanbul’a göçmüşlerdi. Annesiyle babası ayrılmış, üç kardeş soğuk bir kış günü bu yetimhanenin kapısına bırakılmıştı.Bunun bu yazının konusu ile ilgisi olmasa da, ben Hrant Dink'in yetimhanede büyümesinin nedenini --nedense-- onun yetim bırakılmış olmasına bağlamışım. Öyle değilmiş. Anne ve babasının boşanıp evlatlarını terketmesi sonucunda yetimhaneye verilmiş.
Onu geçelim; benim asıl ilginç bulduğum pasaj şurası:
[...] Odasına girdiğinde Patrik Kalustyan, bekleyenlerin Silopi’den geldiklerini anlattı. Tehcirde büyük bölümü ortadan kaybolan Ermeni Varto Aşireti’nin üyesiydiler. Dağda yaşıyor, Kürtçe konuşuyorlardı. Ermenice ve Türkçeleri üç beş sözcükten ibaretti. [...]Evet, burasını ilginç buluyorum...[...] 1915’teki tehcir sırasında yola düşen varlıklı, kalabalık Varto aşireti yolda saldırıya uğramıştı. Mala Varto (Varto’nun Evi) adlı bu klan kafileden ayrılıp, Cudi’nin karlı yamaçlarına sığınmıştı. Beş aile, 25 yıl dünyadan tamamen kopuk yaşamıştı. Cumhuriyet’in kurulduğunu, 2. Dünya Savaşı’nın çıktığını, yıllar sonra aşiret reisi Cizre’ye indiğinde öğrenmişlerdi. Yine de yaşamları pek değişmemişti, hayvancılıkla geçinmeyi sürdürmüş, dışarıdan kız almamış, zamanla Kürtçe konuşmaya ve ibadetlerini bu dilde yapmaya başlamışlardı. Keldani, Süryani kiliselerine gidiyorlardı. Günün birinde Türkiye’de kendilerinden başka Ermenilerin yaşadığını öğrenip, İstanbul’a Patrikhane’ye gelmişlerdi. [...]
Bir Ermeni aşiretinin bir parçası Techir sırasında saldırıya uğruyor. Kimler tarafından saldırıya uğradıklarını yazmıyorlar, ama sağ kurtuluyorlar ve dağlık bir bölgeye sığınıyorlar. Kürtçe konuşuyorlar. Nüfus kayıtlarına Türk olarak geçiyorlar. Dinlerini muhafaza ediyorlar --Patrikhane'ye bir temsilci göndermelerinin sebebi de kendilerine bir papaz verilmesini istemek zaten. Bu aşiretin reisinin kızı da daha sonra Hrant Dink'le evlenir.
Neyse.
Benim ilgimi çeken, bu yazının ana konusu, yani eski Erzurum Milletvekili Abdülilah Fırat'ın açıklamalarında da bahsi geçen 'kamuflaj'lar..
Ya da, başka bir deyişle, batıdaki bizlerin Kürt sandığı kişilerin gerçekten Kürt olup olmadıkları. Ermenilerin de gerçekten --iddia edildiği üzre-- planlı bir soykırıma mı tabi tutuldukları..
Giderek ortaya çıkan resim bunun pek de öyle olmadığını gösteriyor sanki.
Ama, yerleşik kanaat de giderek kendimizi suçlu görmemiz istikametinde değiştiriliyor.
Birincisi doğru değildi, ama bu ikinci zorlamanın da doğru olduğunu söylemek mümkün değil.
Buradan da, aradan yeteri kadar zaman geçtiğine göre, sağda solda bir hayli methiyesini okuduğum, Mustafa Akyol'un yazdığı 'Kürt Sorununu yeniden Düşünmek' isimli kitaba değinmek gereği doğuyor.
Kitabı epeyi zaman önce okudum.
Ve, 'yeniden düşünmek' adına kitabı bir hayal kırıklığı bulduğumu söylemek zorundayım.
Bunu da şundan dolayı söylüyorum:
Bölgenin demografik (nüfus) yapısı hakkında olsun, yerel kaynaklardan istifade ile bölgenin yakın tarihi hakkında olsun pek bir şey içermiyor.
Bir bitirme tezi filan olabilir ama, bu tür önemli bir konuda bir kitap olarak yayınlanmasını yadırgadım. Benim baktığım yerden, kitap klasik bir masabaşı çalışması.
Aksi olsaydı, yukarıda eski Erzurum Milletvekili Abdülilah Fırat'ın anlattığı hususların, ya da Hürriyet'te bahsedilen bu hikayeye benzer şeylerin o kitapta olması gerekirdi.
Ve, son derece enteresan olan bu konunun incelemesine de eğilirdi.
Öyle ya, bu tür şeyle iyi bir gazetecinin atlayacağı şeyler olmamak gerekir.
Ama yok.
O yüzden, merak ediyorum:
Kitap neyi 'yeniden düsünmek'tedir ya da sağda solda rastladığım methiyeleri yazanlar neyi methediyorlar?