Gasp, terör, çocuk pornosu ve devleti küçültmek..

Yakın geçmişe şöyle bir bakınca, şehir ahalisini (doğrudan doğruya ve ciddi bir zarar vermese bile) etkileyen şeyler arasında ilk aklıma gelen şey, bir aralar neredeyse her akşam haberlerde duyduğumuz gaspçılardı.

Bir genç kızımızın, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaksızın yolda yürürken, aniden peydahlanan bir gaspçı canavar tarafından çantasının çalınması türünden şeyler yani..

Çantanın çalınması değildi sorun. Asıl korkunç olanı, durup dururken bu genç kızımızın --ödünü patlatılırcasına-- korkutulması, bazan da (çantasını vermemek için mücadele ettiğinde) yerlerde süründürülmesi, yaralanması, hatta öldürülmesi..

Bu, hepimizi çok derinden etkileyen bir suç türüydü. Durup dururken ortaya çıktığı için; yani, puşt bir şey olduğu için; çalmağa koşulduğu malın kıymetiyle orantısız derecede manevi (bazan da maddi) zararlar verdiği için..

Üç kuruşluk çanta ya da içindeki cep telefonu için hayatından olmak insanı ürpertiyor gerçekten. Hayatta kalsanız bile, o telefonun içindeki telefon numaralarınız, çektiğiniz resimler filmler filan, o telefondan; çantadaki kişisel şeyleriniz de o çantadan çok daha kıymetli sizin için..

Tabii, sadece sokakta yürürken karşılaştığınız bu gasplardan bahsetmiyorum.

Bir de, mütevazı evinize girip, TV, kamera filan gibi şeyler dururken, duvarda dededen kalma resimleri ya da eski model olsa da işinizi gören bilgisayarınızı çalan hırsızlıklar da buna dahil. Yani, çalanın işine yaramayacak, maddi değeri olmayan fakat sizin için manevi kıymeti yüksek şeylerin çalınması.. Sigortalı olsanız ne yazar.. sigorta sizin dedenizin ninenizle çektirdiği o güzelim resmi ya da sizin emaillerinizi tazmin edemez ki..

Böyle durumlarda, hayatta kalmak da bir teselli değil her zaman, çünkü tasallut ve tecavüze uğramışlık duygusu kimsenin yaşamak istediği bir şey değil.

Sonuç olarak: Yaşamak ihtimalinin yaşamaktan daha da kötü olduğu şeylerden bahsediyorum..

O yüzden, ihtimalin ortadan kaldırılması için hepimiz ne gerekiyorsa yapılmasını isteriz; ve ne gerekiyorsa onun yapılması için ne lazımsa vermeği de kabul ederiz.

Nitekim, çözüm olarak, çok daha fazla sayıda polis olması gerektiği, hatta eski mahalle bekçiliği sisteminin geri getirilmesi gerektiği, kalabalık mahallere kamera sistemleri yerleştirmenin zorunlu olduğu söylendi ve biz de bunun böyle olması gerektiğini bildiğimizden hemen kabul ettik.

Bu tedbirlerin ne kadarının henüz fiilen hayata geçirildiğini bilmiyorum, ama --artık kamuoyu izin verdiği için-- eminim peyderpey uygulama yapılacaktır.

İzin çıkalı beri, çok şükür ki, artık pek bu tür gasp olayları duymuyoruz.

Bir başka 'halk düşmanı' da terörizm. Kim olduğu, ne yapmak istediği belli olmayan; sanki tek amacı halkın huzurunu bozup halkın tamamını karşısına almak olan bir garip faaliyetten bahsediyoruz..

Hangi dava için çalıştığını ne bizim ne de kendilerinin bilir göründüğü birileri tarafından, bindiğimiz otobüse, uçağa bombalar yerleştirilebileceği söyleniyor ve yok yoluna niyazi olmamak istediğimiz için alınan dolaylı tedbirlerin hem artırılmasını istiyoruz, hem de üzerimizin, iç çamaşırlarımıza kadar, aranmasına ses çıkartmaz oluyoruz.

O kadar ki, mesela bir supermarketin girişinde, üzerinde ne idüğü belirsiz bir üniforma olan sümüklü bir velet --elinde mahkeme kararı filan olmaksızın-- istediği kişileri istediği kadar arayabilmekte..

Gıkımızı çıkarmak bir yana, üstümüzü başımızı, çantamızı arasınlar diye seve seve sırada bekliyoruz. Çünkü bütün bunlar hep bizim huzurumuz için...

Yakın zamanda bir de çocuk pornosu belâsı çıktı..

Bunun tam olarak muhatabının kim(ler) olduğu da müphem. Yok yok, tabir ya da tabirden anlaşılan şey değil müphem olan. Muhatabı.

Çocuk pornosu, çocukların cinsel ilişki sırasında çekilmiş resimleri veya filmleri demek. Bundan da iğrenmeyecek bir insan düşünemiyorum. Böyle bir şeyi yapanın hemen oracıkta kıtır kıtır doğranması gerektiği kanaatindeyim. Eminim, başka herkes de, bu suçu işleyenleri en az benim dediğim sertlikte cezalandırmak gerektiğine katılır; çünkü bu da çok puşt bir suç. Savunmasız ve masum çocuklarımızın böyle adiliklere alet edilmesine göz yumamayız. Ne yapılması gerekiyorsa yapılmalıdır tabii ki. Ne yapılması gerektiği de belli. Dolayısı ile, sorun bu aşağılık suçun cezasının ne olması gerektiği değil.

Fakat, bunda da, tıpkı diğerlerinde olduğu üzere, suçun ne olduğu aşağı yukarı belli olmakla beraber, suçlunun ne zaman ve kim olacağı belli değil.. Bundan tek kastım da, kimin bu suçları işleyeceği de değil; bir de, kimlerin bu suçu işlemiş olmakla itham edilebilecekleri, ya da iftiraya maruz kalabilecekleri konusu var.

Yani, nasıl ki, kimsenin olmadığı bir yerde sizin gasp, terör gibi şeylere muhatap olmak ihtimaliniz sözkonusu; aynı şekilde sizin de bir gaspçı, bir terörist, bir çocuk pornocusu ilan edilmek ihtimaliniz de var..

Bu ihtimal de, bu tür tasallutlara maruz kalmak kadar korkutucu..

Çare olarak da, gaspçıları engellemek için, daha çok sayıda polis, daha çok sayıda bekçi, ve meydanlarda, sokaklarda kameralar gerekişi gibi; terörizm belâsına karşılık her adımda durdurulup üzerimizin aranması, seyahat öncesinde ve seyahat sırasında bazı ek tedbirler ile gereğinde yolumuzun değiştirilmesi ya da yoldan çevrilmemizin normal olduğu kabul edişimiz gibi, şimdi de, lanet olası bu çocuk pornosu ihtimaline karşılık, hepimizin her türlü sesli ya da görüntülü iletişimi denetlenmeği, kayıt altına alınmağı kabul etmek gerekiyor..

İlk bakışta bu da sorun değil aslında --yani sorun etmenin ne alemi var?.. Öyle ya; çiğ yemiyoruz ki karnımız ağrısın..

Eğer öyleyse, hangi siteye ne zaman kimim eriştiğini birileri kaydediyorsa bunun kime ne zararı var? Tabii ki yok kimseye bir zararı..

Fakat, o kadar da kestirme değil gibi...

Yani, bir-iki enteresan soru çıkmıyor değil..

Bu suçtan dolayı, aslında, kimin (ya da kimlerin) cezalandırıldığı sorusu var.

Bir diğeri de, bütün bunları, bu kayıt tutmaları kim yapıyor ya da yapacak sorusu..

Devlet yapacaksa, bizim devleti küçültmek gayretlerimiz heba oldu demektir. Öyle ya, uzun uğraşlardan sonra, 'manavlık, kasaplık yapmasın' dediğimiz devletin elini eteğini, çok şükür, o tip banâl işlerden nihayet çektirdik. Aferin bize..

Gerçi, çektirdik çektirmesine de, şimdi aynı devleti --tarihte hiç olmadığı kadar-- en olmadık mahremimize dahil etmek gerekiyor...

Kiminle ne konuştuğumuza, nereye ne zaman ne kadar süreyle baktığımıza, hangi sokakta kiminle el ele kol kola yürüdüğümüze kadar.. Yakında yatak odalarımıza girmesini zorunlu görürsek şaşırmayacağım. [*]

Yok, bu işleri devlet değil de özel sektör yapsın diyorsanız, ona da bir şey demem. Demem de; acaba o derece mahrem şeylerinizi herhangi bir özel sektör kuruluşuna teslim/emanet etmek ister misiniz?

Sizi bilmem, ama madem mahremdir, ben bu tür şeyleri, bırakın özel sektörü, devletle bile paylaşmak istemem.

Şimdi.. sizi duyar gibi oluyorum: "bu tür mahrem şeyleri, bırakın özel sektörü, devletle bile paylaşmak istemem demek kolay, peki de nasıl olacak?" diyor olabilirsiniz..

Ve, öyle bir soruyu sormakla son derece haklı da olursunuz...

Cevap vermek lazım. Fakat, cevap da çok kestirme olamıyor. Buraya nasıl geldiğimize bakmak zorundayız, ve buradan da nereye gidiyor olduğumuza.

Önce buradan nereye gidiyor olduğumuza bir bakalım:

Hepimiz bireysel özgürlüklerimizi artırmak isteye isteye, farkında olmadan yarattığımız bu güvensizlik ortamı sayesinde, tıpış tıpış totaliter bir sisteme gidiyoruz. George Orwell'in '1984' isimli romanında anlattığı senaryonun tam anlamıyla gerçekleşmesine ramak kaldı.

Ramak kaldı diyorum çünkü, evlerimize birer canlı kameranın yerleştirilmesini bizzat bizlerin ister hale gelmesi için bir iki adım daha gerekiyor.

Bunların başında da daha bir bireysel olmak yolunda azıcık daha ilerlememiz geliyor: Bireyselleştikçe yalnızlaşacağız çünkü.

Yalnızlaştıkça asayiş endişelerimiz artacak, koruma konusunda çok daha hassas olacağız.

Bireysel koruma amaçlı silâhlanacağız, ama herkes silâhlanacağı için bunun bir çözüm olmadığını farkedeceğiz.

Farkedeceğiz ama çok geç olacak.

Yeteri kadar yalnızlaştığımız anda, ya da yeteri kadar yalnızlaşmış yeteri kadar sayıda insan olduğunda da bu insanların evlerine sebepsiz ve apansız tasallut eden, haneye tecavüz eden birilerinin peydahlanması gerekecek. Tıpkı gaspçılar gibi, teröristler gibi, çocuk pornocuları gibi; masum insanlara anlamsız ve sepesiz yere musallat olanlar gibi..

Masum insanlara sebepsiz yere musallat olan belânın defedilmesi için en etkili tedbir de, bu masum insanların birileri tarafından göz(et)lenmesi olacak tabii ki.

Dolayısı ile, kendimiz, bilerek, isteyerek ve bedelini de çatır çatır (ve gönüllü olarak) ödeyerek evlerimize kameraların yerleştirilmesini sağlayacağız.

Tabii ki, bu kameralar önceleri hane halkının kontrolünde olacak. Yani, ev halkı istediğinde kamerayı kapatacak, istediğinde de açacak..

Fakat, kısa zamanda bunun pek de akıllıca bir şey olmadığını öğreneceğiz.

Akşam haberlerinden birinde, flâş haber olarak, kamerayı kapalı unuttuğu için kim tarafından boğazı kesildiği bilinemeyen birilerini dinlediğizde neyin nasıl olması gerektiğini hep beraber öğreneceğiz. İlk defada değilse bile, birkaç örnekten sonra bu artık toplumsal bir talep haline gelecek..

O günden sonra, kameralar artık ev halkı istese de kapatılamayacak. Kapatmak isteyen olursa da asıl şüphelilerden sayılacak...

Kapkara mıdır bilemem; ama hayli koyu gri bir tablıo çizdiğimi sanıyorum.. Ve, sizi bilmem, ama ben öyle bir toplumda yaşamak istemezdim.

Fakat, oraya gidişimize de en çok 15-20 sene var gibi görünüyor.. Belki de daha da az.

Peki de buraya nereden geldik?

Özgürlük aşkımız, özgür olmak, başkalarından bağımsız olmak, başkalarının ağız kokusunu duyMAmak isteyişimiz ve bunu da mümkün kılar gibi görünen teknoloji bizi buraya getirdi diyebilirim.

Kimseye zarar vermeksizin istediğimiz herşeyi yapabilmek istedik. Başkalarının da bize zarar vermeden istediğini yapabilmesini istedik.

Kimsenin kimseye zarar vermediğini ıspatlamak kolay değildi. O yüzden yaptıklarımızın, yapılanların kaydedilmesi gerekiyordu. Kaydedilmesine rıza göstermemiz gerekiyordu.

Kaydetmek zorunluydu, aksi halde basit bir şüphe ya da bir karalama yüzünden kolayca suçlu olabilirdik.

Hatta, sırf bu ihtimal yüzünden, ortada maddi delil yoksa, şüphelilerin kötü muamele görmelerini engellemek amacıyla CMUK vb gibi kanunlarda iyileştirmeler yaptık. Bunu isterken iyiniyetliydik. Kimsenin iftiralar yüzünden hapsolmasını da mahkeme kapılarında sürünmesini de istemiyorduk.

İyiniyetimizle, artık, bir iftira sonucu olsun ya da olmasın, şüphelileri mağdurlardan daha korumalı hale bile getirdik diyebiliriz.

Ortada isnad edilen suçun kayıdı yoksa, artık, suç da yok ceza da.

Haliyle.

Dolayısı ile, kayıt altında olmak şart.

Aksi halde, bir tasalluta ya da tecavüze maruz kaldığımız zaman bunu ispatlamamız mümkün olmayacak.

Kayıt altında olmak gerekiyorsa, kayıt altında olmak imkanını haiz olmayan yer ve zamanlardan sakınmamız gerekiyor tabii ki.

Bu da, kendi tercihimizleö yani oto sansürle de olsa, özgürlüğümüzden fedakârlık etmek anlamına geliyor.

Ama, buna razıyız; razı olmak zorundayız; özgürlük taleplerimizin doğal sonucu olarak ve özgürlük adına..

Fakat, kayıtlı bilginin de bir tehdit (ve dolayısı ile bir kontrol) unsuru olabileceğini atladık.

Ve, özgürlüğümüzün teminatı olsun diye kurduğumuz, kurmak istediğimiz sistemin kaydedecekleri yüzünden/sayesinde özgürlüğümüzden vazgeçmek zorunda kalıyoruz, kalacağız.

Çünkü, biz, teknolojinin bu kadar korkunç hızla bu kadar kısa zamanda bu kadar yaygınlaşacağını düşünemedik.

Devlet denen aygıtın hep olağanüstü verimsizliklerle çalışacağını, dolayısı ile ona ne kadar imkan verilirse verilsin, verilen imkanların risk teşkil etmeyeceğini sandık.

Öyle sanmakta haklıydık. çünkü alışkın olduğumuz haliyle herşey --eskiden-- analog idi. Hem kaydetmesi hem de kaydedilenlere erişim zor idi. Ama, şimdi öyle değil. Kaydetmek kolay ve ucuz. Erişim de hem kolay hem de giderek daha da kolaylaşıyor.

Böylece, bugün sizin üniversitedeyken zil zurna sarhoş, ya da başka bir 'uygunsuz' haliniz ilerde kolayca karşınıza çıkabilir ve işinizi, eşinizi veya itibarınızı kaybedebilirsiniz.

Ya da, kaybetMEmek için başka şeylere boyun eğmek zorunda kalabilirsiniz.

Kalacaksınız.

Evet, özgürlük endişelerimiz bizi başka endişelere sürüklüyor ve o endişeler sonunda alınmasına razı olduğumuz tedbirler de özgürlüğümüzle vedalaşmamıza..

Bu yüzden; tedbir alınmasını istediğimizde, bunun sonucunun 'devleti küçültmek' değil, bilâkis, tersini yapmak ve kendi özgürlüğümüzün kısıtlanmasına kalem kırdığımız kanaatindeyim.

Büyük resime dikkatli bakarsak şunu görebileceğimize eminim: 'Gasp, terör, çocuk pornosu' ile iştigal edenleri, yani suçluyu, değil de, suçlu duruma düşmek ihtimalini bertaraf edebilmek amacıyla aldığımız (almak zorunda kalacağımız) tedbirler yüzünden, cezalandırdıklarımızın biz olduğumuzu sanıyorum.

Bunun da karakolda dayak yemekten çok daha kötü olduğunu düşünüyorum.

Acaba yanlış mı düşünüyorum?...

Bu arada, bu yazının ortalarında şöyle bir senaryo geçmişti.. Ona tekrar dönmek istiyorum:

Şimdi.. sizi duyar gibi oluyorum: "bu tür mahrem şeyleri, bırakın özel sektörü, devletle bile paylaşmak istemem demek kolay, peki de nasıl olacak?" diyor olabilirsiniz..

Haklı olabileceğinizi söylemiştim.

Evet haklı olabilirsiniz. Ama, basiretli olduğumuzu söylemek pek kolay değil.

Çünkü, şu anda, bence, mahrem şeylerimizi artık herkesle paylaşmak zorunda olacağımız bir geleceğe doğru gidiyoruz ve bu tür 'peki de nasıl olacak?' soruları hastanenin acil kısmına gelmiş hastaların sorduğu türden sorulardır.

Acile kaldırılmadan önce düşünmemiz gerekiyordu..

Neyse ki, çok şükür, henüz ve hala daha --az da olsa-- vaktimiz var:

Bu derece bireyselleşmeci özgürlükçülük gerçekten iyi bir şey midir?

Üzerinde biraz düşünsek iyi olacak bence...

[*: Aslında, bu da artık şaka olmaktan çıktı. Hukuğumuza yeni de olsa girmiş olan 'nikahlı dahi olsa, eşlerin birbirlerine tecavüz etmesi mümkündür' fetvası yüzünden, artık suç işlememişliği garanti etmek için, 'aralarından iplik geçmez' diyebileceğimiz durumlardan önce ya noter tasdikli muvafakatname almak, ya da ilgili uygulamayı noterin huzurunda yapmak gerekebilecektir. Yeterli sayıda noter bulunamayacağı için, haliyle, devletin doğrudan el atmasının zorunlu olacağını varsayabiliriz.]