Bağımsız Uğultu Sesleri
gazetem.net diye bir site var. Künyesini bulamadım, o yüzden, ne zamandan beri yayında olduğunu bilmiyorum. Seyrek de olsa, aradabir baktığım bir yer...
Kendilerini tanıtırken,'Başlarken...' başlıklı bir şeyler yazmışlar; şöyle diyorlar:
Niye şimdi?...
Bazen birçok kritik dönem üst üste çakışır. Bugün dünya bir zihniyet dönüşümü yaşarken, ortaya çıkan küresel dalgalar hem maddi hem manevi açıdan Türkiye'nin geleneksel yapısını tuzbuz ediyor. Kültürel, sosyal ve siyasi temeldeki sarsıntısıyla bile baş edemezken, şimdi de ülkenin önünde yeni ve zorlu bir uyum dönemi açılıyor. Türkiye'nin önümüzdeki birkaç yıllık macerası, çok uzun vadeli bir yapılanmanın da çerçevesini çizecek.
Bu nedenle bir yandan herşey ideolojik olarak algılanır ve siyaset bir manipülasyona dönüşürken; aynı anda toplum da apolitik bir savrulma yaşıyor. Bir süreden beri 'bilinçli magazinleşme ve magazinleştirme' çağının içindeyiz.
Bu durum, bizler gibi etik kayguları olan, fikrin önemi konusunda hala muhafazakar bir iyimserliğe sahip bulunan insanları da hırslandırıyor. İnsan söyleyecek şeyi olduğunu, söylediğinin anlamını ve söyleneni anlayacak başkalarının bulunduğunu sınamak istiyor.
Bu ortak çabanın ardında iddialı beklentiler yok...Yaşanacak toz duman içinde demokratlığın referanslarından birini oluşturmak yeterli bir hedef olacak...
Şimdilik...
Güzel sözler bunlar. Herşeyin ideolojik olarak algılanmasına da, siyasetin manipülasyona dönüşmesine de, 'bilinçli magazinleşme ve magazinleştirme'ye de pek taraftar olmadığım için, kulağıma çok hoş geldiğini söylemem lazım.
Bu sitede 6 Şubat 2007tarihinde Ayşe Önal imzasıyla yayınlandığını sandığım bir yazı var. 'Sandığım' diyorum, çünkü --nasıl oluyorsa-- aynı yazıya Şahin Alpay olarak da erişebiliyorsunuz. Bu garip durumun sorumlusu sitenin kullandığı yazılım olsa gerek. Ana sayfada da öyle belirtildiği için, ben Ayşe Önal imzasıyla yayınlandığını kabul edeceğim.
Neyse, yazı bu: {aralarına notlar ekleyeceğim}
Bağımsız Yahudi sesleri
Nobel ödüllü oyun yazarı Harold Pinter olağanüstü biridir. Nobel ödülünü almaya bile gitmemiş, kazandıklarını dünyanın başka ülkelerinde sıkıntı çekenlere göndermiş, bunlardan söz edilmesinden hiç hoşlanmayan, Nobel aldığında da, "Bunu hak edecek bir sıkıntı çekmedim." diyecek kadar mütevazı bir yazardır.
Hayatını yazısı, kalemi ve fikri ile sıkıntı çeken insanların dertlerini paylaşmaya adamış, başkalarının sunulduğunda üstüne atlayacağı inanılmaz yüksek imkânları reddetmiş biridir. Bu yazıyı okuyabilseydi çok kızardı. Çünkü kendisinin bir sorumluluk saydığı faziletlerin söylenmesinden çok mahcup olur. O bir Musevi'dir.
Kendisi gibi diğer Musevi insan hakları savunucularından çok saygın tarihçi Eric Hobsbawn, dünyanın en ünlü moda tasarımcılarından ve aile kökleri de Anadolu Musevilerine dayanan ünlü yazar Moris Farhi'nin akrabası Nicole Farhi, felsefeci Brian Klug ve oyuncu Stephen Fry ile bir oluşum kurdu.
Onlar inanılmaz cesur bir şey yapıyorlar. İngiltere'de Yahudileri temsil eden diğer grupları, İsrail'in politikalarına desteği, Filistinlilerin insan haklarının üstünde tutmakla suçluyorlar. Tarihçi Hobsbawn, "En iyi Yahudi İsrail'i destekleyen Yahudi'dir tezine karşı olan Yahudilerin de olduğunu göstermek istedik" diye açıklıyor adını "Bağımsız Yahudi Sesleri" koydukları yeni insan hakları çıkartmasını..
İnanılmaz cesur şey de şu: 'İsrail'i desteklemeyen Yahudi de iyi Yahudi olabilir' demek.. O kadar.
Vay canına! Ne kadar olağanüstü bir şey bu..
Hem de, bir de bunu numunelik olmak için yaptıklarını da söylüyorlar ya; o da bunun daha bir nedret değeri sahibi olmasını sağlıyor anlaşılan...
"Hiç kimsenin İngiltere Yahudileri adına İsrail ve Siyonizm hakkında konuşma hakkı yok. Yahudiler adına yapılan adaletsizliklere karşı çıkanların hain ilan edilmesine izin vermeyeceğiz. İsrail'in Lübnan'ı bombalamasına, Gazze Şeridi ve Batı Şeria'daki işgali sürdürmesine, İsrail içindeki Filistinlilere ayrımcılık yapılmasına karşı çıkarken aslında kimliğimize sırt çevirmiyoruz, tam aksine kimliğimize sahip çıkıyoruz."
Bu, tabii ki, iyi bir gelişmedir... Dünyanın en eski ırkçı kavminin nihayet --sadece geçmişe yönelik de olsa-- bazı konularda kendi adaletsizliklerini dile getiriyor olması tabii ki iyiye doğru bir gelişmedir.
Bad el harab ül Basra olsa da, daha 'dün bir bugün iki' bile sayılmayacak kadar yeni olsa da, bir avuç Yahudinin çıkıp bunları söylemesi, söylemeğe beaşlıyor olması, tabii ki memnuniyet vericidir. Hepimizin kendilerine birer 'hoşgeldiniz' demek borcu var, en azından.
Ben bu oluşumun katılımcılarına ve özellikle Harold Pinter'e hayranım. Yeryüzünde bir Türk yerine bir Musevi'ye hayran olmamın nedeni de bizzat Pinter'in kendisidir. Acaba bir Türk yerine bir Musevi'ye hayran olunca kendi ırkıma karşı bir kabalık mı yapıyorum diye düşünmedim de değil.
Ayşe hanımı, bir anlamda teselli etmek isterim: Hayır, hanımefendi; siz kendi ırkınıza kabalık yapmıyorsunuz (en azından bunu doğrudan yapmıyorsunuz); siz sadece cehaletinizi sergiliyorsunuz.
Musevilik bir dindir, Türk ise (teorik olarak) bir ırktır. Irk ile dini birbirine karıştırıyorsunuz yani...
Bu cesur Museviler kendi alanlarında saygın, mesleklerini en ciddi biçimde yapmış, yaşadıkları topluma katkı da bulunmuş, hayranlık verici düzeyde donanımlı insanlar. Paraları ile değil bilgileri ve bilgelikleri ile üst düzeyde insanlar.
Ne mutlu.
Ben de, aslında, Ayşe hanımdan bile daha kolay hayran olurum insanlara. Ayşe hanımın bu kadar kolay hayran olmasına hemen hayran oluşum da buna iyi bir örnek olabilir.
Bizim topluma geri dönüp baktığımda ise hayranlıkların genellikle ırkı adına cinayet işleyenlere yöneldiğini görüyoruz.
Irkla dini karıştırmak da aslında bir tür cinayet olabilir ama, Ayşe hanımın lafı nereye getirmek istediğini görebildiğimi sandığım için daha fazla üzerinde durmayacağım.
Küçük dublörlere, büyük azmettiricilere hayran toplumun arasında niye ayrık otuyum diye huzursuzlaşıyorum. Ben de katillere hayran olmak istiyorum. Ben de kendi toplumunun kendi devletinin yaptığı ihlallere karşı çıkanlara vatan haini demek istiyorum.
Katillere hayran olmak için, bütün bir toplumu bir çocuğun şahsında katilleştirmek bence pek adil değil...
Onun yerine, yukarıda memnuniyetle müşahade ettiğim Yahudi hayranlığının başlangıcını azıcık daha eskilere götürse, Yahudilerin gerçekleştirdiği ve dolayısı ile hayran olacağı çok sayıda katliam ve kasaplıklar bulabilir.
Ama, meram o değil sanıyorum.
Bir avuç Yahudi kendi toplumlarını --seneler sonra-- eleştirdi diye hayranlıklar yazacağına, bu ülkede --her kesimden-- geçmişteki yanlışlara 'yanlış' diyenleri unutmasa bence çok daha iyi olurdu.
Bunun da ödülünü almak istiyorum.
Gazetecilerin bazı konularaki yazıları yüzünden 'ödül'lendirildiklerini iyi kötü biliriz de, bu ödüllere aday nasıl gösterilir bilmiyorum. Ama, eminim, Ayşe hanımın bu yazısı da ilgili ödül-dağıtmağı-severlerce dikkate alınacaktır.
Ama dönüp dolaşıp yine İsrail devletinin Filistin toplumumu üstündeki ihlallerine karşı çıkabilen dürüstlükte ki bir Musevi yazara hayran oluyorum.
İşte, buradaki paralelliğe itiraz edemiyorum. İsrail, aynı zamanda, bir din devletidir çünkü. Dolayısı ile, ilgili yazarın dinini öne almasında, bu açıdan, bir yanlışlık yoktur bence de.
Acaba ben Türk değil miyim?
Bu sorunun muhatabı kim olabilir ki?
Kim çıkıp Ayşe hanımın Türk olduğunu ya da olmadığını söyleyebilir ki..
Başka bir deyişe, cevap almak için ırkçı arıyor gibi.. ya da ucuz bir olta.. Yakışmıyor.
Bağımsız Türk sesleri olamaz mı?
Olur. Olmuştur da. Saymakla bitmez. Alevilere yapılanları eleştirmeyenimiz mi var? Ermeni Techirinin yanlış bir karar olduğunu kabul etmeyenimiz mi var?
Techirin yanlış olduğunu kabul etmekle, onun bir soykırım olduğunu da otomatik olarak kabul etmek midir acaba Ayşe hanımın aradığı 'Bağımsız Türk Sesleri'?
Nesinden 'bağımsız' olmasını istiyoruz? Tarihinden ve vicdanından mı?
Yoksa vicdanımla Türk olmak arasında bir çatışma mı var?
Kafası karışık insanların bu durumu bir çatışma olarak görmeleri seyrek karşılaşılan bir şey değil ki..
Ödül beklentisi geçince, bu uğultunun, bu kafa karışıklığının da geçeceğini söylemek mümkündür zannedersem.
Ümit dünyası işte..