Türkçeye Temelden Giriş

Bu yazı Türkçe üzerinde yapılmış bir çalışmanın sonuçlarının kısa bir kesitidir, bir çeşit 'Türkçeye Temelden Giriş' de diyebiliriz.

Ama, 'Türkçeye Temelden Giriş' demekten kasıt 'Türkçeye temelden girişmek' değil; yani, dil siyaseti, dilin kökeni, dildeki herhangi bir kelimenin menşei, nesebi; ya da gündelik meselelerle, 'ne hale geldi güzel Türkçemiz, aşiret diline döndürdüler' ya da 'yabancı kelimeler dilimizi mahvettiler' türünden bir tartışma daha başlatmak niyetinde değilim. Bu tür tartışmalardan bugüne kadar anlamlı ya da faydalı herhangi bir sonuç çıktığını da görmüş değilim.

Burada üzerinde duracağım konu, okullarda okutulan Türkçe dersinde gördüklerinizden farklı olacak biraz, ve kullanacağım kavramlar –ihtimaldir ki– size biraz yabancı gelecek. Yabancı gelmesinin ana sebebi (eğer yabancı gelirse), Türkçeyi doğal ortamında öğrenmiş olmanızdan, yani içinde büyüdüğünüz için kanıksıyor olmanızdan kaynaklanıyor.

Merak etmeyin, bu bir dilbilgisi semineri olmayacak –en azından, benim amacım o değil. Ama, belki konuştuğunuz dile farklı bakmanıza yardımcı olur.

Hattâ, 'ne hale geldi güzel Türkçemiz, aşiret diline döndürdüler' ya da 'yabancı kelimeler dilimizi mahvettiler' konuları açıldığında başka perspektiflerden bakmanıza yardımcı da olabilir. Bunu bir tek yazıyla elde edeceğimi söylemiyorum, fırsat buldukça, sizi çok fazla detaya boğmadan birkaç yazı daha yazmak niyetindeyim.

Aşağıda kısaca değineceğim kapsamı söyleyeyim: Yazıya döktüğümüz dil ile ilgileniyorum. Yani standard dil ile. Gündelik hayatta, özenmek kaygısı taşımayarak konuştuğumuz dil, argo ve şiveler bu kapsamda değil.

Bu yazıda, mimarlıktan ya da inşaatçılıktan alınma örnekler, benzetmeler kullanacağım; çünkü, benzetmeler olmaksızın anlatmağa kalksam hem çok uzun sürer, hem de çok sıkıcı olur.

Yazdığımız yazılarda, her paragrafı bir semt, hem cümleyi de birer konut kabul edersek, cümlenin içindeki kelimeler de o konutun odaları, pencereleri, duvarları, kapıları vs. sayılabilir..

Bu konutun odalarının, pencerelerinin, duvarlarının, kapılarının yerli yerinde olması gerekir tabii ki, ama yetmez; bir de estetiği, ahengi de olmak zorunda.. Yani, her paragraf, her cümle, esasen bir mimarî etkinliktir. Yani, dile getirilen, söylenen, yazılan sözün hem içeriği olmalı hem de estetiği..

İçerik ve estetik kaygıları mimarlık kaygılarıdır; mimar, hangi bileşenin nerede kullanılacağına karar verir, genel ve özel çerçeveyi belirler. Bu yüzden, mimarlık çok önemlidir.

Bizim konumuza uyarlarsak, mimar, kelime seçimini yapar, cümle ve paragrafların neye benzeyeceğini belirler. Kısacası, içerik ve estetik, ahenk mimarlık fonksiyonudur.

Fakat, mimar, kelimenin oluşturulmasıyla ilgilenmez. Tıpkı, gerçek hayatta, hiçbir mimarın, menteşenin, kapının, ya da tuğlanın üretim ya da montaj prosesiyle –genel bir bilgi sahibi olmaktan öteye– detaylı ilgilenmediği gibi. Onun işi değildir de ondan.

Fakat, hepimizin bildiği üzere, menteşe, kapı, veya tuğla veya diğer bileşenler, rasgele de üretilmezler. Mimarın beklediği fonksiyonları yerine getirecek şekilde ve belli bir disiplinle üretilirler. Bu üretime genellikle mühendisler nezaret ederler.

Dolayısıyla, bu yazının ilgi alanına, mimarların yaptığı değil de mühendislerin yaptıkları girer. Yani, güzel söz etmek sanatı ile değil, güzel ve hatasız dile getirilmiş sözlerin yapısıyla ilgileniyor olacağız...

Başka bir deyişle, cümledeki –konuttaki– odaların, pencerelerin, duvarların, kapıların bileşenleriyle, konutu peydahlamak için kullandığımız malzemelerle ve o malzemeleri nasıl kullandığımızla ilgileniyoruz. Yani, tuğla, briket, cam, menteşeler, kapı kolları, hatta mobilyalar vb gibi şeyler.. Bunların Türkçe dilindeki karşılığı da, kelimeyi oluşturan takılardır.

Oh, hele şükür.. asıl ilgi alanımıza geldik. Takılar...

Ama, takılara göz atmadan önce, kısaca şunları da söyleyeyim: Takılardan daha aşağı inilemez mi?

Tabii ki, inilebilir. Onu yaparsak doğaya yakınlaşırız. Yani, kum, çakıl, demir, ahşap vb gibi, ismine hammadde dediğimiz şeylere.. Dildeki karşılığı olan sese ve daha sonra da sesin üretildiği organlara, anatomiye uzanırız.

Ses ve anatomi önemli, çünkü sınırları onlar belirliyor. Bu sınırları iyice bilmezsek, sebep-sonuç ilişkisini kuramayız ve bu yüzden de, meselâ, bir bilgisayarı bir insan gibi konuşturmamız çok zor, hatta imkânsız olur; doğal olmaz. Doğalı taklit edebilmek için mekanizmayı anlamız gerekir. Taklit edemeyince de dinleyen insan aradaki farkı kolayca anlar, ve rahatsız olur.

Bu açıdan bakınca, ses ve anatomi çok önemli. Önemli, ama benim ilgi sahama çok da girmiyor. Bunun iki temel sebebi var. Anatomiyi tam olarak anlayabilmek için elimizde yeterince gelişkin imkânlar, teknolojiler henüz yok –hele benim için hiç yok. Diğeri de, ses ve anatomi konusu sadece Türkçeyi ilgilendirmiyor, çok daha geniş kapsamlı bir bilim dalı. Bireysel bir merak olamayacak kadar geniş.

Bu kısa özetten tekrar ilgi sahamıza dönelim: Takılara..

Hemen şunu söylemek gerekiyor: Türkçe için takılar çok önemlidir.

Bunun da, en başta gelen sebebi de Türkçenin kendisinin yapısıdır. Türkçe bir eklemeli dildir –yani, Türkçede kelime, takı eklene eklene oluşur..

Dil biliminde 'eklemeli'nin özel bir adı da var: Agglutination.

Böyle upuzun yazıldığına takmayın, bildiğimiz eklemeli anlamına gelir ve bu gruptaki dillerin akla ilk gelen –klasik– örneği de hep Türkçedir –meselâ Encyclopædia Britannica'da bu böyledir. Diğer iki klasik örnek de Fince ve Japoncadır.

Türkçede kelimeler, takılardan oluşur; takılar birer tuğla gibidir.

Çok basit bir örnek için, 'ev-ler' kelimesine bakabiliriz. Burada 'ev' isim köküdür, 'ler' çoğul olduğuna işaret eder.. Köke bitiştirilmiş, eklenmiş, bir adet takıdan bahsediyoruz.

Türkçe öğrenmek isteyen birisine bunu böyle anlatırsak, eminim havalara uçacaktır.. Çünkü, son derece basit. Çocuk oyuncağı..

Bütün yapacağı şey, bu basit ve az sayıdaki birkaç kuralı öğrenmektir. Ardından hemen Türkçe konuşmağa başlaması işten bile değil.. değil mi?

Hayır, maalesef o kadar da basit değil..

Bu konuyla uğraşmadan önce, nispeten basit olduğunu düşünürdüm, ama, konuya ilgim arttıkça kazın ayağının perdeli olduğu ortaya çıktı: Türkçedeki bu tür kuralları teker teker ele alırsak herbirinin nispeten basit olduğuna katılabilirim, ama, kural sayısı hiç de az değil...

Daha açık söylemek gerekirse,Türkçede çok fazla sayıda kural var.

Aşikâr değil tabii ki bu kurallar, ve kimse de kimseye bunları öğretiyor da değil. Sorun da burada yatıyor. Bu kuralların çokluğu yüzünden olsa gerek, kimse belki de cesaret edip bunlara el at(a)mamış.. dolayısıyla da, ortada böyle bir liste ya da tablo yok. Böyle bir tablo mevcut olmadığı için de, kimse kimseye bunları öğretemiyor.. Bir kısır döngü; ya da 'tut keli perçeminden'..

Kulağınız, gözünüz alışsın diye tekrar edeyim: Türkçede olağanüstü sayıda –yani, çok fazla sayıda– kural var.

Bunlara kural demek çok da doğru değil belki. Belki de kuralcık demek lazım, ama, bu neyi değiştirir –sonuçta bunları bilenler ile bilmeyenler arasındaki fark, Türkçeyi bilmek ile yarım yamalak bilmek arasındaki farkı oluşturuyorsa, dürüst olup bunlara kural demek bence daha doğru.

Kurallara bir örnek vereyim de, nerede ne gibi gizli (aşikâr olmayan) kurallara uyduğumuzu görelim:

Az önce 'ev-ler' örneğini görmüştük. Şimdi de 'yol-lar' örneğine bakalım.

Aynı yapı, aynı takı türleri.. fakat, takıların temsil edilişleri değişti... 'ev' kökünün yerine 'yol' kullandığımız zaman, 'ler' takısı 'lar' oldu..

Durup dururken, takı dönüşüme uğradı, yani 'morpheme' değişti..

Şimdi.. bu iki örneği görünce, beni hemen kınayacağınızı da görür gibi oluyorum..

Öyle ya, bütün mesele bu mudur?.. yani, bir köke bir takı eklendiğinde takının değişmesi, dönüşümü.. Büyük iş!.. sonuçta bir çocuğun bile kolaylıkla anlayabileceği bir şeyi tutmuş burada örnek veriyorum ve bunu da ciddi ciddi yapıyorum.. İnanılacak gibi değil.. Vaktinizi ziyan ediyorum..

Zamanınızı ziyan ettiğinizi düşünürseniz hiç yadırgamam.. Ama, bu mesele basit filan değildir. Karmaşık ve önemli bir meseledir..

Çünkü, size sadece bir adet basit takının kullanımıyla ilgili 2 ayrı örnek verdim. Takıların dönüşümüne (morpheme dönüşümüne) örnek olsun diye.. Bunları da, özellikle basit örneklerden seçtim..

İyi de zor örnek de görelim o zaman diyeceğinizi de duyar gibi oluyorum. İşin komik tarafı, zor örnek pek yok. Hepsi de basit örnekler... Fakat, şeytan da tam olarak bu ayrıntıda yatıyor..

Şimdi, şeytan adına (!), hemen bir soru sarayım: Türkçede kaç adet takı çeşidi var olduğunu biliyor muyuz?

Cevap vermeden önce iyi düşünün.. Orta öğretimdeki dilbilgisi kitaplarında sıralanan ve bir düzineyi bile bulmayan şeylerden bahsetmiyorum; yaşayan, yaşanan Türkçede kullanılan takı çeşitlerinden bahsediyorum..

Benim cevabım: Hayır, bilmiyoruz!...

Yani, bilimsel literatürde bunlar topluca bir arada yok, ya da ben bugüne kadar hiç rastlamadım.

Yayınlanmış kitaplarda şunlarda bunlarda, az ya da çok bir şeyler var, ama, mufassal (tafsilatlı, kapsayıcı) bir listesiyle ben henüz karşılaşmadım. Benim bulabildiğim (biriktirdiğim) sayı 125 civarında.. Bu sayının biraz daha artması muhtemeldir.

Burası önemli: Sadece takı çeşitleri 125 adet civarında... Bu sayının niçin önemli olduğunu anlatmak için yine az önceki örneğe döneyim: 'ev-ler' diyebiliyoruz, çünkü dilin kurallarına uyuyor. Peki, 'ev-ecek' diyebilir miyiz? Hayır.

Niçin 'hayır'? Türkçe bilen birisi için basit: İsim kökünün gelecek zaman takısı alması mümkün değil. 'ev-di' ya da 'ev-miş' diyebiliyoruz ama 'ev-ecek' diyemeyiz.

Başka bir deyişle, hangi takı çeşidinin hangi takı çeşidinden sonra (ya da önce) gelebileceğine dair kurallar var..

Şimdi, tekrar, şu 125 civarındaki sayımızı hatırlayalım: Hangisinin hangisinden sonra gelebileceğine dair bir tablo oluşturmağa kalksak, teorik olarak 15,625 kural ortaya çıkar... [Hemen burada bir not daha düşeyim: Bu sayı, 125, takı kategorileri değil, takı adedidir.]

Ama, bu kadarla da kalmaz. Çünkü, –yukarıda, 'ev-ler' ve 'yol-lar' örneklerinde de gördüğümüz üzere– her takı, kendinden öncekine bağlı olarak farklı dönüşümlere ('morpheme'lere) bürünür.

Detaylarına çok girmeyeceğim –sizi zaten yeterince detaya boğdum çünkü–, fakat, yine teorik olarak her takı 24 ayrı şekilde dönüşümle (morheme ile) temsil edilebilir. Yirmidördünün de birarada rastlandığı bir örnek bilmiyorum, ama, 24 olasılık vardır.

Yukarıdaki 15,625 sayısını bir de 24 ile çarparsak, 375,000 adet teorik kuralımız olur... [aslında, teorik kural sayısı biraz daha fazladır, ama, o ayrı bir konudur, şu anda üzerinde durmamıza gerek yoktur]

Yani, biz itirâf etsek de etmesek de, kafamızın bir yerlerinde bunca kural var... Türkçeyi biliyor olmak için, bu 375,000 küsur adet kuraldan haberdar olmak gerekir, daha doğrusu zorunludur.

Şimdi de, iyi haberi vereyim: 375,000 küsur adet teorik bir sayıdır. Pratikteki sayı çok daha farklıdır. Ama, o rakamı da başka bir zaman söylerim.

Türkçenin asıl ilginç olan yanı da, bu temel kurallara uyulduğu sürece, Türkçe konuşanların neredeyse tam anlamıyla anarşist-nihilist bir özgürlüğe sahip olmasıdır.. Çok az bir kısıtlamayla, istedikleri kelimeyi uydurabilirler..

'Memleketten her ay şu kadar para gelir' dediğimiz zaman 'gel-ir' kelimesi bir geniş zaman takısı almış fiil köküdür de, 'Aylık gelirim şu kadar liradır' dediğimiz zaman 'gel-ir' kelimesi artık bir isim olmuştur... Bu basit bir örnektir. Daha zor bir örneğin verilemezliğinden bahsetmek anlamlı olmaz, çünkü ' verilemezliğinden' kelimesi tam da öyle bir örnektir.

Şimdi de şu 'çok az bir kısıtlama' konusuna değineyim. Hiç de öyle gibi durmasa da, bu 'çok az bir kısıtlama' aslında bir başka baş belasıdır...

Buna bir sürü örnek bulunabilir; ama, sırf gıcıklık :) olsun diye, önce, tartışmalı kelimelerden örnek vermek istiyorum.

Meselâ, 'kale' kelimesinden 'kallavi' türer.. kolay açıklanabilen bir mekanizması yoktur bunun. Ya da, 'aile' kelimesinden 'ailevi' türer.. nispeten kolaydır.. 'kimya'dan 'kimyevi' de öyle..

Bunlar tartışmalı kelimelerdir; gerçi kimsenin 'kale' veya 'aile' ya da 'kimya' kelimelerine itirazı yoktur, fakat yaşayan Türkçede var olan ve yaygın bilinen bu türevlere itiraz edildiğini görmüşlüğüm vardır. İtirazın sebebini incelemekle, isabetli olup olmadığı konusunda bir şeyler söylemekle vakit kaybetmeyip, kaydedip geçelim.

Bu kelimeleri kullanırsanız, bazılarımız itiraz edebilirler (eskiden itiraz edenler daha çoktu, şimdi itiraz edenler daha az olur gibi geliyor bana), kökeni Arapça olduğu için filan.. İtiraz eden olabilir, ama, kimse bunların yaşayan Türkçede namevcut olduğunu söyleyemez.

Öte yandan, yaşayan Türkçede, meselâ 'coğrafya' kelimesi de vardır; fakat 'coğrafyevi' gibi bir kelimeyle karşılaştığımı söyleyemem. Zannedersem, böyle bir kelimeyle karşılaşan herkes bunu yadırgayacaktır.

Sıfatlarda, meselâ, işler biraz karışır. Kolay açıklanamayan (yani, ben açıklayamıyorum) şeylerle karşılaşırız: 'kapkara', 'kıpkızıl', 'masmavi', 'yemyeşil', 'güpgüzel', 'besbeter' gibi abartmaların neden öyle olduğu aşikar değildir; dolayısı ile, bunlara ait özel haller ayrı ayrı bilinmek zorundadır.

Bir başka sorunlu nokta da, fiillerin geniş zaman takılarıdır.. Çoğunlukla tutarlıdır, fakat, bazı fiil kökleri sözkonusu olduğunda iş karışır. Örnek vermek gerekirse, 'sil' ve 'bil' köklerine bakabiliriz. Bunların geniş zaman halleri 'sil-er' ve 'bil-ir' olur...

Başka örnekler de vardır. Niçin bunun böyle olduğunu açıklamak kolay değildir. Bu yüzden de, fiil köklerinin geniş zaman halleri ayrı ayrı bilinmek zorundadır. Bazân da, her iki şekliyle görüldükleri olur. Meselâ, 'san-mak' böyledir; hem 'san-ar' ('san-ar-ız') hem de 'san-ır' olarak görülür ('san-ır-ım')...

Türkçede düzensiz kök yoktur, değil mi? Yani, aldığı takı kökün kendisinde bir değişikliğe yol açmaz, takının kendisi dönüşür.

Şunu demek istiyorum: Yukarıda kullandığımız örneklerden birini alırsak, meselâ, 'yol' kelimesini (isim kökü); bunun hiçbir varyasyonu 'yol' kısmını bozmaz. Şöyle: 'yol-cu', 'yol-suz', 'yol-da', 'yol-u', 'yol-a', 'yol-la-mak' vs..

Bu tutarlılık fiil köklerinde de geçerlidir: 'bak' kökünden oluşturacağımız 'bak-an', 'bak-ar', 'bak-tı', 'bak-maz', 'bak-ma', 'bak-ış', 'bak-ım' vs.. Hiçbirinde kök değişmiyor, hep aynı kalıyor.

Buradan, hemen kural çıkarabiliriz, değil mi? Maalesef, değil; çıkaramayız.

Sanki, birileri, sırf biz kural peydahlamayalım diye, bir muziplik yapmıştır ve özel olarak peydahlanmış (ve çok da yaygın kullanılan) kökler tasarlamıştır: 'de-mek' ve 'ye-mek' kökleri..

Ne demek istediğimi anlatmak için, sadece bir tanesinin örnekte kullanalım: 'de-r', 'de-di', 'de-mez', 'di-yor', 'di-yen'...

Gördünüz mü? Son iki örnekte 'de' kökü değişti ve 'di' oldu..

İşin kötüsü, Türkçede bu tür durumlar çok azdır. Azdır, ama yok değildir. Ve, kural çıkarmağı sabote eder.. Ve, maalesef, bu kimsenin komplosu da değildir ki, bulup itham edesiniz.. dil kendiliğinden (ve bilinmez bir sebeple) böyle olmuştur.

Neyse. Daha uzatmayayım, benim anlatmak istediğim nokta, öyle her kelimeden de her istediğimiz kelimeyi üretemeyeceğimizdir.

Sırf kelime oluşturma kurallarını bilmek, yani birkaç bin adet mekanik kuralı bilmek yeterli değil; kelime bazında da bilgi sahibi olmak gerekiyor... Bunca kural ve istisnayı topladığınız zaman, Türkçe bir hayli zor bir dil haline geliyor.

Bu noktada, şuna da değinmek isterim: Arada bir, ya da sık sık, Türkçenin matematik bir dil olduğunu, matematik olarak temsil edilmeğe çok yatkın olduğunu, matematik bir ahenk içerdiğini ya da benzer sözleri –herkes gibi– ben de çok duydum. Matematiği de çok severim –yani, matematik dendiğinde fellik fellik kaçanlardan değilim– ama bu iddiaları artık ciddiye alamıyorum. Bence, bir modern hurafedir bu iddialar...

Matematiğin güzel tarafı, kuralların kısıtlı sayıda olması, zor şeyleri kolaylaştıracak şekilde sembolize edebilmesidir. Türkçede, başka bütün dillerde olduğunu söyleyebileceğimiz şekilde, zor şeyleri kolaylaştıracak şekilde sembolize edebilmek sözkonusudur ama kural sayısı az değildir ve istisna sayısı da hatırı sayılır derecede çoktur. Bu da, Türkçeyi matematik metodlarla, sembollerle temsil etmeği pratik olarak imkânsız kılar.

Bu modern hurafe sadece yanlış olmakla kalsa bence pek mahzuru yoktur, ama, iki ana başlık altında zararlı oluyor. Birincisi, matematikten korkanları Türkçeden de soğutuyor. İkinci mahzuru da, bu iddiaya inanıp yola çıkanları çok kısa zamanda yaya bırakıyor. Gereksiz hayal kırıklıkları ve mağlubiyetlere yol açıyor. Bu iddiadan, bu modern hurafeden bence vazgeçmeliyiz.

Neyse. Şu ana kadar hep kelime oluşturmaktan bahsettik. Fakat, yaptığımız tek iş de kelime oluşturmak değil ki.. Bu, olsa olsa, işin sadece yarısıdır. En az onun kadar önemli olan başka bir şey daha var: Okuduğumuz, duyduğumuz, karşılaştığımız kelimelerin anlamını çıkarmak..

Şunu demek istiyorum: Türkçe konuşan herkesin istediği anlama gelecek şekilde istediği her kelimeyi (aşağı yukarı) icat etmek ruhsatı var, bunun böyle olduğunu yukarıda söyledik.

İyi de, bu kadar serbestçe peydahlanmış bir kelimeyle karşılaştığımız zaman onu anlamlandırabilmek ne yapıyoruz? Buna bakalım biraz.

Biz, yaptığımız işin farkında olmasak bile, kelimeyi köke indirgeyinceye kadar takılarından tek tek sıyırıyor ve arada elde ettiğimiz parçalara anlam vermeğe çalışıyoruz..

Bu işlem, anadili Türkçeyi olanlara doğal ve kolay gibi gelse de, meselâ İngilizceye kıyasla çok farklıdır, ve belki de daha zordur.

İngilizcede kök kelime sayısı Türkçeden daha fazladır –bunu biliyoruz– ama sonsuz değildir. Bunların önemli bir kısmını belleğimizde tutabiliriz, geriye kalanını sözlüklerden bakıp çıkarabiliriz.

Türkçede kök kelime sayısı çok daha azdır –İngilizcenin onda biri belki–, fakat, Türkçede üretilebilecek kelime sayısı pratik açıdan sonsuzdur. Tekrar edeyim: Türkçede üretilebilecek kelime sayısı pratik açıdan sonsuzdur.

Bu sonsuzluğun bedeli de, söylenen her kelimeyi tek tek bir zihin prosesinden geçirmektir.

Her kelimeyi, köke indirgeyinceye kadar takılarından tek tek sıyırmak ve arada elde ettiğimiz parçalara anlam vermeğe çalışmak prosesinden bahsediyorum..

Bu proses hayli meşakkatli bir zihin yükü olsa gerek.. Bu zihin yüküne örnek vermem gerekirse: 'karşılaştırılabilirmişçesine' kelimesine bakabiliriz..

Takılarına ayırarak yazarsak, 'karşı-la-ş-tır-ıl-abil-ir-miş-çe-si-ne' olur (takı ayrımlarında hemfikir olmayabilirsiniz, bu noktada önemli olmadığını farzedin lütfen).

Yani, kök artı 10 takı..

Hiç fena değil..

Üstelik, bu, oluşturulabilecek olan en uzun kelime de değil..

En uzun kelimenin ne olduğunu henüz bilmiyorum, bunu bulmak için hiç uğraşmadım. Ama, benim yaptığım bir çalışmada, kurallara bağlı olmak kaydıyla, üst limit 52 adet takı olarak çıkmıştı. Öyle bir kelime gerçekten var mı, veya anlamlı mı olur mu; ya da onu yazacak veya okuyabilecek bir babayiğit çıkar mı.. bilemem. Ama, 52 adet takıdan oluşan bir kelimenin teorik olarak mümkün olduğunu söyleyebilirim.. Belki de daha fazla da olabilir (yukarıdaki 125 takı rakamının artmasına bağlı olarak).

Neyse. Şimdi, tekrar, 'karşılaştırılabilirmişçesine' kelimesine dönelim.

Bu tek kelime başka dillerde bir cümle, ya da bir paragraftır.. Daha uzun haliyle ve tek tek yazacak olursak, 'karşılaştırılabilirmişçesine' kelimesine, aşağı yukarı, 'sanki mukayese edilebilirmiş gibi' cümlesi denk gelir..

Buraya kadar okuyabildiniz mi, yoksa sizi yolda kayıp mı ettim bilmiyorum, ama buraya kadar sabrettiyseniz, azıcık daha gayret edin derim; çünkü derinlerden (geçici olarak) yukarıya çıkıyoruz. Morfoloji bahsine başka bir zaman devam ederiz; şimdi azıcık da genel bir iki konuda laf edeyim.

Az önceki 'karşılaştırılabilirmişçesine' kelimesinin kendisine has bir anlamı olduğunu gördük. İyi de, siz hangi Türkçe sözlükte 'karşılaştırılabilirmişçesine' diye bir kelime bulabilirsiniz?

Benim baktığım hiçbir sözlükte yoktu. Bütün bulabileceğiniz 'karşı' isim kökü ve bunun türevi olan birkaç başka kelime daha. O kadar.

Tabii ki, 'karşı' kökü ile 'karşılaştırılabilirmişçesine' arasında bir ilişki vardır; vardır, ama o kadar uzaktır ki, ilişkiyi kurabilmek için dili biliyor olmak lazımdır. O zaman da, sözlüğe filan pek gerek yoktur...

Bu örnekler de bizi Türkçede sözlük yazmanın ne derece zor hatta anlamsız bir çaba olduğuna götürür.. Uydurulabilenlerin sayısı sonsuz olunca, eksiksiz bir sözlük yazmak da imkânsız oluyor..

Üstelik, bu imkânsızlık, sadece bildiğimiz anlamda sözlük yazımında değil, ayrıca eşanlamlı-zıtanlamlı (synonyms-antonyms) kelimelerin bir arada toparlanabileceği, thesaurus cinsinden bir şeyi yapmağı pratik açıdan imkânsız –bazan da gereksiz– kılar..

Öyle ya, 'mukayese' kelimesinin eşanlamlısı 'karşılaştırma'dır da, 'karşılaştırma'nın zıtanlamlısı pek de kolayca 'karşılaştırMAma' olur...

Pek de anlamlı olmasa bile, herkesin uydurma ruhsatı olduğu için kimsenin itiraz hakkı da olamıyor. Thesaurus gerekli bulunmadığı için kullanmak alışkanlığı olmuyor, kullanmayınca da dilin zenginliği giderek azalıyor..

Bu eksikliği gidermenin tek makul yolu, akıllı sözlükler yapmak olacak. Yani, verilen kelimenin yapısal analizi yaptıktan sonra anlamını gösteren bir sözlük...

Bu da bizi, tekrar morfolojiye geri döndürür. Morfolojiyi halletmeden, böyle bir sözlük yapamazsınız. Fakat, sadece sözlük için gerekli değil morfoloji, başka bir sürü şey için gerekli..

Bilgisayar kullanımında bu zorunlu meselâ. Yazdığınız bir kelimenin doğru olup olmadığını denetlemek için gerekli, bilgisayarın sizin dediklerinizi anlamasını ya da bilgisayar tarafından doğru dürüst bir tercüme yapılacağı günleri hayal ediyorsanız, kelime sentezi (kelime oluşturma) işini bilmeniz zorunlu, verilen bir metni bilgisayarın sesli telaffuz etmesini istiyorsanız zorunlu, daha da ötesi, Google gibi bir arama motorunun Türkçede de başarılı olabilmesi için bu zorunlu...

Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenmek isteyenler için zorunlu –yani, çok faydalı olur..

Başka daha saymak mümkün, ama bu kadarı dahi bence 'her eve lazım' olduğunu gösteriyor..

Peki de, niçin kimse yapmamış?

Bilmiyorum.

Her neyse, benim birinci ilgi alanım sözlükler filan değil –daha oraya gelmedik. İlk iş, yazılan bir metnin doğru yazılıp yazılmadığını denetlemek..

Türkçe sözkonusu olduğunda, bunu bile –olması gerektiği şekilde– yapamıyoruz.

Türkçeyi, (İngilizcede vb gibi dillerde olduğu üzere) kısıtlı sayıda kelime adedine sahipmiş gibi, sık kullanılan kelime köklerini ve sık rastlanan kelimeleri çeşitlerini bir yerlere depolayıp, bunun üzerine azıcık da yazılımsal akıl ekleyerek metin denetlemesi yapmağa çalışıyoruz.

Bunun çok da fazla mahzuru yok. Genelde, yanlış yazılmışları doğru saymıyor. Bu iyi. Ama, doğru yazılmış olanları yanlışmış gibi gösterme ihtimali az değil. Dağarcığında olmayan her kelimeyi yanlış göstermek zorunda. Günde 150 değişik kelimeden fazlasını konuşmayan sıradan birisi için bu çok bile, ama dilin zenginliğini sergilemek isteyeni hatalı kullanım varmış gibi uyarması cesareti kırıcı oluyor... Halbuki, buna hiç gerek yok; yani, çok daha iyi olabilir.

Türkçe, yukarıda saydığım kurallar çerçevesinde, altyapısı hayli mekanik olan bir dil. Bu da, onun çok kolayca bilgisayarlar tarafından analiz ve sentezini kolaylaştırıyor. Tek yapılması gereken şey, biraz sabır gösterip, o kuralları oluşturmak. Bu da, Türkçeyle alakalı herşeyde olduğu üzere, zor değil ama emek, zaman ve sabır istiyor.

{Bu yazıyı yayınlanmadan önce, Metin beyin [Jazzetta] bir görmesini istemiştim. Sağolsun, kırmadı ve zaman ayırdı; --bir örneğine daha önce rastlamadığım bir editör titizliğiyle-- metnin içinde hayli sayıdaki yazım yanlışını (typo) düzeltmemi sağladı. Yukarıda okuduğunuz metnin içeriğine dokunmamakla beraber, ayrı bir yazı ile bu konuda önemli katkı ve eleştirileri olacağını biliyorum. Bu katkı ve eleştirilerden hep beraber istifade etmek için, Jazzetta'da yayınlanmalarının ardından, birer kopyasını da buraya almak planlıyorum.}