Tıfıllardan Masallar: Pre-Islamic Göçebe Medeniyetsiz Turks
Bazı masallar vardır ki, duyarsınız, önemsemez geçersiniz.. Üstünde durmağa değmez çünkü.. ama, bir raddeye kadar: Sizin çocukken anlattığınız 'seni leylek getirdi' masalınızı, o çocuk kazık kadar adam olup, mektep medrese gördükten sonra hala daha aynen tekrarlıyorsa; üstelik bunu da suret-i haktanmışçasına ve bilimselmişçesine tekrar ediyorsa, o zaman o velede tam olarak nereden geldiğini anlatmak, göstermek zorundasınız. Eksik kalmış eğitimini ve terbiyesini tamamlamak adına tabii ki.. Ama, uzatıp parmağınızla gösteremeyebilirsiniz her zaman.. bazan ayıp olur, bazan fuzûlidir, bazan da imkânsız.. Yani, burnuna belge dayamak her zaman mümkün olmayabilir demek istiyorum. Fakat, akıldan daha iyi bir delil, bir belge ne olabilir?.. Akıl değil midir, nihayetinde, neyin delil, neyin belge, neyin de lagalüga olduğuna karar veren.. Akılsa eğer, o zaman, işaretlerden de delil çıkarsamak mümkün olur. Yani, ortada, Selimiye Camiinin teknik resimleri, puantajları, irsaliyeleri, faturaları, proje grubunun iş takip raporları, dahili yazışmaları vs yok ise bile, hiç bir aklı başında insanın çıkıp da 'Selimiye bir istiare eseridir. Mimar Sinan her gece istiareye yatardı. Sabah ezanında da ustalara, işçilere gördüğü rüyayı anlatırdı. Ustalar, işçiler rüya tabirinde çok mahir idiler. Böylece, tek sayfa evrak belgeye gerek kalmadan koskoca Selimiye, 7-8 sene gibi rekor bir sürede ayağa dikildi' demesini bekleyemeyiz... Bunu diyebilenlerin olmadığını söylemiyorum; eminim ki vardır, ama ben 'aklı başında' demiştim lafa başlarken... Aklı başında olması önemlidir. Yoksa, anlattıkları fasa fisodur, tıfıllardan masallar sayılmak gerekir. Gelelim şimdi şu 'göçebe' lakırdısına.. Ne demektir 'göçebe'? Benim büyük dedelerimin yaylaları vardı. Yazları, büyükbaş, küçükbaş hayvanlarını yaylalara yollarlardı. Bazan da, kendileri de yayladaki evlerine taşınırlardı. Sonbaharda da, kışlık evlerine dönerlerdi. Şimdi... şimdi benim dedelerim göçebe mi oldu? Peki.. şimdi de benim, ailemin, sülalemin yazlıkları var. yazları oralara gidiyoruz. Kışları bazan orada kalanlar da oluyor, ama, çoğunlukla kışları kışlık evimizde geçiriyoruz. Şimdi... ben ve diğerleri göçebe mi olduk? Ya da, azıcık daha farklı bir örnek vereyim: Akrabamda, arkadaş çevremde, görevi gereği, cümbür cemaat başka ülkelere ya da başka şehirlere taşınan, orada bir kaç sene kalıp daha sonra da geri dönen veya bambaşka bir ülke ya da şehre taşınanlar var.. Bunlar göçebe midir? Ben hiç sanmıyorum. Onlar da hiç öyle düşünmüyorlar. Gittikleri yerlerde kalmaları gereken süre boyunca yerleşik oluyorlar çünkü.. Peki, 'göçebe' nedir? Basit: Hiç bir zaman yerleşik olmayan, yerleşiklik amacı gütmeyen, herhangi bir toprak parçasına kendi malı gibi bakmayan, yurt kavramı olmayan.. Şimdi... Türkler bu tanıma giriyor mu? Türklerin hiç bir zaman yerleşik olmadığını, yerleşiklik amacı gütmediğini, herhangi bir toprak parçasına kendi malı gibi bakmadığını, yurt kavramı olmadığını mı söylüyoruz? Var mı bu tanıma uyan bir örnek? En son örneklerinden birisi Avşar Türkleridir. Onlar da, aynen benim büyük dedelerim gibi kışlak-yaylak arasında gidip gelirlerdi. Başka, ele gelir bir örnek var mıdır? Varsa bile ben bilmiyorum. Dolayısıyla, bu 'bana böyle ezberlettiler, ben de nakarat olarak söylerim' cinsinden bir bilgiçlik sayılmak ve ciddiye alınmamak zorundadır. Gelelim şimdi de, medeniyetsiz ya da barbar Türkler teranelerine. Bu konuda çok fazla laf etmeğe gerek yok bence. Azıcık öğrenmek tecessüsü olan birisinin önüne bir Orta Asya haritası alması yeter. Orada koskocaman bir Tarım Havzası vardır. Oraya bu ismi, sırf bu masalları anlatan tıfıllar okusun diye vermişlerdir. Çünkü, en ezberci tıfıllarımız dahi bilir ki, yerleşikleşme ve akabinde şehirleşme tarımla başlamıştır. Tarım Havzası'ndan haberi olmayınca kişinin, bol keseden medeniyetsizlik, bol kepçeyle de sanatsızlık filan dağıtmak ruhsatı olur; makuldür tabii, ama, malesef herkes Tarım Havzasından bihaber değildir. Mektebinde okumağa davet ederler insanı. Gelelim şimdi de, İslamın medenileştirme etkisine.. Etkisi tabii ki vardır ve önemlidir de.. ama, İslamla karşılaşan Türklerin de sarmaşıklardan sallanan birer baboon olduğunu söyleyecek değiliz herhalde.. Orhun yazıtları ile İslamın doğuşu aşağı yukarı aynı tarihlere rastlar.. O tarihlerde 200-300 kişiyi zor bir araya getirip, güya savaş yapılırken, öte tarafta [İslam'dan tam bin sene önce, MÖ 300 yıllarında] Çin'e Çin Seddini yapmağı zorunlu kıldırtan bir organizasyondan bahsediyoruz. Az biraz aklederseniz, Çin'i Çin Seddini yapmağa ikna etmek için 200-300 kişilik çeteler yetmez... Daha bir cesametli teşkilatlarınız olmalı.. [Küçük bir kesidini burada görebilirsiniz. Toplam boyunun da 6,352 km olduğunu aklınızda tutun. Bunu isteseniz, hakkında onca efsaneler anlatılan Hayber Kalesi ile de kıyaslayabilirsiniz. Hayber Kalesi bir resmini bulabilirseniz bana da bir link adresi verin lütfen. Çin Seddini yerinde gidip gördüm de, Hayber Kalesini hiç görmüş değilim; çok merak ediyorum, ne devasa bir yapıdır bu onca efsaneyi korutan.] Ve, cesametli teşkilatlar da öyle ha deyince kurulamıyorlar. Çok ciddi lojistik destek gerekir. Lojistik destek de medeniyet dediğimiz yerleşik organizasyonlar demektir. Orta Asya'daki geçmişimiz hakkında çok az şey biliyor olduğumuzu kabul ederim, ama, oradan gelirken sarmaşıklardan sallanarak gelmedik. Öyle olsaydı, yol boyunca --mâdem önümüze hep nurlanmış medeniyetler çıkmış-- yolda telef olur, kaybolur giderdik. Öyle olmamıştır. Hareket halindeki bir orduyu destekleyecek herşeyi ile birlikte yola çıkılmıştır. Serseri mayın gibi ortalıkta dolanmak amacı olmadığı da aşikârdır: Yeni bir yurt arayışı vardır. Buluncaya kadar da, dura kalka yola devam edilmiştir. Bunların neresinden kim nasıl medeniyetsiz ve göçebe lakırdılarını çıkardığını bilmiyorum, ama, akıl süzgecinden geçmediği bence çok bariz. Peki de, niye? Yani, bu lakırdıları nasıl da doğruymuş gibi ve niye söyleyebiliyor her yeni yetme --biyolojik yaşı kasdetmiyorum sadece, zekâ yaşı daha önemlidir; ve öncelikle akılla zekâyı karıştırmayacak kadar zeki olmalıdır. Cevabı zor değil. Dünyanın merkezinin Evropa olduğu dönemlerden kalmadır: Tek medeniyet Evropadır. O euro-centric kafa yani. Ama, o tek başına bizimkilerin hâlini açıklamağa yetmez. Başka bir şeye daha bakmak ve görmek lazımdır. Bunun ne olduğuna, geçenlerde yapılan Ceviz Kabuğu'nda Dücane Cündioğlu değinecekti --o çok akıllı Hulki beyimiz izin verebilseydi bir türlü-- ve aslında bu konuda bize kazık atan din kardeşlerimizin isimlerini de sayacaktı. İsimlerini kısaca saydı (Araplar ve iranlılar) ama, detyalı anlatmasına izin verilmedi. Türkleri bir serseri mayın ve barbar olarak tanımlamak tabii ki Evropa'nın işine gelir. Aşağılık duyguları var ve gizlemek ihtiyaçları var. Ama, Arapların ve İranlıların da var. Dolayısı ile, medeniyet takviminden ve tarihinden Türklerin silinmesi onların da çok işine geliyor. Utanacak hallerini yok farzederek geçiştiriyorlar.. Oradan da bizim neo-müslümanlarımıza geçiyoruz.. Evet, neo-müslümanlar... Fikriyatları Evropadan Amarikadandır, ve yeni yeni kapıyorlardır müslümanlığı da.. bir çeşit ihtidadır da muhtediâne bir ihtidadır.. Oedipus kompleksini bir başka şekilde bastırmağa çalışırlar.. Evropanın ezberlerini içselleştirip tekrarlayarak.. Müslüman olmadıklarını söylenemez, ama halen Mankurt olduklarını da eklemezsek eksik tanımlamış oluruz bence.. {bu yazı imâ, ihsas, kinâye, mecaz, kripto vd zararlı ürün içerir. yazarokurlar birliği kodeksine uygundur}