Kapı, çatı, konak.. ve geçit..
Aşağıdaki yazı Le Monde gazetesinde (Fransa) 12 Haziran 07 tarihinde, 'Bakış Açısı' bölümünde 'La Turquie au bord de l'implosion' başlığıyla ve Ahmet Altan imzasıyla yayınlanan yazının Dünya Gündemi gazetesinde 'Türkiye iç patlamanın sşiğinde duruyor' başlığıyla yayınlanmış tercümesidir.
Herzaman olduğu üzere, okunmasını --kendimce-- kolaylaştırmak için biçeme müdahale ettiğim yerler oldu, biçem haricinde içerik tercümenin aslının aynıdır.
FRANSA, Paris: Türkiye bir son büyük hesaplaşmaya doğru ilerliyor. Bu durum, korkulduğu gibi, bir ırk veya din çatışmasından kaynaklanmıyor. Zira ülkeyi ikiye ayıran daha temel ve daha tehlikeli bir kırılma noktası bulunuyor.
Bugün bir yanda, evlere girerken ayakkabılarını çıkaran insanlar, başını örten kadınlar, kızlar aşırı baskıcı kurallara maruz kalırken kahveye gidebilen gençler, çıplak ampulle evlerini aydınlatanlar, popüler ve arabesk arasında bir müzik türünden hoşlananlar, belki hayatlarında bir kitap bile okumamış, hiç dans etmemiş, tiyatroya gitmemiş, eşlerini lokantaya hiç götürmemiş erkekler, eğitim seviyesi düşük, yoğun dini duyguları olan insanlardan oluşan geniş bir kesim bulunuyor.
Öte yanda, İstanbul'un prestijli Robert Kolejinde okumuş genç erkek ve kızlardan –zira, lisenin bir kızlar bölümü de bulunuyor– düğünlerde veya gecelerde dans eden, sinemaya giden, 'bazen' kitap okuyan, oldukça iyi bir eğitim seviyesine sahip, müzik zevki pop müzikten klasik müziğe uzanan, zevkle döşenmiş evlerde yaşayan ve başını örtmeyen kadınlardan oluşan bir kesim bulunuyor.
Belki bu insanlar kızlarının bir erkekle ilişki kurmasına izin vermiyorlar, ancak başlarına gelince buna katlanıyorlar.
Allah'a inanıyor, ancak nadiren ibadet ediyorlar, kadınlı erkekli gecelerde içkilerini içiyor, basını takip ediyor, talk şovları izliyor ve az çok Batı normlarına göre bir yaşam sürdürüyorlar.
Bu iki grubun yaşam tarzları hiçbir şekilde benzeşmiyor.
Batı'da kilise müziği, dini ikonografiler, kutsal hikayelerin televizyonlarda da işlenmesiyle bütün kesimlerin paylaşacağı bir hassasiyetin oluştuğu gibi Türkiye'deki iki grubun birleşmesini sağlayacak hiçbir kültürel ortak payda bulunmuyor.
Varlıkları, zevkleri ve inançları tamamen ayrı. Hatta birbirine zıt.
İlk grup, Cumhuriyet yıllarında hor görüldü ve gözden düştü. Şimdi sayısal anlamda üstün olan bu grup siyasi anlamda örgütlendi ve artık bütün seçimleri kazanmalarını sağlayan bir siyasi güce sahip.
Ancak bu grup idareye, yalnız bazı Batı kriterlerini kabullenerek ulaşabilir, bu nedenle de demokratik ilkeleri benimsemeye ve Batı ile ilişkilerini düzeltmeye çalışıyor.
Azınlıkta olan ikinci grubun, Batı'nın siyasi kurallarına uyduğu takdirde bir daha idareye geçemeyeceğinin bilincinde olduğundan, Batının demokratik ilkelerine karşıtlığı yavaş yavaş artıyor.
Bu kültürel çöküşte ordu büyük rol oynuyor. Ordu, kendine karşı olan ikinci grupla işbirliği yapan birinci grubun çocuklarından oluşuyor. Bir anlamda ordu kendi kökenine ihanet ediyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimi her iki kesimin de niyetini gün yüzüne taşıdı ve aralarındaki anlaşmazlığın ne denli ciddi olduğunu gösterdi.
Ordunun desteklediği ikinci grup artık seçim istemiyor. Ve her geçen gün bir darbe ihtimaline dair söylentiler artıyor. Yeniden cuntadan söz ediliyor. Ancak bir darbe halinde durum ne olur?
Hayat tarzı Batı'ya yaklaşan grup, ordunun da desteğiyle yönetime geçer, ancak Batı'nın desteğini kaybeder. Avrupa bir darbeye karşı olduğunu kesin bir dille ifade edecektir.
Aslında ABD, Kuzey Irak'ta ve Orta Doğu'nun tamamında yürüttüğü politikasına destek karşılığında bir darbeyi kabul edebilirdi. Ancak, Irak'a 'demokrasiyi' getirmek için ülkeyi işgal eden bir gücün, dünyaya ve kendi halkına Türkiye'de bir darbeyi desteklediğini açıklaması zor olacaktır.
Dolayısıyla ister istemez bir darbeye karşı çıkması gerekir. O halde Batı'dan hem mali destek, hem de ordusu için silah alan bir ülke Batı ile ilişkisini kesmesi gerektiğinde ne yapar?
Türkiye bir darbe yaşarsa, dünya daha önce görülmemiş bir olaya tanık olur: Türkiye, Rusya ve İran ile bir ortaklık yoluna girişir. Bu iki ülke kendisine silah, enerji ve mali destek sağlar. Rusya ve İran'ın doğal gazı, petrolü ve nükleer enerjisi Türkiye'nin kısa bir süreliğine de olsa su yüzünde kalmasını sağlar.
Rusya, Türkiye ve İran'dan oluşan böyle bir blok, genel dengeyi sarsacaktır. Orta Doğu'nun kontrolünü tamamen eline geçirecek, Avrupa'yı küçük kıtanın sınırları içerisinde hapsedecektir. Eksenine Kafkasya, Afganistan ve Pakistan'ı da çekecek, Müslüman dünyasıyla sıkı ilişkiler kuracak, hatta Çin'e bir ortaklık teklif edecek konuma bile gelecektir.
Bu yeni blok, askeri, mali ve enerji bakımından ciddi bir güce sahip olur. Böylece Türkiye'deki çatlak dünyayı genel bir kırılmaya taşır. Bir üçüncü dünya savaşı çıkacak olsa, sanırım bu çatlaktan başlar.
Bu senaryoyu Türkiye'de birbiriyle çatışan iki cephenin de incelemesini dilerim. Ayrıca imparatorluk mirası hem olağanüstü hem de etkili olan bu ülkeye karşı küstah davranan ve onu birliğinden dışlayan Avrupa'nın incelemesini isterim. Ve Türkiye politikasında ikili oynayarak zeki olduğunu sanan ABD'nin de.
Türkiye'de ufukta beliren kanlı çatışmanın bütün dünyayı ateşe vermesi sandığınızdan daha da yakın bir ihtimaldir. Birinci Dünya Savaşı'nın iki el silah atışıyla başladığı unutulmamalıdır.
Ahmet Altan'ın analizine önemli derecede katılıyorum, ama katılmadığım bir hayli nokta da var.
Bunların başında da, Ahmet Altan'ın 'azınlıkta olan ikinci grub'a dair dedikleri.. daha doğrusu, bu 'grub'u değil de asıl oyuncuyu ordu olarak görmesi..
Herşeye sınıf analizi cinsinden bakmak zorunda değiliz tabii ki, ama bu noktada bence Ahmet bey üstünkörü gidiyor. Bahsettiği grup aslında bir ya da birkaç sınıf. Ve, ordudan daha büyük.
Ya da, şöyle söylesem belki daha isabetli olur.
Ordu bu grubu değil de, bu grup orduyu destekliyor.
Bunun daha da isabetli ifade biçimi, bu grubun orduyu da (doğrudan / dolaylı) yönetiyor olduğunu söylemek olabilirdi..
Buradan yola çıkarsak, Ahmet beyin şu dedikleri "Hayat tarzı Batı'ya yaklaşan grup, ordunun da desteğiyle yönetime geçer, ancak Batı'nın desteğini kaybeder. Avrupa bir darbeye karşı olduğunu kesin bir dille ifade edecektir. " bence havada kalıyor.
Bu demek değildir ki, Avrupa (her kim, ya da ne ise), hayat tarzı kendisine yakın olMAyanları desteklemez. Bunun en bariz ve yakın örneğini Humeyni İran'ında gördük. [Not: Humeyni İran'ı sözünü provokatif anlamda söylüyor değilim. ]
Devletler, veya devlet benzeri kurumlar, muhataplarının neye inandığına değil, neye hizmet edeceğine bakarlar. Bu bakımdan, Avrupa'nın Humeyni İran'ını desteklemesini yadırgıyor değilim.
Benim yadırgadığım, Ahmet beyin, 'azınlıkta olan ikinci grub'un Avrupa'nın çıkarlarıyla ters düşeceğini peşinen kabul ediyor oluşudur.
Başka bir deyişle, Avrupa'nın çıkarlarıyla 'çoğunluk grub'un çıkarlarının örtüşeçeğni ve dolayısıyla bu grubun Avrupaca destekleneceğni varsaymasını yadırgadım..
Ben, bu konuda çok da emin değilim.
İkincisi, şu anda 'varsıl'larla 'yoksul'lar arasında ayrışım pek de kristalize olmuş değil.
Hala daha --ya da henüz-- sisler arasında piyesler oynanıyor.. Özgürlükler filan bağlamında.. kelimeler..
Bunlar iyi ve güzel şeyler, fakat somut değil.
Kitlelerin hangi tarafta yer alacağına kalıcı anlamda bunlar karar vermezler. Kitleler de, nihai analizde, kendi çıkarlarına bakarak saf değiştiriler.
Siyasi arenanın kristalize olması bence bu olduğunda gerçekleşecek. Bu da, hala/henüz, olmuş değil.
Şu anda, her partide herkes var. Uzaktan bakıldığında, sanki kendi diyalektiğini kendi içinde barındırmak yarışındaymış gibi duruyor her siyasi oluşum.. Sağcı kim solcu kim belli değil.
Değil, çünkü, Türkiye hangi tarafta olacağına karar vermiş değil.
Ben ise, taraf seçmenin ne anlama geleceğini henüz kestirebilmiş değilim.
Türkiye, İran ve Rusya vd. ilginç bir formül olmakla beraber, dünya haritasında yeri olacak kadar anlamlı bir açılım gibi durmuyor.
Anlamlı bir açılım gibi durmayışı, ABD'nin bu denklemin nerede olacağını kestiremeyişimden kaynaklanıyor.
İçinde olursa, ki bu pekala mümkündür, bu AB'nin sonu demek olur.
Dışında olursa, o zaman bütün dünyayı gerçekten ilginç günlerin bekleyeceğini söyleyebilirim herhalde..
Fakat, sonuç olarak, Ahmet beyin son mealdeki sözlerine: Türkiye'de bıçak sırtına gelmiş olan bu 'varsıl' ile 'yoksul' ayrışmasının siyasi sonuçlarının bütün dünyayı --belki de, yazılı tarih açısından, son defa için-- kana bulayacağı endişesine katılıyorum.
Katılıyorum; katılıyorum da.. bu trenin durdurulabileceğine hiç de emin değilim.
Hadi hayırlısı..