Heisenberg, bitti m'ola Şam ilinin hurması?

'Belirsizlik İlkesi' diye birşey var, ve çoğumuz için belirsizdir... Ne menem şey olduğunu bilenimiz azdır. Ne biçim bir ilkedir ki belirsizliktir?

Şunu bir yazayım da kamuya hizmet dizsinde eksik kalan binlerce halkadan birisini daha gidereyim dedim. Olmadı aslında, olsun..

Neyse.

Dedim de, kafayı belirsizlik konusunda toparlayıp yazmak kolay değil. Bu yüzden, kafası daha az karışık birisi tarafındna yazıldığı aşikar olan birinin yazdıklarını okudum.

Okudum, ama, oradan anladıklarımı özetleyerek yazmanın bir alemi yoktu. Ben de, benim açımdan ne anlama geldiğini gösterecek şekilde, azıcık elleyerek aşağıya alıntılamağı tercih ettim..

Mesele şöyle imiş:

Kuantum fiziğinde Heisenberg'in Belirsizlik İlkesine göre, bir parçacığın momentumu ve konumu aynı anda tam doğrulukla ölçülemezmiş.

Belirsizlik ilkesini 1927 yılında Werner Heisenberg bulmuşmuş. Belirsizlik ilkesini daha da genellenmiş şekilde anlatmak istersek şunları söyleyebilirmişiz:

Klasik fizikten farklı olarak Kuantum fiziğinde her fiziksel niceliğe tekabül eden bir reel sayı değil bir operator varmış.

Bu operatörler (işlemciler) klasik mekanikten farklı olarak sayısal değerler ile değil matrisler ile temsil edilirmiş.

Dolayısyla, kuantum mekaniğinde ölçülen fiziksel niceliğin ölçüm sırası önemliymiş.

Herhangi 2 fiziksel niceliği (mesela konum ve momentum) ele alaırsak; eğer bu fiziksel niceliklere tekabül eden 2 operator yer değiştiremiyorsa bu 2 niceliğin (mesela momentum ve konum) aynı anda ölçülmesi imkansızmış.

Bu durumda kesin sonuçlardan değil, bir ortalama değer civarında dalgalanan değerlerden sözedebilirmişiz.

Başka bir deyişle:

Bir parçacığın konumu ne kadar doğrulukla ölçülürse (yani, konumunun belirsizliği ne kadar küçük olursa), buna karşılık momentumunun belirsizliği aynı oranda büyük olurmuş.

Tersine, momentumdaki belirsizlik küçüldükçe, aynı oranda konumunun belirsizliği büyürmüş. Ancak bu belirsizlik deneysel ölçümlerden değil doğrudan matematikten elde edilmiş olurmuş.

Fourier analizinde x ve k uzayları arasındaki dönüşümler ele alınırsa Δx.Δk > 1, eşitsizliğinden yola çıkılarak De Broglie-Einstein denklemlerinden momentumla ilgili ifade yerine konulursa p=ħk bundan Δx.Δpx > ħ/2 elde edilirmiş.

Burada Δx, x konumundaki belirsizliği, Δpx ise x yönündeki momentumdaki belirsizliği temsil edermiş.

Görüldüğü üzere birbirine dik eksenlerde herhangi bir belirsizlik yok gibidir, diğer bir deyişle y yönündeki konumla x yönündeki momentum aynı anda sonsuz hassaslıkla elde edilebilinirmiş.

Belirsizlik ilkesi enerji ve zaman ilişkisi için de geçerliymiş. Belirsizlik ilkesinin daha iyi anlaşılabilir gibi olması için benzer bir örnek:

Bir elektromanyetik dalganın frekansını (titreşim sayısını) ölçmek için belli bir süre beklemek gerekirmiş. Yani dalganın frekansını belli bir anda ölçmek imkansızmışmış. Bekleme süresi uzadıkça zaman belirsizleşirmiş.

  • Titreşim sayısı ve enerji miktarı az ⇒ Dalga boyu uzun ⇒ Bekleme süresi uzun ⇒ Belirsizlik büyük
  • Titreşim sayısı ve enerji miktarı çok ⇒ Dalga boyu kısa ⇒ Bekleme süresi kısa ⇒ Belirsizlik küçük

Enerji miktarı ne kadar azsa, aynı oranda dalga boyuyla bağlantılı olarak bekleme süresi uzarmış ve ölçülen zaman belirsizleşirmiş.

Tersine; Enerji miktarı ne kadar çoksa, aynı oranda dalga boyuyla bağlantılı olarak bekleme süresi azalırmış ve ölçülen zamanın belirsizliği azalırmış.

Kafanızı bulandırdığım için çok özür dilerim ama benim kabahatim değil.

Bütün bunlar, hayvan hakları konusunda son derece nobran olduğuna kolaylıkla hükmedebileceğimiz bir başka ismi telaffuz edilemez yüzünden ortaya çıkmış.. Bu, kedilere gıcıklığını gizlemeğe dahi lüzüm görmeyen ve kendi kesisine her türlü eziyetlerden sadistçe zevk aldığı aşikâr olan kisinin ismi de Schrödinger imiş...

Adam tutmuş şöyle bir hayalini dile getirmiş --'hayal' diyorum, çünkü bunu gerçekten yapıp yapmadığı belisiz.

Adamın hayali de şu:

Sağlıklı bir kediyi hava alabilen bir kutu içine koyalım.

Kutuda zehirli bir gaz şişesi bulunsun ve bu gazın şişeden salınmasını sağlayacak mekanizma, 'bozunma yarı-ömrü' 1 saat olan bir radyoaktif parçacık ile kumanda edilsin.

Bu mikroskobik parçacığın davranışını ancak kuantum mekaniği ile ifade edebiliriz, fakat şimdi makroskobik bir sistem olan kedinin kaderi de artık parçacığın davranışına bağlanmış oluyor.

Schrödinger'in iddiasına göre 1 saat sonunda kedinin canlı ve ölü olma olasılıkları eşit.

Dalga fonksiyonunun anlamı 'ya bozunma oldu ve kedi öldü ya da olmadı ve kedi hayatta' gibi uç iki olasılığı anlatmaktan ibaret değil.

Schrödinger'in analizi doğru ise kuantum kuramı, (birisi bakıp durumu bu iki seçenekten birine indirgeyene kadar) kedinin iki durumunun yan yana bulunduğunu söylüyor. Yanı, 'yarı-ölü, yarı-diri'...

Yok yok.. yanlış analamayın.. O kadar da sadist değil; sevimli kediciğin yarısın olü yarısının da diri olduğunu söylemiyor.

Söylediği şey çok daha basit:

Kutuyu açıp bakıncaya kadar, kedinin sağ olup olmadğını bilemeyiz. Sağ da olabilir, ölü de.

Yani, sağ olmak ihtimali ile ölü olmak ihtimali eşittir.

İşte, bu eşitlik yüzünden, mantıksız bir durumla karşı karşıya kalmış oluyoruz; hem ölü hem de sağ olunamaz çünkü.

{Niçin illâ eşit olması gerekiyor diye sormayın lütfen; sürekli değilse bile belli bir zaman dilimi içinde bu iki ihtimalin eşit olabileceğini kabul edebiliriz.}

Kedinin ne hâlde olduğunu bilmiyoruz. Endişe ettiğimizden değil --en azından Schrödinger açısından durum böyle-- ama bilmiyoruz.

Kediciğin başına herşey gelmiş olabilir; --onu oraya kapatan biz olsak da-- ne haldedir bilmiyoruz.

Bilmiyor olmak 'cehalet' demek; bu da en berbat hislerden birisi..

Bilsek sorun ortadan kalkacak..

Yani, sağ ise alıp kucağımıza okşayacağız, değilse --ölüyse-- çocuklara 'attâ gitti' diyecek; meseleyi kapatacağız --hayat devam ediyor çünkü.

Bilmiyor olmaktan biliyor olmağa geçmek için ne yapılması gerektiği de basit: Kutuyu açmamız lâzım.

Kutuyu açarız ve konu kapanır. Ya da, bilimsel lagaluga ile söyleyecek olursak, 'tanecik-dalga fonksiyonu çökmüştür' deriz.

Bilim adamları böyledir işte; adına matematik dediğimiz hangi dilin alfabesi olduğunu kimsenin bilmediği şeyler yazmaları yetmiyormuş gibi, 'kutunun içine bakar ve kedinin ölü mü sağ mı olduğunu görürüz' demek yerine 'kutuyu açınca tanecik-dalga fonksiyonu çökmüştür' derler..

Daha da ötesi var; bu konuları Batı'nın materyalist acımasızlığı içinde konuşmak da ne kadar bize uyuyuyor ona da bakmak lazım..

Yani, "al bir sağlıklı kedi, koy bir kutuya; kutunun içinde radyoaktif bir mekanizma olsun ki kedinin ne zaman öleceğini bilmeyelim" filan demek yerine, bunu çok daha insanî usullerle dile getirebiliriz bence.

Çok uzağa gitmeğe de gerek yok ki.. Ruhi Su tarafından pek de güzel icra edilen 'Et koydum tencereye' isimli o güzelim türkümüzün ikinci dörtlüğü bence konuyu mükemmel ifade ediyor:

Şu Söğüt yedi dağdır İçinde yârim vardır Alt'aydır mektup gelmez Ya ölüdür ya sağdır..

Buyrun işte.. buram buram acımasızlık kokan kutu-kedi masalına ne gerek vardı? Hayatın kendisi varken..

Konunun özeti şu:

Siz Söğüt'ten uzaktasınız. Yâriniz de Söğüt'te. İmkân elvermemiş, gidip görememişsiniz; haberleşmeniz de mümkün olmamış..

Yarı-ömrü bilmemne olan radyoaktif mekanizma tarafından kumanda edilen zehirli gaz şişesine de gerek yok ki.. Ecel dediğimiz şey çok daha rastgele değil mi?

Aradan altı ay geçmesine de gerek yok aslında.. her an olabilir..

Haber de alamıyorsanız, belirsizliğin alâsını yaşıyorsunuz demektir.. Üstelik, öyle kuru bir belirsizlik de değil; endişe ve hasretin katmerlendirdiği bir belirsizlik..

Ne yapmak lazım?

Basit. Size Söğüt'e yol görünüyor.

Görünüyor..

Görünüyor, ama cesaretiniz var mı?

İşte, bu da, size yönelik, bendeki belirsizlik..

Sizi bilemem, ama 'Belirsizlik İlkesi'nin varlığından haberdar olsam da, belirsizliği bir ilke olarak kabul edemiyorum pek..

Söğüt'e gitmeden olmayacak yani...