Ufukta kara var.. da.. nedir?

Akşam gazetesinde Engin Ardıç imzasıyla 2 Haziran 2007 tarihinde, 'Abesle iştigal' başlığıyla yayınlandı. Değişiklik yapmadım; araya kanaatlerimi yazdım.

Bu teklifi, hayatının son yıllarında, beyin damarları iyice kireçlenen ve yazdıklarıyla hepimizi şaşkınlığa düşüren, benim gibi katıksız hayranlarını da kendinden hızla soğutan Attila İlhan merhum ortaya atmıştı: Amerika ve Avrupa ekseninden çıkıp, Rusya'yla, Hindistan'la ve Çin'le ittifak kurmak...

Evet.. Bir konuyu değil de, onunla uzaktan yakından alâkalı olmayan bir şeyi tartışır gibi yapmanın iyi bir yoludur bu.

Atilla İlhan'ın önerisini sanki o zaman da tartışmış-mış-çasına, şimdi 'sarığı almadım ki, cüppenin parasını vereyim' türünden ince espriler dinlemek zorunda kalıyoruz.

Atilla İlhan ne demişti, ne zaman ve hangi şartlar üzerine, neye istinâden demişti.. Bunları konuşmak değil de, Engin beyin gönül meselesini konuşmak..

Hoş değil.. işaret ettiği yeri değil de parmağı konuşmak..

Bu yazıda benim açımdan 'beyin damarları iyice kireçlenen' fakat yazdıklarıyla beni hiç şaşırtmayan birisi varsa o da Engin bey olmak zorunda...

Kendi kendini çiğnemiş, amiyane tabiriyle "o güne kadar olan lafını şeyetmiş”, yıllarca küfür ettiği Cumhuriyet Gazetesi'ne girmiş, hiç sevmediği İlhan Selçuk'un yanında yazıyordu...

Eh.. insan fikir değiştiremez hiç değil mi? Bir ömür, daha önce ne demişse, her dediğini tekrar etmek zorundadır.. öyle mi?

Aydınlar arasında hiçkimse ciddiye almadı ama bazı bürokratlar bu "formülün” üzerine balıklama atladılar.

Hangi 'aydın'lardan bahsediyoruz.. Hayal vaadedicilere ne zamandan beri 'aydın' diyoruz?

Çünkü Avrupa Birliği'ne asla girmek istemiyorlardı (Kıbrıs'tan hiçbir şekilde çekilmek istemiyorlardı ve Avrupa'ya kabul edilmenin olmazsa olmaz koşullarından biri de buydu.)

Analizin böylesi..

AB'ye girmek istemek ne demektir?

Daha büyük bir çıkar görürseniz girmek istersiniz; görmezseniz de istemezsiniz..

Nitekim, AB de kendi açısından bu değerlendirmeyi yapmış ve TC'nin ABD dışında kalmasının kendi (küçük) çıkarlarına daha uygun olduğuna karar vermiştir. Bunu da bize yıllardır --sürekli-- söylüyorlar. Gizli de değil yani.

Her sene, 'yirmi sene sonra belki' demenin ne anlama geldiğini ülkemizin seçkin 'aydın'larının anlamamasıdır işin en muammalı yanı..

Ya da muamma filan yoktur ve bunlar 'aydın' filan değildir.

Biz de sorduk: Karşı taraftan, yani Rusya'dan, Çin'den, Hindistan'tan bu yönde bir talep, bir eğilim, bir girişim var mı? Yani, Amerika'ya ve Avrupa'ya karşı Türkiye'yle ittifak yapalım diyen politikacıları, gazetecileri, kamuoyu önderleri var mı oraların?

Kime sormuş acaba?

Kimse bilmiyordu...

Doğru ya.. ülkeler, aralarındaki niyet teatilerini daha fikir doğmadan uluorta söylerler.. Öyle değil mi?

Mesela, Nixon el altından Kissinger'i Çin'e yollamış filan değildi --herşey davul zurna eşliğinde oluyordu..

Aynı şekilde, Oslo Sireci dediğimiz, Filistin ile İsrail'in görüşmeleri de davul zurna eşilğinde olmuştu..

Değil mi?

Laf aramızda, öyle bir "eksen” de yoktu... Bunlar, herbiri ayrı telden çalan ülkelerdi.

Şangay Beşlisi ile başlayan bir şeyler var gibi.. Ama, Engin beyimizin engin ufuklarında bu olmayabilir tabii ki..

Ama "kendi kendine gelin güvey olmak” bizim bürokrasinin hoşuna gitmişti.

Ya da bir-iki 'aydın'ımızın...

Bugün Rusya, kapitalizme geri dönmüş ama gerek çarlık döneminin gerekse komünizm ayracının hastalıklarından kurtulamamış, diktatör değilse bile "otoriter” bir adam tarafından yönetilen bir ülke...

Eee... so what?

Benzer şeyleri, kolayca, ABD için de söyleyebiliriz.. ABD de, giderek daha bir polis devleti oluyor --seçilmemiş bir başkanla yönetiliyor..

Ama, insan bu, sevdiğinin nice kusurunu görmezden geliyor.. Engin bey de insan ve çok da zaafı var bence.

"Totaliter değil ama otoriter” büyük önderimize bürokrasinin duyduğu özlem, Putin'in şahsında bizimkilere çekici geliyor galiba!

Çekiçi gelen illâ muhatap devletin rejimi mi olmak zorundadır?

Şu anda ABD, İran'la konuşmağa başladı; bundan ABD'nin 'molla rejimi'ni çekici bulduğunu mu çıkarsamalıyız..

Hiç işte..

Çocuk kandırıyoruz sanki..

Çin de, komünist tek parti yönetimi altında ve fakat vahşi kapitalist ekonomisiyle, ki bunun siyaset bilimindeki tek adı faşizm olur, bizim bazı faşistlerimiz için ilgi ve çekim odağı!

Rusya'yı beğenmedi.. kabul.. Çin'i beğenmedi kabul.. Kabul de, kimsenin herhangi bir yerden rejim ithal etmek niyeti olmadığını; tersine, bir işbirliği planladığını niçin görmek istemez Engin bey acaba?

Suudi Arabistan'ın nasıl yönetildiğini acaba ABD bilmiyor mudur?

Gerçi Hindistan demokrat ama, eh, o kadarcık kusur kadı kızında bile bulunur.

Hay aksi.. Acaba Hindistan hangi akla hizmeten Şangay Beşlisine yakınlaşmış?

Onların, orada, Engin bey gibi bir akıl hocaları yokmuş demek ki..

Turan İmparatorluğu ne kadar gerçekçi bir özlemse, bu ittifak meselesinin de ancak o kadar "fizibilitesi” vardır.

Tabi.. Alâkası yok bu teşbihin ama, lafın arasında bahsetmek hürriyeti var tabii ki.

Denemeye kalkmak çılgınlığını yaparsan... Batı'dan kopar, Doğu'ya da eklemlenemez, ortada kabak gibi dımdızlak kalırsın.

İşte. Ufuk dediğin budur.

Buna 'statükocu' demek de mümkün tabii ki.

'Zihnen mağlup' da diyebiliriz.

Ya da kemâlen evcilleştirilmiş bir 'sömürge aydını'..

Tabii önce Batı'nın seni "bırakacağını”, örneğin kafana göre Kuzey Irak'a da saldırıp Barzani'nin falan da canına okuyabileceğini varsayıyorsun...

Evet.. evcilleştirilmişlik, dumura uğramışlık olsa olsa budur...

'Batı bizi bırakmaz' diye, gözgöre göre onların bize biçtiği kadere razı olacağız.. birer koyun gibi.

Engin beyin bütün fikirsel katkısı budur: Mutlak alternatifsizlik. Tevekkül.

Çok yakında girişeceğimiz göstermelik operasyondan sözetmiyorum, o, bürokrasinin onurunu kurtarmak, Kuzey Irak'a girdik diyebilmek, ulusalcıların da yüreğini soğutmak amacıyla yapılacak... Hatta bu sabah başlamış bile olabilir... Daha önce kaç kere yaptığımız gibi... Ben gerçek bir Türk-Kürt savaşından sözediyorum.

Nereden nereye.. Rusya, Çin vd ile ittifaka yönelmek ile lâfa başladık ve aniden Türk-Kürt savaşına geldik..

Apansız ölümü gösterip sıtmaya razı etmek bu mu ola acaba?

İstanbul Borsası'nın yirmi dört saat içinde dış güçler tarafından çökertilmesinin, yabancı sermayenin bir çırpıda kaçmasının, doların beş, avronun on lira olmasının getireceği korkunç yıkımın altından kalkacağını varsaydığın gibi...

Hesaba katılması gerekiyor tabii ki.

Ama, Borsa gibi, Demokles kılıçlarının altında her isteneni yapacak isek, Borsa filan bize çok mu lazım sorusunu sormak da gerekiyor..

Çok mu karamsarım? İsmet Paşa'nın dediği gibi yeni bir dünya kurulmaz, Türkiye orada yerini hiç mi alamaz? (Bu lafı ettikten birkaç hafta sonra paşanın başına neler geldiğini de hatırlayınız.)

Çok karamsar olmak kötü bir şey değil --aşırı iyimserlikten bin kat daha iyidir--; çünkü, tedbir almağa yöneltir.

Engin beyinki karamsarlık filan değil bence.. Karamsar olan, önce 'nasıl yaparız da kurtuluruz' sorusunu sorardı bence --yoksa, halinden memnun, haline rıza gözterir, haline mahkûm olan birisinin ne olduğunu olsa olsa statükoculuk olarak adlandırabiliriz.

Engin bey, mağlubiyetini, fikirsel mağlubiyetini, dumura uğramışlığını bulaşıcı hale getirmek istiyor gibi..

Kurulur kurulmasına... Ama yeni ve büyük bir savaştan sonra... Sağ kalan olursa...

Nereden biliyoruz bunun böyle olacağını?

Ya da tersini sorayım: Dünyanın zorunlu olarak büyük bir savaşa gittiğini göremiyor muyuz? ABD'nin dünyaya dayattıklarını bütün dünyanın daha ne kadar kabul edeceğini sanıyoruz?

Burada sorumlu olan, 'kötü adam' kimdir?

Dayatmaları yapan mı, dayatmaları kabul eden mi, dayatmalara boyun eğmek yerine alternatif arayan mı?

Konjonktür radikal bir şekilde değişmeden... Kan dökülmeden, acı çekilmeden, Türkiye altüst olmadan, belki de sınırlar yeniden çizilmeden, yani toprak kaybetmeden, bu "eksen değiştirme” işinin ciddiye alınır hiçbir yanı yoktur. O zaman da özgür iradeyle değil, "mecburiyetten” olabilir zaten. Ve de demokrasi altında asla olabilemez. Ancak bir diktatör, halkı da arkasına alacak bir diktatör Türkiye'yi başka yöne çevirebilir.

Tamam. Bu söylenenleri kabul edebilirim.

Evet.

  • konjonktür radikal bir şekilde değişmeden...
  • kan dökülmeden, acı çekilmeden..
  • Türkiye altüst olmadan..
  • belki de sınırlar yeniden çizilmeden..

olmayacak.

Fakat, bu soruyu başka türlü de sormak lazım:

Türkiye apansız eksen değiştirmek istedi diye mi bunlar olacak, yoksa bunların olacağı aşağı yukarı aşikâr olmağa başladı diye mi Türkiye'de birileri eksen değiştirmeği konuşmağa başladı?

Bence bu, bu konudaki en önemli sorudur.

Oysa biz bu filmi 1918 yılından başlayarak seyretmiştik.

Evet, Engin bey.. Seyretmiştik.. Fakat, neyi seyretmiş olduğumuzu bir daha düşünseniz nasıl olur?

Biz, bize ilişmek niyeti olmayanların arasına apansız çalakılıç mı girmiştik; yoksa o savaşın hedeflerinden birisi miydik?

Peki bu kez yenilirsen ne yapacaksın? Diyarbakır'ı verip Girne'yi mi elinde tutacaksın? Nasıl olacak o iş?

Peki.. ya ikisini de elimizde tutamayacaksak?

Bazılarımızın gizli ve gerçek özlemi belki de tam da bu dikta düzenidir ama, kusura bakmayınız, "fakir ama onurlu” bir devletin imparatorluk kurduğu da tarihte pek görülmemiştir hani!...

Doğru mudur bilemem 'fakir ama onurlu' olunup olunamayacağı.. Peki de, 'zengin ama akılsız' olmak daha kötü müdür acaba..

Öte yandan da; lâf, nedense, dönüp dolaşıp rejimin şekline geliyor..

Bizim aydınlarımızın ufku da galiba budur: Şekilcilik.

Rejimin şeklinin isminin farklı bir şey olacağı tehdidi, herşeye boyun eğmek için yeterli sanki..

İsmi 'demokrasi' olsun da egemenlik, bağımsızlık ister olsun, ister olmasın..

Onun için, Dimyat pazarının pirinçlerine sulanmayı bırakın da, eldeki bulguru küflenmeden pişirmeye bakalım.

Evet, bu da bir bakış açısıdır tabii ki. Mevcutla --mevcudun aynı kalacağını da umarak-- yetinmek..

Herzaman benzer bir öğüdü verir miydij acaba, merak ediyorum..

Diyelim ki Türkiye isimli kız, ABD'nin aile reisi olduğu bir ailenin mensubu.. Aile reisinin planlarında ciddi değişiklikler olmuş --artık barizleşmeğe de başlamış. Bir bütün olarak Türkiye'nin bu ailede kalması sözkonusu olmayacakmış. Parçalanması düşünülüyor.

Siz olsanız; yapacağı şey acı verecek olsa da, babasının herşeyi daha iyi bildiğini; dolayısı ile, bu kızımıza, 'şu anda rahatın yerinde, otur oturduğun yerde' diyerek kaderine razı olmasını mı sâlık verirdiniz?

Cevabını merak ettiğim soru budur tam olarak.