Yine mi gurbetten kara haber var..

Aşağıdaki yazı Yeni Şafak gazetesinde 07 Haziran 2007 tarihinde 'K. Irak üzerinden rejim değişikliği!' başlığıyla ve İbrahim Karagül imzasıyla yayınlandı.

Bazı küçük biçem değişikliklerini saymazsak, metnin aynısı aşağıdadır. İlginç bulacağınızı ve baştan sona kadar okunmasında fayda olduğunu düşünüyorum.

Türkiye, terör konusunda başlattığı yoğun uluslararası kampanya kapsamında NATO ve Avrupa Birliği'nden sonra Birleşmiş Milletler'i de bilgilendirerek, uluslararası kamuoyunu kendisine yönelen tehdit konusunda ikna etmeye çalışıyor. İkili ilişkilerle sınırlı tutulan işbirliği arayışları bu sefer uluslararası düzeye taşındı. İkili ilişkilerin ve PKK'nın ötesinde bölgesel bir sorun olarak dünyanın gündemine getiriliyor.

Ankara ilk kez bu denli kapsamlı ve kararlı bir süreç başlattı. Irak Özel Temsilcisi Oğuz Çelikkol'un S. Arabistan'a yaptığı ziyaret, kampanyanın bölgesel düzeyde de yürütüldüğüne işaret ediyor.

Türkiye ile İran arasındaki aynı konuyu içeren güvenlik işbirliği var zaten. “BM'den meşruiyet arayışı, NATO'dan ittifak ilişkisine dair dayanışma beklentisi, bölge ülkelerinden anlayış” olarak özetlenebilecek yeni süreç, belki de Türkiye için son şans olacak.

Türkiye, müttefiki ABD ile işbirliği yapmaya çalıştı, karşılık bulamadı. Üyesi olduğu NATO'dan ortak savunma istedi, karşılık bulamadı. Bağdat hükümeti ile çalışmayı denedi, bu zaten imkansızdı. Şimdi “terörle mücadele” adı altında tehdide karşı bir uluslararası konsensus denemesi yapıyor.

Ancak, işaretlere bakılırsa bu mümkün olmayacak. ABD karşı çıkıyor, AB karşı çıkıyor. Bütün yükünü taşıdığı NATO nankör davranıyor. Bölge ülkelerinden şu ana kadar net bir reaksiyon gelmedi.

Türkiye bu ortamda ne yapabilir? Nelere gücü yeter? Nasıl bir politika izlemelidir? Ya da Türkiye, gerçek anlamda neye hazırlanıyor? PKK'yı tasfiye edebilir mi? Yoksa bu süreç bitmek bilmez bir etnik çatışmayı mı davet edecek? Ya da Türkiye'nin bu girişimi üzerinden bölgesel savaş mı çıkacak?

Dahası, etnik merkezli iç savaş, Batı'nın Türkiye karşısında yer alması, bunun üzerine Türkiye'nin yörünge değişikliğine gitmesi, bu değişimin bölgesel hatta küresel dengeleri değiştirmesi gibi bir durum çıkar mı ortaya?

Bunun, bölgesel savaşın ötesine taşacağı neredeyse bir dünya savaşına yol açabileceği ortada.

Daha şimdiden Türkiye'nin K. Irak'a operasyon ihtimali felaket senaryosu olarak tartışılmaya başlandı. Batı medyası üzerinden hemen her gün Türkiye'yi uyarıcı ikazlar yapılıyor.

Kaygılandıkları K. Irak yönetimi ya da Irak'ın bütünlüğü değil. Bölgesel bir savaş korkusu da değil. Kaygı, Irak üzerinden denenen bir Batı projesinin başarısız olacağına dair kanaat.

Türkiye'nin hazırlığı ve dünyanın bu hazırlığa bakışı, durumun klasik anlamda terörle mücadele operasyonlarının ötesinde yeni bir durum yansıttığını gösteriyor. Tartışmanın seçimleri etkileme, iç siyasi yapıyı yeniden şekillendirme, ABD'deki bazı çevrelerle ne kadar işbirliği içinde yürütüldüğünü bir tarafa bırakırsak, Türkiye'nin neyi ne kadar göze alabileceğine dair her şeyin son derece belirsiz olduğu gibi bir tablo var ortada.

Bir süredir tehdit algılamasının ne boyutta olduğunu tartışıyorum. Ama bu kaygıları, Türkiye'nin batağa saplanma, iç çatışma, etnik savaşa sürüklenme, yüzyıllardır birlikte yaşadığı insanlarla yüzyıllar sürecek bir düşmanlığın temellerini atma gibi kabus senaryolarını ısrarla düşünmek gerekiyor.

ABD ve AB'yi karşısına alma, bölge ülkeleriyle sürtüşmeler içine girme, ABD askerleriyle çatışma riskini göze almak gerekiyor.

Bu güçler, “İslamcı terör” gerekçesiyle bir çok örgüte karşı işbirliği yaptı. ABD ve Barzani, işgalin ilk günlerinde Kürt İslamcı grupları katlederken, PKK'yı koruyorlardı. Mesele sadece Kürt etnik kimliği ise, bu güçleri neden tasfiye ettiler, neden katliam yaptılar?

Aynı ABD, Türkiye'yi uyarırken 30 Mayıs'ta Barzani ile Savunma Anlaşması yaptı.

Aynı ABD ve İsrail, bir yıldır Türkiye sınırına füze rampaları taşıyor, silah depoluyor, sınır ötesi harekata karşı hazırlık yapıyor.

Yani, PKK konusunda Türkiye ile işbirliği hiçbir zaman yapılmayacak.

Sınır ötesi operasyonun başarı şansına inanan yok. Ancak Lübnan'la ilgili, Suriye ile ilgili, İran'la ilgili hatta Pakistan'la ilgili çatışma senaryolarının her an gerçeğe dönüşebileceği günlerde Türkiye'nin de benzer bir senaryoyu tartışması rastlantı olmamalı. Belki de bu hazırlık bölgesel savaş ihtimaline göre yapılıyor.

Ancak ilginç bir durum daha var. Demokratik Türkiye, hem dışarıdan gelen tehditler hem de iç siyasi yapıdaki kamplaşma açısından bölgenin diğer ülkelerine benzemeye başlıyor. ABD'nin rejim değişikliği projesi sadece İran, Suriye ya da Kuzey ülkeleri için değil de, Türkiye için de var gibi.

Böyle bir senaryo Türkiye'yi sadece etnik değil, çok boyutlu çatışmanın içine çekecektir. En korkunç olanı da İslamcı-Kürt ittifakı üzerinden yeni bir Türkiye tasarımı olacaktır.

ABD'nin böyle bir çabası olabilir mi? En azından birileri bu görüntüyü vermeye çalışıyor! Artık buna rejim değişikliği mi denir, renkli devrim denemesi mi denir bilemeyiz.

Ama K. Irak üzerinden Türkiye'yi yeniden dizayn etmeye girişenler, bu ülkede kendilerine ortak bulamayacaktır. Kimse bu ihanetin altından kalkamaz.

Yazının başında 'baştan sona kadar' demiştim.. boşuna değildi.. :) Çünkü, İbrahim bey, bence, en ilginç şeyleri yazının sonlarında söylemiş.

Ama, ondan önce katıldığım bir noktaya değinmek istiyorum. Evet, bence de, şu anda 'super' ve 'superimsi'leri saymazsak, bir dünya savaşını başlatabilecek belki de tek ülke Türkiye'dir.

Bunu özellikle Türkiye istediği için değil; mevcut tehditler Türkiye'yi tedbirler almak ya da tepkiler vermek zorunda bırakabilir; ve bunların nihâi sonucunun da bir dünya savaşı olacağını görmek de zor değil.

Bunu böyle söyleyince, 'tatlısu barışseverleri' ve 'her dâim barış sevdalısı olanlar'ın aklıne gelebilecekleri de tahmin edebiliyorum: "Aman, sakın ha, Türkiye! Böyle bir şeye yeltenme !"..

Eğer önerilecek en iyi çözüm bu ise, korkarım bu bir çözüm sayılmaz.

Çünkü, Türkiye bir Yugoslavya değil, bir Çekoslovakya hiç değil; sırf 'tatlısu barışseverleri' tatmin olsun diye, Türkiye'nin kendi sonunu oturup bekleyecek olduğunu hiç ama hiç sanmıyorum.

Dolayısı ile, mevcut haliyle tehditler devam ederse, neyin ne olacağını da görmek ve mümkünse tehditlerin ortadan kalkmasına yardımcı olmak gerekir. Tehdit edileni pasifize etmeğe yönelmek yerine.

Peki de, tehdit edileni --Türkiye'yi-- pasifize etmek mümkün mü?

Bence, henüz, hayır.

Bunun için biraz daha zaman geçmesi gerekiyor..

Şu anlamda: Başörtüsü yüzünden çok kötü tufaya (ve açmaza) getirilmiş olan TSK'nın itibarı henüz tehdit edenlerin arzu ettiği seviyede azalmış değil. Bu itibarın daha da erozyona uğraması, ve sonunda da ordunun emrindeki personelin arasında ciddi fay hatlarının ortaya çıkmasına daha zaman var. Bu zamanın geçmesi ve fay hatlarının derinleşmesi ve bunun da yerleşik hale gelmesi gerekiyor.

Bunlar henüz olmuş değil pek. Dolayısı ile, tehdit edilen Türkiye, henüz, tehdide cevap veremez derecede pasifize edilebilmiş sayılmaz.

Bu realitenin tehdit edenleri tedirgin ettiği kanaatindeyim; dolayısı ile, barışsever öncülerinin telkinlerini daha bir süre duyacağız --yeteri derecede pasifizasyon gerçekleşinceye kadar en azından.

Bu böyle de, İbrahim beyin temas ettiği nokta, yani 'İslamcı-Kürt ittifakı üzerinden yeni bir Türkiye tasarımı' ihtimali gerçekçi midir?

Bence yeterince gerçekçi sayılır...

Şu ana kadar, Internet üzerinden muhatap olduğum [gerek İslâmî olsun gerekse de Kürtçü olsun] kalem sahipleri (ya da en azından, klavye sahipleri) arasında, ezici çoğunluğun böyle bir tasarıma hayır diyeceği intibaını edinmedim ben..

Daha da ötesi, her ne yapılırsa yapılsın memnun olmayacaklarından, kurtuluşu yabancı ellerde görenler (ve bunu da yeterince açıkça dile getirenler) şaşırtıcı bulacağım sayılara ulaşmış durumda..

Bunun nüfusun genelini temsil etmediğini biliyorum, ama nüfusun okur yazarları arasında azımsanmayacak bir yer tuttuğunu kabul etmek zorundayım.

Bunlar da bana, evet, bir rejim değişikliği ya da renkli devrim denemesi için bir miktâr altyapının yeterince hazır olduğunu düşündürtüyor.

Böyle bir denemeye teşebbüs edilebilir mi --henüz-- bilmiyorum. Ama, seyrettiğim manzara, böyle bir şeye yeltenildiğinde buna bir [İbrahim beyin tabiriyle] 'ihânet' demeyeceklerin sayısının hiç de az olmayacağını düşündürtüyor.

Buradan yola çıkarsak --umarım çok kötümser bir bakış sayılmaz-- bahsi geçen tehditlere yönelik alınabilecek tedbirlerin de bir miyâdı ('window of opportunity' de diyebilirsiniz) var ve bu da çok uzun bir dönem olamayacak gibi.

Geriye ne kalıyor peki?

Başka çözümler var mı bilmiyorum..

Şu andaki alternatiflerimiz pek de çokmuş gibi görünmüyor:

Ya, oturup kendi içimizden parçalanmağı bekleyeceğiz --gidişat onu gösteriyor malesef-- ya da sonu dünya savaşına varacak bazı azktif tedbirler alacağız..

Acaba hangisini tercih edeceğiz?

Ya da, başa ne alternatif var?

Mazarayı çok sevmedim.. aklıma Ali Ekber Çiçek'in derlediği ve fevkâlade ustaca icrâ ettiği şu güzel Erzincan türküsü geldi.. Şu yüce dağları duman kaplamış Yine mi gurbetten kara haber var Seher vakti burda kimler ağlamış Çimenler üstünde göz yaşları var Ufukta iz gördüm kızıl bayraktan Bulutlar nem almış yeşil yapraktan Bir kız ağlar sesi gelir uzaktan Yine mi gurbetten kara haber var Gönlümüz gâmlanır böyle günlerde Önüme çektiler bir siyâh perde Yâr senin âşkınla tutuldum derde Yine mi gurbetten kara haber var