şirin allame..

Aşağıdaki yazı, haftalık Agos gazetesinde, Baskın Oran imzası ile ve 'Yargıtay, Quo Vadis?' başlığıyla 29 Haziran 2007'de yayınlanmış. Agos gazetesinden link veremiyorum çünkü abone olmak gerekiyor. Onun yerine, bianet.org'dan okuyabilirsiniz.

Yargıtay, Quo Vadis?

"Ekümen"lik, Ortodoks Kiliseleri arasında dinsel protokolde önde gelmek anlamında. "Yargıtay, Lozan'a göre Fener'in ekümeniklik iddiasının geçersiz olduğuna karar verdi." Biz Ortodoks İlahiyatı'na nasıl karışıyoruz? Diyanet İşleri Başkanlığı mı bu?

BİA (Ankara) - Bu sabah gazeteyi açar açmaz yüzümde, hatta Türkiye hukukunun yüzünde patlayan tokat şöyleydi: "Yargıtay, Lozan'a göre Fener'in ekümeniklik iddiasının geçersiz olduğuna karar verdi". Yargıtay 1971 ve 74'te Türk vatandaşlarının kurduğu gayrimüslim vakıflarını "Türk olmayan" ilan ettikten sonra şimdi bir de bu kararı verdi maalesef.

Genel tarih bilgileri

Dünyada üç temel Hıristiyan mezhebi var: Kronolojik sıraya göre Katolik, Ortodoks, Protestan. Papa, birincisinin kesin egemeni. Üçüncüsünün hiçbir egemeni yok. Ortodokslukta ise Fener, dünya Ortodoks Kiliseleri için "primus inter pares" (= eşitler arasında birinci). Diğer Ortodoks kiliselerine emir verme durumu yok ama bu "ekümenik" (= evrensel) durum onların ayinlerde Fener Patriği'nin adını anmalarını ve kendi seçtikleri dinsel yöneticileri Fener'in onayına sunmalarını gerektiriyor. Kısacası "ekümen"lik, Ortodoks Kiliseleri arasında dinsel protokolde önde gelmek anlamında. Birkaç yıl önce, Fener'in ekümenik olduğunu Papa da resmen kabul etti.

Papanın neyi kabul ettiği 'Papalık' denen siyasi yapının meselesidir. Papalık, Türkiye adına herhangi birşeyi kabul edemez. Türkiye, uygun bulduklarını kabul eder, ya da etmez. Tıpkı Papalık gibi.

Buna karşı çıkan başlıca iki kilise var: Atina Başpiskoposluğu ve Moskova Patrikliği. Tabii, bir de Türkiye var. Lord Curzon bu patrikhanenin dünyevi siyasal niteliklerden yoksun, sırf bir dinsel kurum olarak kalmasını önermiş, İsmet Paşa da bu sözü senet saydığını belirten bir açıklamada bulunmuştur. Hepsi o kadar.

Evet. Doğru. Hepsi o kadar.

Kimse çıkıp itiraz etmemiş. Karar da öyle alınır. O bir karardır artık.

Dava Yargıtay'ın önüne şöyle geliyor: İstanbul'daki Bulgar Ortodoks Kilisesi (Haliç'teki "Demir Kilise") rahibi Konstantin Kostoff, bir yıl öncesine kadar yapageldiğinin aksine, artık ayinlerde Fener Patriği'nin adını anmamaya başlıyor. Bunun üzerine Fener onun "ruhanilik sıfatı"nı kaldırıyor ve Bulgar Vakfı dinsel kurallara aykırı hareket ettiği için Rahip Kostoff'un iş akdini feshediyor.

Savcı bu durumda "Kostoff'un din özgürlüğü ihlal edildi" diye kamu davası açıyor. Kostoff da "Fener Patriği ve Sen Sinod üyelerinin cezalandırılmasını talep ediyorum" diyor.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi 2007/5603 sayılı bir karar veriyor. Diyor ki: Kostoff'un din özgürlüğü ihlal edilmemiştir. Cebir veya tehdit unsuru da yoktur. Nitekim bu sıfatın kaldırılmasına ilişkin kararın üzerinden bir yıldan fazla süre geçtiği halde Kostoff ayinlerine devam etmiştir.

Bundan sonrası ilginç. Kararın canalıcı yerlerini siyah puntoyla alıyorum.

Not: Biçemdeki bu değişiklikleri kaldırdım. İsteyen yazının orjinaline bakabilir.

Yargıtay'ın ezberini bozalım

Bozalım bakalım..

1) Fener'in, diğer bir Ortodoks azınlık olan Bulgar kökenlilerinin kilisesi üzerinde dinsel ve hukuksal hiçbir yetkisi yoktur. (karar s.1)

Yanlış. Hukuksal yok ama dinsel yetkisi var. Eğer Türkiye mahkemeleri dünya Ortodoks ilahiyatına da karışıyorsa, bunu da bilmemiz lazım.

Yanlış.

Bulgar kilisesi, Fener'in dinsel otoritesini reddettiği için, Fener, hukuksal çözüm aramış.

Yani, dinsel yetkisini hukuka tesçil ettirtmek, ve yaptırım güçü kullanmak istemiş. Hukuk da, yetkisi olmadığını söylemiş.

Baskın beyin bu kadarcık olsun okuma yazması olmasını beklerdim: Türkiye mahkemeleri durup dururken maydanoz olmuş değil. Karışmasını isteyen bizzat Fener'dir.

2) Lozan Barış Antlaşması ve eklerinde Fener sadece bir azınlığın kilisesi olarak belirtilmiştir. (s.2)

Yanlış. Bir kere, antlaşma metninde Fener hiç geçmez. İkincisi, "Lozan Antlaşması'nın ekleri" diye bir şey yoktur. Sadece, "Lozan'da teati edilen mektuplar" diye bir şey vardır ve onun da "Lozan eki" sayılıp sayılmaması doktrinde tartışmalıdır. Kaldı ki, "eklerin" neresinde? Üçüncüsü, Lozan'da hiçbir azınlığın adı geçmez; sadece "gayrimüslimler" diye geçer. Türkiye'deki en feci ezberlerden biri budur. Lozan'da Rum, Ermeni, Yahudi diye azınlık ismi geçtiğini söyleyen 2. sınıf öğrencim 3'e geçemez.

Baskın beyin öğrencisi olmak ister miydim sorusuna evet diyemiyorum.

Dolayısı ile, kimi bir sonraki sınıfa geçirteceği konusu ve diğer hüsn-ü kuruntuları beni ilgilendirmiyor.

Lozan'da "gayrimüslimler" olarak geçmesi, o ibarenin egemen devlet (merak edenler için açıkça yazayım, Türkiye) tarafından yorumlanacağı anlamına gelir.

Nitekim, Baskın bey de --daha okula henüz başlamamış öğrenciler gibi-- bilir ki, "gayrimüslimler" tek bir çatı altında toplanmamışlardır. Bunu ne onlar istemişler, ne de Türkiye bu konuda bir adım atmıştır.

3) Fener, sadece belli bir azınlığa mensup kişiler üzerinde dinsel yetkileri haiz olan dinsel bir kurumdur. (s.2)

Yanlış. Bir kere, yukarıda da belirttiğim gibi, Lozan'ın hiçbir yerinde "belli bir azınlık"tan bahsedilmez; "gayrimüslim azınlıklar"dan bahsedilir. İkincisi, Fener bu ülkede Rum olmayan Ortodokslar üzerinde de "dinsel" yetki sahibidir: Ortodoks Bulgarlar, Ortodoks Araplar, gibi. Üçüncüsü, Fener dünya Ortodoksları için 1 numaralı dinsel makamdır. Dedim ya, Papalık bile bunu kabul ediyor.

Yanlış. Lozan'da açıkça zikredilmesi şart değil. Bu bir.

İkincisi, yanyana duran iki "gayrimüslim"in aynı inançta olacağını da farzedemeyiz. Dolayısı ile, "gayrimüslimler" bir genel gruplandırma ismidir.

Fener'in kimin üzerinde ne gibi dinsel yetkisi olduğu da muhatap olan ilgili cemaatin kararıdır. Böyle bir yetkiyi kabul ediyorlarsa, böyle bir yetki vardır; etmiyorlarsa da yoktur.

Yetkiyi, Fener adına, TC'nin dayatmak zorunluluğu yoktur.

Son olarak da, Papalık, müslümanları kafir kabul ediyor diye bunu burada uygulamak zorunda değiliz herhalde.

Papalık neyi kabul ediyor ya da etmiyor meselesi TC'yi bağlamaz. Başka kimseyi de bağlamaz.

4) Egemen bir devletin kendi topraklarında yaşayan azınlıklara kendi vatandaşlarından farklı bir hukuk uygulayarak çoğunluğa dahi tanımadığı birtakım ayrıcalıkları onlara tanımak suretiyle özel bir statü vermesi, Anayasa'nın 10. maddesine (eşitlik) açıkça aykırıdır. (s.2)

Yanlış. Üstelik, "çoğunluğa dahi" deyişi vahim. Negatif-pozitif hak ayrımını bilmiyor. Azınlıklar hukukunda negatif hak çoğunluğa hatta ülkede bulunan herkese verilen haklardır: seyahat, vs. Pozitif hak ise yalnızca dezavantajlı gruplara (burada: azınlıklara) verilir; çoğunluğa verilmez: kendi okulunda ve kilisesinde kendi dilini ve dinini okutmak, vs.

Yanlış.

Baskın beyin etrafında dolandığı anlamsızlık bulutundan yola çıkarsak, herhangi bir Sünni 'otorite'nin fetvası üzerine --mesela-- Alevilerin o otoriteye tabi kılınması gerekecek.

Böyle bir saçmalık ne mümkündür, ne de anlamlı...

Birden, Anayasa Mahkemesi'nin 1994 DEP'i kapatma kararı aklıma geldi. Orada da negatif-pozitif hak ayrımı bilmezlikten geliniyor ve üstelik, çoğunluğa mensup vatandaşlar 1. sınıf, azınlığa mensupları da 2. sınıf sayılıyordu (bkz. benim Türkiye'de Azınlıklar kitabım, s.96). Demek ki bu durum yüksek yargı mensuplarımız arasında çok yaygın.

Okumadım. İlişkiyi de göremiyorum.

Diğer yandan "özel statü vermek anayasaya aykırıdır" diyor. Hiç anlayamadım. Türkiye'de gayrimüslim azınlıklara bu "özel statü" Lozan'ın 37. ilâ 44. maddeleri arasında zaten verilmiş.

OK. Verildiği kadarıyla verilmiş. 'Ekümeniklik' (her ne demekse) bunların arasında zikredilmemiş. Lozan'da olmayandan daha fazlasını vermek zorunda değiliz.

Bunu anlamak bu kadar mı zor?

Kişi prof. olunca mı zorlaşıyor?..

Yoksa siyasete atılınca mı?

5) Bu nedenle, Patrikhanenin ekümenik olduğu iddiasının yasal bir dayanağı bulunmamaktadır. (s.2)

Zurnanın zırt dediği deliğe geldik sonunda. Yarabbi, biz Ortodoks İlahiyatı'na nasıl karışıyoruz? Diyanet İşleri Başkanlığı mı bu? Ankara Valisi N.Tandoğan, huzuruna komünizmden getirilen bir gence 1930'larda "Ulan, komünist olmak gerekirse önce biz oluruz, sen kim oluyorsun!" demiş bu ülkede ama, "Ortodoks olmak" konusunda da aynı şeyin üstelik 2007'de söylenebileceğini doğrusu düşünemezdim...

Armutlarla elmalar...

Baskın beye göre, Türkiye hukuğunda, acaba Fener'e tanınmış ne gibi dinsel otorite makamı vardır?

Daha da ötesi, Baskın bey de pekala biliyor ki, konunun ilahiyatla filan zerre kadar alakası yoktur.

Kimin ekümenik olduğu meselesi siyasi/idari bir konudur ve ilahiyatla uzaktan yakından ilişkili değildir. Hiristiyanlık tarihinde ortaya çıkmış olan kurumları Hiristiyan ilahiyatının bir parçası saymak zorunda değiliz.

Nitekim, Fatih Sultan Mehmet, egemen devletin başı olarak, son derece siyasi sebeplerle, Rum Patrikliği’nin yeniden açılmasına izin vermiş; ayrıca bir Yahudi hahambaşlığı ile bir Ermeni patrikhanesi kurdurmuştu.

Bunların hangisinin ilahiyatla alakası olduğunu da, bütünleme sınav sorusu olarak Baskın beye bırakıyorum.

Ezbercilikten vazgeçip, daha çok çalışması gerektiğini düşünüyorum.

Not: Baskın Oran'ın, kasıtlı değilse, temel cehalet ve tutarsızlıklarına bu ilk örnek değil. Başka bir konuda olmakla beraber, daha detaylı bir analiz için şu yazının okunmasını da öneririm.