Dindar ve anarşist..

Anarşizmin ne olduğunu pek bilmeyiz de, 'anarşist' dediğimiz zaman aklımıza toplumun huzurunu kaçırtanlar, soyguncular, katiller, şehir eşkiyâları gelir.

Bu ülkede bütün kötülükleri temsil eder hale gelişi 60'lı yıllarda başlar, 70'li yıllarda da zirvesine erer.. Bu yıllardır, at izi ile it izinin birbirine en fazla karıştığı yıllar.

Yok. Benim amacım o yılların siyasi dalgalanmalarını analiz etmek değil; ben, sadece 'anarşist' üzerinden Anarşizmin kelime anlamının rayından çıktığı dönemin bu olduğunu düşündüğümü söylemek istiyorum.

'Anarşizm'in asıl anlamı ise, kısaca, 'otorite-tanımazlık'tır diyebiliriz herhalde.

Bunu söyleyince, hemen 'otorite'den ne kasdettiğimizi de yazmam lazım.

Buradaki 'otorite' bilim dünyasındaki anlamıyla --konusunu çok iyi bilen, yani 'uzman' demek-- değil; kişiye ne yapması gerektiğini buyuran anlamındadır. Yani 'emreden'e, 'buyuran'a, 'amir'e 'otorite' diyoruz.

'Tanımazlık'ı da, 'kabul etmemek', veya 'reddetmek' hali olarak açıklayabiliriz.

Bu ikinci kelimenin de kabaca tanımı yaptıktan sonra, ikinci bir defa tercüme edecek olursak, 'bir emredenin, buyuranın, amirin varlığını kabul etmemek veya reddetmek'; daha doğrusu, kişinin kendi tercih ve davranışlarına başka herhangi birisinin ya da birşeyin müdahalesini reddetmek üzerine bina edilmiş bir fikir, bir felsefe olduğunu söylemek çok da yanlış olmayabilir.

Başka bir deyişle, 'teorik açıdan mümkün olan, son raddesine kadar özgürlük' talebidir Anarşizm.

Yine de, bu tanımın herkes tarafından eksiksiz addedileceğini iddia edecek değilim: Çünkü, doğası gereği, 'Anarşizm' dışarıdan dayatılan tanımlara da sıcak bakmaz; kişiden kişiye, gruptan gruba değişen türlü çeşitli tanım farklılıkları gösterebilir.

'Otorite'nin ne denli uzlaşmaya yatkın olduğuna bağlı olarak dozu değişebilse de, toplumun, zümrelerin, sınıfların ya da bireyin özgürlüğünü talep eden fikir veya felsefe akımlarının sadece düşüncede kalmasını beklemek çok da gerçekçi olmayabiliyor. Eninde sonunda 'otorite'nin arzuları ile özgürlük talepleri çatışmak zorunda.

Şimdi, geri dönüp, 60'lı, 70'li yıllarda üniversite gençliğinin taleplerine ve eylemlerine bakıyorum da, evet, 'Anarşizm'in kelime anlamına hiç de uzak değillerdi.

'Otorite'ye karşı geliyorlardı.

'Otorite' de onların gözünde, ilk adımda 'devlet', onun arkasında da NATO, ABD vs, ya da kısaca, emperyalizm ve onların yerelde faşizan yöntemler kullanan uzantıları idi.

Ve, kitleler adınaydı özgürlük talepleri.

'Buyuran' olduğunu düşündüklerine karşı, 'ezilen' olduğunu düşündükleri kitlelere arka çıkıyorlar, bu kitlelerin haklarına sahip çıkmaları için onları gayrete getirmeğe, uyandırmağa çalışıyorlardı.

'Ezilen' kitleler de işçi ve köylü idi.

Yani, halk.

Halkın çıkarlarını, özgürlüğünü savundukları için, bir anlamda --bugünkü jargonla bakacak olursak-- 'ulusalcı' oluyorlardı.

Baskıcı, tek-tipçi ve tekelci 'buyuran'lar, yani 'daha fazla özgürlük' taleplerine ayak sürüyenler, fiilen mani olmağa çalışanlar da, 'Faşizm'i temsil ediyordu.

Başka bir deyişle, Anarşizm, ideal demokrasiyi; Faşizm ise dünya üzerinde düşünülebilecek en çekilmez yönetimleri temsil ediyordu.

Öte yandan, çıkar paylaşımı sözkonusu olduğunda, en adil buldukları yöntem ya da sistem sosyalizm ya da onun bir numara büyüğü, yani komunizm idi.

Her ne kadar, hem sosyalizm (daha az olmakla beraber), hem de komunizm, kişinin emeklerinin sonucunu kişiye pek de danışmadan belli şekillerde kullanmak demek idiyse de, bahsettiğimiz dönemde bu çok da önemli bir mesele sayılmıyordu.

İlk ve önemli mesele, önce kitlelerin özgürlüğünü teslim etmek idi; toplum içinde bireyin özgürlüğü radarda yoktu; olsa olsa, inşallah, sonradan kendiliğinden sağlanacaktı.

Geniş halk kitlelerinin aklına kendi özgürlüklerini talep etmek gelmiyordu; dolayısı ile onların bunu istemek gerektiğinin farkına vardırılması (propoganda, tanıtım ve eğitim) gerekiyordu.

Fazla da vakit yoktu. Kısa zamanda olması gerekiyordu bunlar. Dolayısı ile, propoganda faaliyeti önemliydi ve etkili olması için de ses getiren yöntemler seçilmek zorundaydı.

Silahlı propoganda, yani 'otorite'nin kalelerine beklenmedik yer ve zamanlarda fiziksel ve fiili şiddet içeren saldırılarda bulunmak ve 'otorite'nin o kadar da güçlü olmadığını ahaliye göstermek.. Yani, ahaliyi, özgürlük taleplerini daha sesli şekillerde dile getirmek yolunda cesarete getirmek gayretleri...

Buraya kadar herşey --eksiği ile, artığı ile-- iyiydi, hoştu da, ahali, ambalajın içindeki hediyeye --komünizme-- bir türlü yeterince ısınamadı.

Bunun önemli bir sebebi de, hemen yanıbaşımızda, komünist olduğunu iddia eden, tarihten de ezeli rekabet ve düşmanlığımız olan Rusların kurduğu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ismindeki devletin varlığı ve mahiyeti idi.

Daha yanlış bir örnek, aransa da bulunamzdı... Hem tarihsel açıdan 'ezeli düşman', hem de din kurumuna bakışı açısından buradaki ahalinin inanç örgüsüne temelden ters..

Rusya'daki pratikte, ceberrut ve soyguncu Kilise'ye temelden karşı olmak akıllıca idi belki de, fakat buralarda İslam ağırlıklı bir kültür ve inanç coğrafyası vardı; ve, her ne kadar dinsel bazı cemaatler hayli tutucu olsalar da, İslam'ın kendisi Komünizm ile o denli farklı değildi. Yani, bir ittifak sağlanabilirdi.

Bu denenmedi bile.

Din kurumunu da oyuna katmak ve süreç içinde modernize etmek varken, din kurumuna topyekun cephe alındı.

Dahası da var: Topluma özgürlük talebiyle yola çıkıp, ekonomik ve siyasi model hedefine komünizmi koymak --onda da günün modelleri olan SSCB ve Cin Halk Cumhuriyeti pratiğini örnek almak demek-- aslında toplumun özgürlüğünü bir grup 'buyuran'dan alıp bir başka grup 'buyuran'a, Komünist Parti yönetimine teslim etmekti.

Bu iki temel sebeple olsa gerek, 70'li yılların Anarşizmi, hizmet etmek üzere yola çıkmış oldukları halk tarafından yeterince destek bulmadı.

Buna bir de 'buyuran'ların karşı propogandalarını eklersek, 70'li yılların Anarşizminin giderek artan çaresizlikler içinde sağda solda gerçekleştirdikleri silahlı propoganda eylemlerinin halk tarafından 'haydutluk', 'şehir eşkiyalığı' veya en azından 'toplumun huzurunu bozmak' olarak alıgılanır olmasına çok şaşırmamak gerekiyor.

Hem halk, hem de o yılların anarşistleri --karşılıklı olarak-- birbirlerinden hayal kırıklıklarına uğradılar. Kitleler ve 'kitlesel özgürlük talepleri'nde bulunmanın anlamsızlığına hükmedildi.

Sonuç?

'Olabildiğince ve alabildiğince özgürlük talebi' anlamına gelen 'Anarşizm', ve bu felsefeyi güdenlere verilen sıfat, 'anarşist', toplumun belleğine bir tür küfür kelimesi olarak kazındı.

Anarşizm veya anarşist kelimesi müspet anlamda kullanılamaz oldu.

Peki.

Peki de, bugün neredeyiz?

Anarşizm gerçekten hayatımızdan çıktı mı?

İşte bu soru ilginç bir sorudur bence..

Çünkü, Anarşizmin değil çıkması, hayatımıza daha da yerleştiğini; fakat şekil ve hedef değiştirdiğini düşünüyorum.

Artık kitlesel, sınıfsal, toplumsal --yani 'büyük hedefler' uğruna-- değil, bir bireysel Anarşizm dalgasından bahsedebileceğimizi düşünüyorum.

Bireyin özgürlüğü ön plana çıkıyor artık. Buna bir çeşit 'tüketici Anarşizmi' de diyebiliriz herhalde.

Sınırlarını Kapitalizmin çizmesine kimsenin pek de itiraz etmediği bir Anarşizm...

Bugünkü 'anti-devlet'çiliği, ya da anti-'devletçi'liği bu bağlamda anlayabiliyorum; çünkü, 'devlet' dediğimiz mekanizma --sadece düzenleyici olmağa çalışşa bile-- müdahil olmak zorundadır; müdahil olmak da, en azından yeri geldiğinde, 'buyuran' olmak anlamına gelir.

'Anti-devlet'çiliği, ya da anti-'devletçi'liği anlayabiliyorum; ama, ortada tüketici Anarşizminden farklı, yeni ve başka bir dalganın daha varlığını zikretmezsem bu ufuk turunun eksik olacağını düşünüyorum: İnanç özgürlüğü talepleri.

İnanç özgürlüğünü diğer özgürlüklerden ayrı tuttuğum için değil bu yeni dalgayı ilginç buluşum.. Bilakis, inanç özgürlüğü dalgasının nasıl sonuçlar vereceğini merak ediyorum.

Şundan dolayı:

İnanç özgürlüğü talepleri bağlamında yeniden revaç bulmağa başlayan dinler, 'yap/yapma' cinsinden son derece geniş bir kural külliyesi anlamına da gelir.

Başka bir deyişle, din kurumu da aslında bir hayli 'buyurgan'dır.

Böylesine 'buyurgan' olan bir yapı ile, 'olabildiğince ve alabildiğince özgürlük talebi' anlamına gelen 'Anarşizm', ve bu felsefenin bugünkü takipçileri, yani bireysel/tüketici 'anarşist'ler ne zaman çatışmağa başlayacaklar?

Yoksa, çatışma ihtimali yok mu?

Yani, hem dindar hem de anarşist olunabilir mi?